Söyleşi: Blixa Bargeld (Einstürzende Neubauten)

Kapak Fotoğrafı: Thomas Rabsch

Endüstriyel müziğin öncü oluşumu Einstürzende Neubauten’ın kurucusu ve vokali, eski Nick Cave & The Bad Seeds üyesi ve eş kurucusu… Blixa Bargeld’e yaşayan bir efsane demek şüphesiz abartılı bir ifade olmayacaktır. Kendisiyle yeni EN albümü Rampen (APM: alien pop music) üstüne konuşurken fark ettiğimiz ilk şey: Çok etkileyici bir ses tonu var. O anlattı, biz dinledik. Kanıtı da aşağıda.

Sıra dışı bir soruyla başlayacağım: Astrolojiye ilgin var mı? Çünkü bir arkadaşımla Oğlak burcunun kusursuz bir timsali olduğunu düşünüyoruz.

(kahkahalarla gülüyor) Oğlak burcunun kusursuz timsali… Gençlik yıllarımda astroloji üstünde çalıştım. Hakkında çok şey bilirim, çoğu insanın bilmediği şeyler… Oğlak burcu üstünde de özellikle araştırma yaptım.

Burçların kökeni büyük ölçüde Antik Babil zamanlarına uzanıyor. Oğlak’ın yanında yer alan ve çoğu batı öğretisinde Aquarius (Kova) adıyla bilinen burç, çoğunlukla bir su düzeneği taşıyan adam görseliyle tasvir edilir. Aslında Babil mitolojisinde o figür Fırat ve Dicle nehirlerinin tanrıçasıdır. O düzeneklerden iki tane var elinde, çünkü hem Dicle’nin hem Fırat’ın tanrıçası. Babil tanrıları içinde en yüksek konuma sahip olanlardan biri. Bir yardımcısı var: Keçi balığı. O da elbette Oğlak’ın ta kendisi. Keçi balığı Babil’in yer altında, farklı olasılıkları temsil eden yaratıklarla birlikte yaşıyor.

Bu yaratıklar içinde aseks olanlar, birden çok cinsiyeti olanlar, hiç cinsiyeti olmayanlar var. Yüzü olanlar, yüzü olmayanlar, birden çok yüzü olanlar var. Canavar olduklarını hiç zannetmiyorum. Farklı olasılıklar sadece. O olasılıklardan biri de keçi balığı.

Keçi balığı gündüz vakti insanlığa öğretebileceği her konuyu öğretmek için yeryüzüne uğruyor. Kökleri ve çiçekleri birbirinden ne şekilde ayrıştırabileceklerini öğretiyor. Bu doğrudan okuduğum kitaptan bir alıntı. Onlara yıldızları ve gezegenleri öğretiyor.  Dili, yazımı, mimariyi öğretiyor.

Gece vakti yeniden Babil’in yeraltına kozmosuna karışıyor. Çünkü aşağıda koca bir evren var, bir gölden ibaret değil. Keçi balığının kökeni işte budur. Ve evet, kendimi bir bakıma o mitolojik yaratığa yakın görüyorum. Bir bakıma yaptığım şey bu.

Oğlak burcunun başka güzel örnekleri de var. David Bowie bunlardan biri.

Evet, üstelik yükseleni Kova. Kişiliğine kesinlikle katkıda bulunuyor.

Aynen. Onu bu kadar harika bir şekilde garip yapan etmen bu. Hem Oğlak hem Kova, Babil astrolojisine göre Satürn tarafından yönetilen burçlardır. İki burç birbiriyle yakından bağlantılıdır. Benim yükselenim Kova değil, Aslan.

Mantıklı.

2023 şubatında bacağımı kırmıştım. Barselona’da bir antikacıya gittim, kendime baston bulmak için. Çok fazla bastonun bulunduğu bir dükkandı. Ben de belki bana hitap eden bir baston bulabilirim dedim. Ve bunu buldum. Tutamağında gördüğün şey bir dağ keçisinin boynuzu. Hemen altındaki oymalarda da antik bir kral ve aslan var.

Blixa’nın dağ keçisi, aslan ve antik kral oymalı bastonu.

Bildiğin senin için yapılmış.

Üstelik de solaklar için üretilmiş.

Vay be.

Hâliyle bu bana hitap etmiyor, bildiğin bağırıyor diye düşündüm.

Katılıyorum.

Böyle şeyler şarkı yazımıma daima sızıyor. Sadece astroloji de değil. Ama sık sık başvurduğum metafor alanlarından biri olduğu kesin.

Astrolojiden ve astronomiden sık sık yararlanıyorum. Zenit ve Nadia gibi kelimeler kullanıyor, imgelerden bol bol yararlanıyorum. Teho (Teardo) ile “Ziegenfisch” adlı bir şarkı yazdım, tam olarak son on dakikadır konuştuğumuz şeylerden bahsediyor. Mitolojiden bolca yararlanıyorum, çünkü daha ortada buna uygun bir dil yokken bilgiyi ve gerçeği aktaran bir araçtı kendisi.

Bir önceki Einstürzende Neubauten albümü Alles in Allem’de “Seven Screws” adlı bir şarkı var. Sözlerinde ‘olasılıklar denizi’ adlı bir ideayı dürtüyor, sonunda non-binary kelimesine ulaşıyorum. Kısacası hem mitolojiden hem bilimsel dilden kavramları alıyor, yeni bir zemine yerleştiriyorum. Metaforları yepyeni bağlamlara yerleştirmeyi seviyorum. Önceden orada olmayan bir şeyden yeni kökler çıkarmak, çevrede olup bitenlere ya da belli bir dile farklı bir gözle bakmak hoşuma gidiyor.

Bu detaylı cevap için teşekkür ederim, benim için değeri büyük. “Seven Screws”un da bir bakıma EN’in kariyerindeki en iyi şarkılardan biri olduğunu düşünüyorum. Sembolik ve güçlü bir eser.

Ja. Önemli bir şarkı. Güzel bir iş. Bu son albümümüzde de güzel şeyler yaptık, “Gesundbrunnen” şarkısı gibi.

Son derece şifreli şarkı yazımımdan birilerinin anlam çıkardığını, hatta bundan güç aldığını duyarsam bu konuda beni mutlu edecek kadar onay aldığım hissi geliyor. Mutlu oluyorum. Geniş kitleler için şarkı yazmadığımın son derece farkındayım, ama üstüne bir de anlam çıkarması ya da deşifre etmesi zor bir şekilde şarkılar yazıyorum. Yazdıklarımdan kendince bir çıkarım elde edecek olursan bende de yaptığım şeyi sürdürmeye yetecek motivasyonum olur.

Kurduğun son birkaç cümle bana sanata dair edilmiş en sevdiğim sözlerden birini hatırlattı: “Bitmiş sanat yoktur, terk edilmiş sanat vardır.” Bu söz bana bir sanat eserinin resmi olarak bittikten sonra yeni bir yaşama yelken açtığını düşündürüyor. O yeni yaşamda da sanatseverlerin gözünde yeni anlamlara ve yorumlara kavuşuyor. Buna katılıyor musun?

Evet, umudum bu yönde.

Elbette yeni albümünüz Rampen (apm: alien pop music) üstüne birkaç sorum olacak. Genellikle sanatçılarla yeni albümleri üstüne söyleşirken yeni şarkıları içinde ortaya çıkarması en kolay ve en zor iki parçayı seçmeleri isterim. Ama Rampen’in hikâyesi biraz daha farklı. Albümdeki şarkılar yıllar içinde sahnede geliştirdiğiniz doğaçlama performanslar esas alınarak kaydedilmiş. Stüdyoya girdiğinizde her parça aşağı yukarı aynı kolaylıkta mı aktı?

Müziğin kendisi kayıt aşamasında pek değişmedi. Çok küçük değişiklikler illaki yapmışızdır. “Burası çok uzun oldu,” “Buna baştan başlayalım” dediğimiz yerler oldu; ama öyle büyük bir değişiklik yapmadık. Elbette ben sözleri biraz geliştirdim. Sahnedeki o ilk doğaçlama hâllerini geliştirdiğimiz esnada çoğu şarkıda pek söz yoktu. Üstünde çalıştığım bir iskelet vardı, kemiklerini destekleyecek bir et parçası var etmeye başladım. Bütüncül bir beden oluşturdum.

Bu şarkıların sahnede doğaçlama olarak gelişen ilk hâllerini düşündüğünde belli şarkıları belli anılarla özdeşleştiriyor musun? Nerede sahnelediğiniz konusunda örneğin. Belki bir performans sana belli bir şehri hatırlatıyordur?

Ja. Şunu belirteyim, bu parçaların hiçbiri sahnelediğimiz yerle doğrudan ilişkili değil. Öte yandan -elbette diğer üyeler adına konuşamam ama- hangi dilde performans vereceğim konusunda bazı kararlar verdim. Londra’daki bir doğaçlama performansı İngilizce söyledim. Bir kere de Viyana’da doğaçlama yapıyorduk. Viyana’da Avusturya Almancasının özel bir diyalekti konuşuluyor. “Tamam, onların konuştuğu şey bu, ben de onlara Berlin diyalekti olan Berliner Schnauze ile cevap vereyim,” dedim. Avusturya’da Berlin diyalektiyle, Londra’da İngilizce vokal yaptım. Ama bu doğaçlamaların ele aldığı konular ile yapılarının çaldığımız yerlerle bir alakası yok.

Biraz da müziğinizde mizahın kullanımı üstüne konuşmak istiyorum. Yakınlarda verdiğin bir röportajda fazla ciddi bir grup olarak algılanmaktan şikâyet etmişsin.

Alman bir grubuz, bu da halihazırda kimilerinin gözünde mizahtan tümüyle yoksunuz gibi bir anlama çıkıyor. Ama mizahi yönümüz nadiren hak ettiği takdiri toplamıştır. Mizahtan yoksun bir Alman grup varsa o da Rammstein olsa gerek.

Haklı olabilirsin. Aslında bahsettiğimiz önyargı nispeten ciddi müzik üreten birçok sanatçı için geçerli sayılabilir. Örneğin Leonard Cohen’in müziğinin çoğu insanın algılayış biçiminden daha hayat dolu ve mizahi olduğunu düşünüyorum. Şarkı yazımına baktığımızda aşırı komik dizeleri var.

Ja. Haklısın. Doğru. Çok doğru.

Leonard Cohen’in şarkı yazım süreciyle ilgili bildiğim şey, işlerini son derece yavaş ortaya çıkardığı. Bazen bir metinde sonuca ulaşmak için yıllara ihtiyaç duyduğundan, birçok farklı yere birbirinden bağımsız notlar karaladığından çokça bahsediyor. Ta ki sonunda bir gün karaladığı şeyleri tek bağlamda bir araya getirene dek. Cohen’in yazım dilinde genelde yoğun bir mizah var.

Her yerde tutturmuşlar, bir “Hallelujah, hallelujah, hallelujah”dır gidiyor. Cohen bu yüzden hem çok yanlış kullanılıyor hem de yanlış anlaşılıyor. Başta herkes şarkının Jeff Buckley’e ait olduğunu, sonra da Hristiyanlıkla ilgili olduğunu düşünüyor. Oysa gerçek Cohen bu değil. Her zaman sevmişimdir kendisini.

Leonard Cohen’in Bob Dylan ile Los Angeles’ta buluştuğu son sefer aralarında dönen şakayı bilir misin? Son buluşmaları Los Angeles’ta, bir arabada gerçekleşmiş. Cohen’in anlattığı bir anekdot bu. İkisinin sanatçılıklarının kıyaslandığı, asırlardır süren o tartışma üstüne sohbet ediyorlar. Dylan da Cohen’e diyor ki: “Biliyor musun? Bir numara ben değilim. Sensin. Ben sıfır noktasıyım.” (gülüşmeler)

Harika bir keskin mizah örneğiymiş. Sizin müziğine gelecek olursak mizahtan beslenen bir ruhu bu albümde bile apaçık görüyoruz: The Beatles’ın White Album’üne albüm kapağı ve formatla gönderme yapmanız, “Pestalozzi”nin şarkı sözlerinde Amazon siparişlerini listelemen…

Güzel, bunları halihazırda biliyorsun. Peki şarkıda andığım son siparişlerden birinin A Cellarful of Noise olduğunu biliyor musun? Google’dan araştırırsan ne olduğunu öğreneceksin. Brian Epstein’in otobiyografisi.

Pekâla.

John Lennon bu konuda bir şaka yapmış zamanında, kitabın adının A Cellarful of Boys (Bir Mahzen Dolusu Oğlan) olması gerektiğini söylemiş. (gülüyor)

Araştıracağım.

Bana sormak istediğin başka ne var?

Hazır The Beatles’ın konusu açılmışken: Yakınlarda yayımlanan son şarkıları hakkında ne düşündün? Dinledin mi?

Ja. Ama doğrusu pek etkilenmedim.

Şayet bu albümün rengi sarıysa bir de sayacağım albümlerin rengini söyleyebilir misin? Kollaps, Silence is Sexy, Alles in Allem.

Ne yazık ki sen bu isimleri söylediğin an zihnimde otomatik olarak kapakları canlanıyor. Ama kendilerini başka bir bağlantı üstünden konuşabiliriz. Örneğin Kollaps’ın arka kapağında bariz bir şekilde Pink Floyd’un Ummagumma’sına gönderme yapmıştık. Pink Floyd’un kapak görselini yeniden canlandırmıştık. Perpetuum Mobile’de The Rolling Stones’un Let It Bleed’ine gönderme var. Silence is Sexy’de bir şeye gönderme yaptığımızı sanmıyorum. O albüm büyük bir başarıydı. Yok edilmesi imkânsız şarkılar yarattık. Çift disklik bir albüm olmasını planlamamıştık bile. Ama nihâyetinde elimizde o şekilde belirdi.

Silence is Sexy’nin plak formatı mevcut. Lakin yayımlandığı günlerde standart format CD idi. Bu yüzden albümün çıkışında her şey CD formatına uygun bir şekilde ayarlanmıştı. Yeni albümümüz Rampen ise kesinlikle daha en baştan çift plaklı bir albüm olarak kurgulandı. Dört sekans, dört farklı yaşam alanı var albümde. Her bir sekansı da incelikle planladık, tıpkı George Martin’in yaptığı gibi. Bir açılış şarkısı var. İlk plağı kapatan B yüzünün bir finali var.  Uzun bir üçüncü yüz var; “The Pit of Language”, “Planet Umbra” ve “Tar and Feathers” şarkıları bir ırmak misali birbirine bağlanıp akıyor.  Can’in Tago Mago’su ya da o dönemden başka bir klasik psikedelik albüm gibi. Bir de dördüncü yüz var, onun da kendi açılışı ve sadece kapanış olarak var olabilecek bir son şarkısı var. Hâliyle bu albümü artık CD formatında düşünemeyiz. Çift plaklı bir albüm oldu. Aynı eski zamanlardaki gibi.

Başta albüm için 25 şarkı kaydetmiştiniz değil mi?

25 rampen, yani 25 doğaçlama performans vardı. Hangilerinin üstünde çalışmaya değer olduğuna karar verdik. Yani 15 tanesi yeterince iyiydi, onu da değildi gibi düşünebilirsin.

Albüme dahil etmedikleriniz bir gün yayınlanır mı diye soracaktım, ama sanırım cevabın hayır.

Hayır, ama YouTube’da canlı performans olarak bulabilirsin kendilerini. Sahnede sergilediğimiz orijinal hâlleri orada kolaylıkla erişilebiliyor. Çok basit bir süreç yürüttük: Her bir rampen’ı dinledik, grubun her üyesi de beğenip beğenmemelerine göre bu parçaları puanladı. En fazla puanı alan şarkılar üstünde çalıştık.

Bu soruyu iletmemi bir arkadaşım rica etti: Sana göre müzik nerede biter, gürültü nerede başlar?

O kısım dinleyicinin beyninde bitiyor. Şu kadarını söyleyebilirim sana: Kollaps gibi albümleri ürettiğimiz yıllarda yaptığımız şey az çok gürültü sayılırdı. O zamandan beri popüler müziğin sınırları içinde neyin müzik olarak kabul gördüğüne dair çok şey değişti, gürültü çok daha kabul edilebilir bir şeye dönüştü. Özellikle de hip hop türünün örnekleri içinde. Gürültü dediğimiz şeyin büyük kısmı artık pop müziğe öyle bir entegre oldu ki gürültü olduğunu bile söyleyemezsin. Yine de orada. Fark yaratan şey aslında organizasyon biçimi oluyor. Gürültüyü organize ettiğin an müzik bölgesinin sınırları içindesin demektir.

Gel gör ki kendimi bir Cageana olarak tanımlıyorum. Yani John Cage’in çalışmalarının hayranıyım. Bir şeyleri organize etmeme, duyduğun sahnelerden güç toplamama fikri de beni bir o kadar cezbediyor. Bu da elbette daima duyulabilir hislerin organize biçimine zıt düşen bir üslup olarak kalacak. İster gürültü olsun ister klarnet fark etmez, organize edilmiş duyular otomatik olarak müzik olacaktır. Bir şeyleri organize etmek istemiyor, buna karşı geliyorsan da yaptığın şey daima gürültü kalacaktır.

Dün şunu düşündüm: Baktığında Rammstein ne kadar Richard Wagner ise Einstürzende Neubauten da o kadar John Cage.

Mantıklı, benim aklıma yattı.

Ve bu iki dünya asla bir araya gelmeyecek.

Alman bir grubuz, bu da halihazırda kimilerinin gözünde mizahtan tümüyle yoksunuz gibi bir anlama çıkıyor. Ama mizahi yönümüz nadiren hak ettiği takdiri toplamıştır. Mizahtan yoksun bir Alman grup varsa o da Rammstein olsa gerek.

Blixa Bargeld

Diskografin içinde sence hayranlarının bile yeterli ilgiyi göstermediği, ıskaladığı bir albüm söyleyebilir misin?

İnan bilmiyorum. Bir büyük hata yaptığımızı biliyorum ama: Zamanında Londra’daki Some Bizarre plak şirketi ile anlaşma imzalamış olmak. Bize hâlâ ödeme yapmadılar ve hâlâ albümlerimizle kafalarına göre oynuyorlar. O şirketten çıkan albümlerimiz yaptığımız işlerin önemli bir kısmını oluşturuyor, gel gör ki kendilerine erişmek arada zorlaşıyor, zira şirketle durmadan bir kavga hâlindeyiz.

Onlarla dört albüm yaptık: Zeichnungen des Patienten O.T., Five on the Open-ended Richter Scale, Halber Mensch ve Haus Der Lüge. Baktığında hiç az bir miktar değil. Bu albümlerin herhangi birini gözden kaçırmak kimliğimizin önemli bir parçasını ıskalamak olacaktır. Hâlâ büyük kavgalar içindeyiz. Bu albümlerden zerre para kazanamıyoruz. Kafalarına göre hareket etmeye devam ediyorlar, albümler de rastgele anlarda platformlardan silip geri yükleniyor, ardından tekrar kayboluyor.

Kısacası bu işlerin gerçek bir versiyonuna erişmek zor olabilir. Bunlar içinde özellikle Zeichnungen des Patienten O.T.’ye dikkat çekmek isterim. En önemli eserlerimizden biri, diğer işlerimize kıyasla daha fazla materyal ve sound içeriyor. Ama elbette hepsi de çocuğum gibi.

Diyelim ki bundan 100 yıl sonra, müzisyenlerin anısını onurlandıran bir tema parkındayız. Her sanatçı ve müzisyen kendi anıt taşına kavuşmuş, üstünde de bir şarkı sözü yazıyor. Sizinkinde hangi şarkı sözü yazardı?

(gülüyor) Bilmem. Tüm grup adına konuşamam, ama şahsen Alles wieder offen albümünün “Von Wegen” şarkısında yer alan “Lös mich auf wie Zucker wenn du die Zeit dafür findest” sözlerini kullanabilirdim. “Vakit bulursan şeker misali erit beni.”

Einstürzende Neubauten’ın Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.