Punk’ı Kim İcat Etti?

Başlığı böyle attık ama Kim Gordon’ın tişörtüne ithafen attık yani. Yoksa müzik türlerinin icat edilen şeyler olmadığı, daha ziyade evrimsel bir sürecin söz konusu olduğu noktasında baştan anlaşalım. Bir günde yeni bir müzik türü doğamaz. Hayır, bir albümle de doğamaz. Zaten o albümün oluşumuna sebep olan bir şeyler olmuş olmalı ki o albüm ortaya çıksın. Öyle değil mi? Ve bu hayal edebileceğimiz her şey olabilir. İlla müziksel bir ilham olmak zorunda değil. Dönemin atmosferine bağlı bir sonuç olduğu da sıkça görülür mesela. Müzik türlerinin çıkışının şaşmayan bir ortak noktası ise her zaman gelişip değişebilmesi için bir sürece ihtiyaç duymasıdır. Müzik türleri devrimle değil evrimle gelir. Daha bunlar üzerine konuşulur. Konuştum da hatta. Ama bu yazıdaki konumuza geçelim bence yavaştan.

Başlığı düzgün de atabilirdin. Boşuna laf gevelemişsin. Olacak iş mi?

Sonic Youth

Bu evrimsel süreçlerin başlangıç- ve sorgulanabilir bitiş- noktalarındaki zaman, mekan ve özneleri bulmak; birçok kişinin ısrarına karşın çoğu zaman pek mümkün değildir.

Haayır. Ramones buldu diyen bir yazı değil mi bu, nasıl yanii!

Zaten punk rock’ın kimden çıktığı sorusunun peşine düşmeden önce nereden çıktığını inceleyelim dersek daha oradan tıkandığımızı görebiliriz. İngiliz kaynaklar İngiltere’den, Amerikan kaynaklar ise Amerika’dan çıktığını belirtme ısrarında çünkü. Bir de işin içinde birçokları için beklenmedik bir aktör olacak Perulular var. Evet, Peru da Los Saicos grubu ile punk rock’ın kendisinden çıktığını iddia ediyor.

Hmm Los Saicos’u ilk defa duyuyorum ama net onlar alır.

Bu işin içinden nasıl çıkacağız demeden önce “bu işin içinden gerçekten çıkmalı mıyız”ı düşünmeli aslında. Ne olacak bu “ilkleri” bulduğumuzda? Muhtemelen hiçbir şey. Minik bir tatmin sadece? Bilemiyorum. Zaten gerçekten bulmaya çalıştığınız takdirde bu uğraşa değmeyeceğini fark edeceksinizdir. Ama birçoğumuz bu tür muhabbetlerde yalnızca bizimle aynı düşünen birilerini arıyoruz. Hadi itiraf edelim…

Yaa ama gerçekten Amerikalılar falan bulmadı. Yoksa onlar mı buldu? Hayıır bana katılmak zorundasın, beni ikna etmek değil!

Kimsenin bu konularda bir iknaya ihtiyacı yok. Ortada ikna edilebilecek bir kesinlik yok. Müziği rahat tanımlayabilmek için bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan ve işlerimizi kolaylaştırması gereken müzik türlerini çok didikleyerek işimizi yeniden zora sokmak gerçekten manasız. Biliyorum, müzik tarihinin seyrini izleyebilmek çok keyifli. Ben de burada bu yüzden kafa yoruyorum. Ama tarih, bizi bir yere çıkarabildiği sürece anlamlı. Tarihi her yazan olayı farklı bir şekilde anlatıp birbirini yiyince de işin bir yere çıkmayacağı kesin gibi. Bunları göz önüne alarak hareket etmeliyiz.

Her birimiz geçmişin izini yazılanlar kadar sürebiliyoruz. Yazılanlar taraflı veya tek bir noktaya odaklı olursa da bildiğimizin bundan ibaret olmasından kaçamıyoruz. Amaçladığım şey; müzik türlerinin tarihi adına yazılmış taraflı yanları ve tuhaflıkları sizlerin önüne sererek düşünmeyi size bırakmak.

Bak, taraflı yan kesin vardır. İnsan yazıyor sonuçta. Hatasız kul olmaz. Ama bu yazıyı okumaya değerli vaktimi veriyorsam bu yazı hatasız olsa iyi olur. Yoksa bozuşurum yazıyı yazanla valla. Hatasızsın di mi yazı? Aferin yazı.

Kim Gordon’ın tişörtünün amaçladığı da aslında- yanlış anlaşılmaya açık olsa da- bizleri düşündürmekten farklı bir şey değil. Mesele bir yaratıcıyı işaret etmektense kadınların punk’taki yapıcı rolüne vurgu yapmak ve güçlerinin farkına vardırtmaktır. Lydia Lunch‘tan Poison Ivy‘ye, Exene Cervenka‘dan Alice Bag’e, Lorna Doom‘dan Lora Logic‘e; bu yazıda da anılacak diğer birçok- bir zahmet- gözardı edilemeyecek ismi hatırlatmak.

Kim Gordon haklı abi. Şimdi Poly Styrene olmasa punk tarihinin aynı olacağını söyleyebilir misin bana?

Şşş başlıyoruz.

Punk’ın başlangıcının yazılan tarihi

Punk’ın tarihi üzerine biraz bile okuyunca görebileceğiniz tanımlamalardan biri protopunk. Punk’ın yaratılma sürecinin öncesine- bu yolla da öncülerine- işaret eden bir tür. Protopunk’ın ne zaman pişip de punk olduğunu bulmaya çalışmak gibi bir şey yapmayacağız. Böyle bir şeyi bulmak pek mümkün de değil zaten.

Protopunk’ın öncesi yok mu yani şimdi?

The Stooges

Olmaz olur mu, lütfen… Bu anlamda Iggy Pop gibi birçoklarının işaret edeceği “Rumble” parçası var mesela. Tarihte yasaklanan tek enstrümantal parça. Iggy Pop parçayla ilgili “Bu şarkıyı duyduğumda okulu duygusal anlamda bıraktım.” der. Bir gün uyanıp amfisinin hoparlörlerini jiletlemeye karar veren Link Wray’in yarattığı yeni ses, şiddet ve suça teşvik edeceği endişesiyle yasaklanmıştır (çok komikler gerçekten). Benzer bir başka hikaye de “Louie Louie” parçasından. FBI’ın bu parçayı bir soğuk savaş şifresi içermesi endişesiyle iki yıl boyunca incelemesi (of fazla komikler), belki de proto-punk’ın doğuşunu hızlandırmıştır. Ne dersiniz?

Punk rock haliyle müziğin kurallarını bilmedikleri için kuralları yıkabilen insanlar sayesinde çıkmıştır. Herhangi birini işaret etmeden bu tanım her şeyi anlatıyor. Ama illa ortaya isimler atmak gerekirse garajlarında kendilerince takılan The Sonics ve The Seeds gibi isimleri söyleyebiliriz. Dur biraz da şu protopunk’taki isimlere girelim, kimin nesilerdi dersek 1970’lerde ortaya çıkan The Stooges, New York Dolls, MC5, The Dictators, Suicide, Johnny Thunders and the Heartbreakers, Television, The Velvet Underground gibi birçok ismi göreceğiz. Tabii bunlar işin Amerika boyutu.

Aa sen ben de punk rock yapabiliriz o zaman bak. Biz de bilmiyoruz kural mural sonuçta. Kalk kız, punk rock grubu kuruyoruz.

Yalnız daha protosunda bile gelen isimlere bak. Of of of.

CBGB veya uzun adıyla CBGB & OMFUG (Country, Bluegrass, Blues and Other Music For Uplifting Gormandizers), punk sahnesinin kalıcılığını ispatlayan bir mekan haline geldi. Hilly Krystal’ın 1973’te açtığı bu kulüpte Patti Smith, Richard Hell, Ramones, Misfits, Blondie ve Talking Heads gibi ismin sahne almasıyla yarattığı sahnede, bu isimler de mekan da zamanla kültleşti. Birçokları tarafından punk’ın doğduğu yer olarak da anılma şerefine de erişti.

Patti Smith & Lenny Kaye

Patti Smith’in bir öncü haline gelmesi için koluna Lenny Kaye’i takıp şiir defterini şarkılara dökerek mekanlara girmesi yetti. 1975 çıkışlı Horses, pek çokları tarafından tarihin ilk punk albümü olarak anılır. Patti Smith’in müzik tarihindeki değerinin üzerine Polyphonic’in harika bir videosu vardı. Daha daha nasılmış diyenler oraya gidebilir.

Ha gittim şu an. Niye önerilerini ciddiye alacağımızı falan sanıyorlarsa. Kim ki bu?

Malcolm McLaren

İngiltere cephesine punk nasıl geldi dersek muhtemelen The Who’nun modlara gönlünden kopan bir hediyesi gibi olan “My Generation” fitili ateşledi. Bir başka tutuşma şaşırtıcı bir şekilde işin moda yüzü sayesinde yaşandı. New York Dolls’un menajeri Malcolm McLaren’ın İngiltere’ye adımını atıp SEX isimli bir giyim dükkanı açmasıyla olanlar oldu. Sex Pistols’ın menajerliğini de üstlenen McLaren, İngiliz gençlerinin yaşam tarzını giyimlerinden ne dinlediklerine etkileyeceğini bilebilir miydi acaba?

Talkin bout my g-g-g-generation!..

The Velvet Underground’ın ilk albümüyle ilgili Brian Eno’nun meşhurlaşmış bir lafı vardır: “İlk albümleri yalnızca 10000 kopya sattı, ama bu albümü edinen herkes bir grup kurdu.” Protopunk’ın New York başta olmak üzere Amerika’da yarattığı etkiyi harika bir şekilde gösteren bir yorum.

Sex Pistols

Sex Pistols’ın oldukça bereketli ilk konseriyle ilgili de benzer bir şekilde katılan herkesin sahnede yapılan müziği kendilerinin de yapabileceğini fark etmesi üzerine İngiliz sahnesinde yaşanan bir patlamadan söz edilir. Buzzcocks, Joy Division ve The Fall gibi grupların üyeleri bu kalabalıktaydı, düşünebiliyor musunuz? Bu durumun bir diğer örneği de 1976’da İngiltere’de Roundhouse’taki Ramones konserinde yaşanmıştır. Punk’ın basit doğasından gelen bu “ne varmış, bunların yaptıklarını ben de yaparım” tutumu sonucu punk sahnesinin hızla bereketlenmesi kaçınılmazdır.

The Band
The Slits- Ari Up

Punk’ın başlangıcının sık yazılmayan tarihi

X-Ray Spex

İngiltere’den Wire, The Damned ve The Clash gibi efsanevi punk gruplarının yanı sıra kadın vokallerin başını çektiği müthiş gruplar X-Ray Spex ve Siouxsie and the Banshees, Delta 5 tamamı kadınlardan oluşan The Slits, Kleenex, The Raincoats gibi isimlerin çıktığı punk sahnesi; birçok kadın müzisyeni rock’a kazandırmasıyla dikkat çeker. Ancak- maalesef ancak- yine de yeterince çeşitli olmamasına sebep olan bir sıkıntı vardır.

Aynı bugünlerde Brexit ve ekonomik kriz sonrası post punk revival’ın yükselişi gibi İngiltere’de bu koşullarla yüzünü gösteren punk, işçi sınıfının sosyal yabancılaşma ve öfkelerini sunuşuydu. Bu müzikle kendini ifade eden işçi sınıfında eksikliği fark edilense siyahilerdi. Peki ya fazla beyaz olan punk mıydı yoksa punk’ın bize anlatılış biçmi mi?

Oo whitewashing diyosuun? Türkçesi ne onun ya? Greenwashingde olduğu gibi beyaz badana diyebiliyor muyuz şimdi?

Neyse isteyenler bahsetmeyiversin biz bahsedelim. 1970’lerde Death isimli gümbür gümbür tamamı siyahi üyelerden oluşan bir grup vardı. Bu grupla ilgili A Band Called Death adında güzel bir belgesel var. Reggae’yi punk’a çabasızca katan Bad Brains, Rock Fire Funk Express, Pure Hell gibi birçok gruba da değinilen Afro-Punk belgeseli de bu meseleye eğilmek için oldukça iyi bir kaynak. Başta değindiğim gibi, tarihine yer verilmemişlerin kendi hikayelerini anlatmalarının önemi bu belgesel sonrası mevzuya dikkat çekilmesiyle 2005’te bir afropunk festivali düzenlenmesinde kendini gösterir.

Punk sahnesinde kadınların hakkı sayılır bir yeri vardı, deyip geçeceğimizi sanmayın tabii ki… Guardian‘da bir makalede; kendi hikayesini anlatmanın- evet bunun altını tekrar çiziyorum- peşine düşen kadın müzisyenlerin rock tarihini yeniden yazışı kutlanıyor. Makalede adı geçen ve ilgililerinin kesinlikle göz atması gereken kitaplardan bazıları ise; Viv Albertine‘in Clothes Clothes Clothes Music Music Music Boys Boys Boys‘u, Kim Gordon‘ın Girl in a Band‘i, Carrie Brownstein‘ın Hunger Makes Me a Modern Girl‘ü, Patti Smith‘in M Train‘i ve Chrissie Hynde‘ın Reckless‘ı şeklinde.


Müzik tarihçiliğinin ve belgeselciliğinin başlangıcı, sonu keskin olmayan süreçleri adreslendirmeye çalışmaktansa ele alınmamışlara, öteki konulara yönelmesinin yaratabilecekleri işte bu tür şeyler. Bu yazı da gayet tabii “şunu şu, burada buldu” diye sonuca bağlanarak birilerini tatmin etmeyi sağlayabilirdi. Ama yapmak istediğim şey, belirttiğim gibi, bazı meseleler üzerine düşündürmekten ötesi değil. Sonraki düşünme seansında görüşmek üzere.

Ay şimdi tam ne üzerine düşünecekmişiz? Hay allah, gitti di mi? Alooo! “whitewashing’e dikkat et”i not aldım, “tarihine yeterli yer verilmediyse sen anlat”ı not aldım. Başka bir şey yok di mi, bu kadar? Alo???