Sanatçıların Politik Sorumlulukları Üstüne

Sanatçıların ne seviyede bir sosyal veya politik sorumluluğa sahip olduğu her zaman yoğun bir tartışma konusu olmuştur. Toplum üzerinde nüfuzu olan insanların, bu gücü ne şekilde kullanmayı veya kullanmamayı seçtiği temelinde politik bir meseledir. Filistin’de yaşanan soykırımla beraber beklentiler ve sanatçıların sessizliğine duyulan hayal kırıklığı haklı bir şekilde yükseliyor.

Saf bir sanat algısı her zaman çok cazip olmuştur. Sanat için sanat kavramı içerisinde toplumdan özerk bir sanatçı idealize edilir. Sanat soyut bir mükemmeliyet içerisinde herhangi bir politik bağlamdan veya anlamdan koparılır. Bu vizyon, hayal etmesi keyifli de olsa günümüzde sanat icrasının gerçekliğinden çok uzaktadır. Her sanatçının bir PR ekibinin olması, kapitalist dünya düzeni içerisinde sanatın yaratılmakla kalmadığı ve yoğun bir şekilde pazarlandığını gösterir. Sanatın pazarlanması bir gereklilik olduğunda da sanatçının kendisi de sanatıyla beraber bir ürüne dönüşür. Bu nedenle sanatçılar kişilikleriyle hayatımıza girer. Sanatçının sevilmesi sanatının sevilmesi ve dolayısıyla satılmasına yol açar. Sanatçıların sadece sanatçı olarak kalmamaları ve kişilikleriyle ön planda olan toplum figürlerine dönüşmeleri sadece bir kaçınılmaz değil, aynı zamanda istenen olur.

Sanatçıların; insanların düşünceleri ve hisleri üzerinde etkileri olan kişiler olduğu kabulüyle beraber de onların toplumsal, politik veya sosyal bir sorumluluğu olmadığını savunmak zordur. Para veya ün kazanmalarına yardımcı olacak noktada kişilikleriyle ve inançlarıyla ön planda olup, röportajlarda boydan boya bir sürü gündelik mesele hakkında fikirlerini söyleyip önemli bir meselede sessiz kalmaları beklenebilir, ama kabul edilen olmamalı. Toplumca parasosyal ilişkiler kurup, onlardan etkilenip bazen hayatımızda değişiklikler yaptığımız insanların onları getirdiğimiz bu güç pozisyonlarından sadece yararlanması değil, verdiğimiz öneme değecek hareketler yapmaları; onlardan beklediğimiz bir standart olmalı. 

Daha önce Black Lives Matter gibi meselelerde de sanatçılardan tepki ve destek beklendi. Ama bu tür Batı dünyasında yaşanan insan hakları çatışmalarıyla, Filistin’de yaşananları aynı kefeye koymak doğru değil. Örneğin Black Lives Matter hareketleri sırasında, özellikle Amerika’da yaşayan insanların çoğunluğu ünlülere veya onları etkileyecek bir insana ihtiyaç duymadan kendi fikirlerini çoktan oluşturmuştu. Zaten medyada yer edinen ve herkesin fikri olan bir durumda, nüfuzu olan birinin herhangi bir tarafı destekleyen tutumu sınırlı bir etkiye sahip olacaktır. Filistin’de yaşananlar–Batı devletlerinin desteğiyle İsrail terör devletinin uyguladığı insanlık suçu–Batı ülkelerindeki çoğu insanın önceden var olan bir bilgisi veya duruşu olmayan bir durum. Yayın organların ve sosyal medyanın körüklediği dezenformasyonun yanı sıra ortalama bir insanın bu mesele konusunda kendisini yeterli bir miktarda bilgilendirmesine güvenmek zor. Bu noktada, ünlülerin ve sanatçıların herhangi bir boyutta meseleyi konu almaları çok daha etkili olabiliyor. Batı devletlerinin desteklerini kesmesi veya azaltması, kendi halklarının tutumuna yakından bağlı. Birçok Avrupa devletinin İsrail’i açıkça desteklemeyi bırakmasında halkından gördüğü tepki büyük bir rol oynadı

En ufak bilgilendirmenin bile büyük bir etki yaratabildiği bu meselede sanatçıların kendi kariyerlerini koruma korkusundan konuşmaması kabul edilmemeli. Irkçılık karşıtı veya feminist mesajları kullanarak kendi imajlarını ilerleten birçok sanatçı Filistin konusunda sessiz kaldı. Bu durum, bu ideolojileri aslında yüzeysel bir şekilde prim elde etmek için kullandıkları ve gerçek anlamda bir etkiye sahip olmayı hedeflemediklerini gösteriyor. Post-punk gibi ezileni destekleme üzerine kurulu müzik türleri yapan sanatçıların sessizliği çok büyük bir ikiyüzlülük. Bu sessizliğin yaygınlığı, belli solcu veya ilerici fikirlerin gerçek ideolojik bir ilerleme olarak değil, sadece insanların ilgisini çekmek ve desteğini kazanmak için bir başlık olarak kullanıldığı gerçeğini gözler önüne seriyor.

Zaten feminizmin yaygın kabul gördüğü toplumlarda sahneye çıkıp “Kadınlar her şeyi yapabilir” gibi sloganlar atıp kendini aktivist olarak tanımlamak kolaydır. Ancak önemli başka bir konuya gelince susmak da bir o kadar kolaydır. Bir daha bu çok sevdiğimiz sanatçılar, ne kadar insan haklarını önemsediklerini ne kadar fazla alakasız yardım örgütüne bağış yaptığını göz önüne soktuğunda sessizliğin riayet olduğunu unutmayalım.