On the Road filmi.

Tanımsız Yolculuk

 

Herkes o esnada kendi içinde ya da dışında başka bir yerdeyken…

 

On the Road (2012) filminden.

“Kapı eşiğinde; telefonlarına sıkışmış kalmış bir grup insanın bitişiğinde beklerken, yolculuğumu düşünüyorum. Kapının camına yapışan bedenim uyuşurken, ayakta durabilmek için zihnimde Rodrige Conciertosunu çalıyorum. Ara sıra gitarın tınısını, müzik çalan kulaklıklardan dışarıya duyulan, anlam veremediğim ve bilmediğim müzikler anımı bölüyor. Yaylılar, tam araya girecekken telefonda bangır bangır konuşan amca müziğimi yarıda kesiyor. Eşine; geç kalacağını, gelirken ekmek alıp almaması gerektiğini soruyor. Karşıdan, kadının; dikkatli gel dediğini, dünden kalan ekmeğin olduğunu işitiyorum. Ses, kuru kalabalığa karıştığından gerisini duyamıyorum. Merakımı boşverip; boşalan vagon, dolan vagon değişimine girişirken “zihnim” gibi kapılar bir açılıyor, bir kapanıyor. Boğuluyorum. Nefes almak için düşünüyorum, sıralıyorum, soruyorum. O an aklıma okuduğum bir kitapta yazan “Çevreyi tanımlamak değil, duygularla yaşamak gerekir.”(1) cümlesi geliyor. Ne kadar anlatsam da geriye çektiğim duygularım burada araya giriyor. Çevreyi tanımlamaya çalışırken, kelimelerim gibi zihnimde çalan müzik değişiyor, bölünüyor, unutuyorum, sorularıma yenileri ekleniyor. Fark ediyorum ki yaşadığım duygular benimle, yolculuğum sırasında var olmanın derdindeler.”

Truman Show (1998) filminden.

Yaşamının içinde arayışları, kelimeleri, tanımları, belirginleştirmeye çalıştıran bir yolcunun, gerçek bir yolculuktan zihnine yaptığı yolculuk hikâyesini okuduktan sonra düşününce, biz de yaşamın ucuna ya da herhangi bir yere yolculuk yapmak isterken, bir arayışın peşinden önce farkında olmadan zihnimizde bir yerlerde kendimizi var etmenin peşinden koştururuz.

Elbette koşuşturmacayı var etme sürecinde çabalarken, yeni öğrendiğimiz bir kelimeyi veya bilgiyi kullanıp attıktan sonra bellekler arasındaki kayıt tutma işi aksayınca kısa süreli bellekten, uzun süreli belleğe transfer edemediğimizde hayata karşı unutmalarımız, dayatılan ezber sistemiyle çabalama sürecine tekrar baştan başlar.
Unutmaların öncesinde zihnimizde hazırladığımız o bavulun içine sıraladığımız düşünceleri, yenilikleri, kelimeleri; tekrar renk renk sıralarken bu sefer aralarına soruları da serpiştiriveriyoruz. Serpiştirilen sorular eşliğinde yola çıkınca tanımlamak istediğimiz kelimeleri özenle seçerken, bir bakıyoruz ki renk renk sıralanan düşünceler, yenilikler, kelimeler etrafa dağılıveriyor. Farkında olmadan çoktan çatışma sürecine hoş geldin demişizdir.
Zihnimizde yaşadığımız o anlam çatışması cevap ararken, benim ben olduğumu bile bile ilk önce ‘Kimsin?’ sorusuyla başlayıp ‘Duyguların var mı?’ sorusuna gelesiye kadar senden her şeyi cevaplamanı ister. Çünkü bize göre bir başkası tarafından tanımlanmış kelimelerin sözlük tanımı hiçbir zaman yaşamın koşulları ile tam doğrultuda uyuşamadığından, zihnimizde de uyum sağlayamaz, var olamaz görünür.
Yolculuğun sırasında neye, kime göre hareket ettiğini kendin bilmesen bile işte bu yüzden kendine göre bir tanım yapabilmen önemlidir.
Gideceğin yeri bilmesen bile yolculuk esnasından çevreye uyum sağlayamayan tanımlar yüzünden varlığın ve duyguların arasında bir adım geriden başladığın yolculuğun tanımını yapmak ne kadar zor olabilir değil mi?

(1) Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk, İstanbul, YKY Yayınları, 2017, s.11