Algiers: “Birlik Olmanın İfadesi ve Arayışı”

Son güncelleme:

Kapak Görseli: Ebru Yıldız

Post-punk, gospel, elektronik, R&B ve ötesinden bir alaşımı 2012’den bu yana en güçlü formuyla önümüze koyan Atlantalı ekip Algiers, dördüncü albümü SHOOK‘u 24 Şubat’ta yayımladı. Bol konuklu ve bol enerjili bu albüm üstüne çok sevdiğimiz gruba röportaj talebiyle ulaştık. Elimizden olmayan birkaç karşılıklı rötarın ardından sonunda 1 Nisan günü Zoom ekranında buluştuk. Franklin James Fisher ve Ryan Mahan ile müziğin şifasından Anadolu rock’a, neler dinlediklerinden teknik üretim süreçlerine değindiğimiz; kah gülüp kah ağladığımız son derece zengin bir sohbete giriştik. Buyurun, hemen aşağıda…

Nasılsınız şu aralar?

Ryan: Geçtiğimiz 70 gündür turnedeyiz.

Frank: İyi gidiyor. Yorucu, ödüllendirici, zorlayıcı, eğlenceli, emek işi. Hepsinden ortaya karışık.

Ryan: Turneye çıkmadan önce müzikal anlamda bol bol hazırlık yapmamız güzel oldu. Müzik işin eğlenceli kısmı, haliyle işe hazırlıklı girdiğinde daha az zorlanıyorsun.

Frank: Ki grupça müzikal düzeyde asla yorulmadık.

2019’daki son İstanbul konserinizi izlemiştim. Hatırlıyor musunuz o günü?

Ryan: Elbette. Babylon’da çalmıştık. Bayağı iyi mekandı. İstanbul’da güzel vakit geçirdik. Birkaç gün kaldık, turistik yerleri gezip arkadaşlarımızla takıldık. Elektronik / dans müzik çalan bir barda gece takıldık. Eğlenceliydi kesinlikle. Bizden önce çalan grubun adı neydi?

Jakuzi.

Ryan: Aynen! Onlar da iyiydi.

Yeni albümünüze geçelim: SHOOK pandemi sonrası yayımladığımız ilk çalışma aynı zamanda. Pandemi sonrası gerçekliği yaratıcı sürecinizi hem siyasi hem psikolojik düzeyde nasıl etkiledi?

Frank: Etkisini o şekilde ikiye ayırabileceğimi sanmıyorum, her açıdan etkileri oldu. Ama zihinsel sağlığım ve şahsi alanım üstünde olumlu etkisi de oldu. Çünkü sık sık turneye çıkan, sıkı çalışan bir grubuz. Mola vermeden, olabildiğince uzun süre yaşıyorsun bu süreci. Derken her şey mecburen duruyor. Bu sayede yıllar sonra ilk kez nefes alacak vaktimiz oldu. Turnedeyken önceliğin yaşadığın günü atlatmak oluyor, durmadan parayı düşünüyorsun, sık sık da başkalarıyla oda paylaşman gerekiyor. Sürekli diken üstündesin. Biraz kendi başımıza kalmış olmamız sayesinde hâlâ arkadaşız ve bir grubumuz var.

Ryan: 2020 ve 2021 yılları boyunca Algiers ve The Underside of Power dönemlerimizden bu yana en yoğun yaratıcı sürecimizi yaşadık. Frank çok fazla şarkı yazdı. Nereden baksan otuzdan fazla şarkı. Lee (Tesche) ve ben Nun Gun adlı bir başka grup için şarkılar kaydettik, kendi başıma ise elektronik solo projem Dead Meat’e odaklandım. Bir yaratıcılık şelalesine kaptırdık kendimizi resmen. SHOOK’un ortaya çıkışı da o şelalenin bir parçası. 2021 ile 2022 ise albümün bir stüdyoda gerçek kılınması şeklinde özetlenebilir. Stüdyoda ben, Frank ve ses mühendisi arkadaşımız Matthew Ricchini idik. Lee de arada uğrayıp kendi kısımlarını ekleyip gitti. Önce canlandırıcı bir süreçten, sonra da fiziksel yapımcılıktan geçtik yani.

SHOOK sadece müzikal veya katartik anlamlarda değil, konuklar anlamında da dolu dolu bir albüm. Şarkılarınız her zaman bana enerji ve moral sunmuştur, zira dünyadaki onca karanlığa inat dinleyene güç bahşeden şarkılar olduğunu düşünüyorum. Denklemin içinde bu defa bunca konuk da olunca birliktelik duygusunun o moral hissini iyice vurguladığını hissettim. Sizce de dostluk yoluyla bir katarsis ve kurtuluş inşa etmek bu albümün varlığında önemli bir amaç mı?

Frank: Öncelikle çok iyi bir gözlemde bulunmuşsun. Uğruna çabaladığımız şey özünde tam olarak bu. Ulaşabileceğimiz zirve noktası, Algiers’ın özbeöz kimliği budur.

Ryan: Bir grup olarak nihayetinde daima bir arayışta olduğumuzu düşünüyorum. İlham, yuva, dostluk, birlik olma arayışı… Bu albüm birlik olmanın sadece bir ifadesi değil, aynı zamanda arayışı. Kimi açılardan bulmamıza yardımcı da oldu.

Malumunuz, albümde çok sayıda düet var. Bu röportaja hazırlanırken albümde yer alan Backxwash ile yaptığınız sohbeti de okudum. Kendisine kimlerle ortak şarkı yapmak istediğini sormuşsunuz. Ben de size aynı soruyu yönelteyim: Bir gün ortak çalışmayı çok istediğiniz sanatçılar arasında kimler var?

Frank: Zor bir soru bu. Sürecin neresinde olduğuma göre cevabım değişebilir. Benim için burada işin içine yazdığım müziğin, ruh halimin nasıl olduğu gibi etmenler giriyor. Bu faktörlere göre vereceğim cevap esneklik gösterebilir. Yine de soruna gerçek bir cevap düşüneceğim ama.

Ryan: Katılıyorum. Tamamen o an kafamın nerede olduğuna bağlı. Bu albüm özelinde ortak iş yaptığım insanların birçoğuyla yeniden, daha dolu dolu çalışmak isterdim. Daha derin bağlantılar kurmak yani. Örneğin albümde saksafon çalan Patrick Shiroishi. İnanılmaz biri, o kadar fazla şeyi açığa çıkarıyor ki çalışıyla. Sadece bir şarkı için çağırınca yeterince derinleşemiyor, istediğin kadar zengin bir deneyimle dönemiyorsun. Daha çılgın caz çalışmaları da var, meditatif ve ruhani çalışmaları da. İki türlüsünü de müziğimize katmak isterdim. Rap sahnesinde de mesela JPEGMAFIA ile Danny Brown geçenlerde bir ortak albüm çıkardı. Yapım kısmında o ikiliyle çalışmak müthiş olurdu kesinlikle.

Frank: Önceden sorduğun bir şey üstüne düşünüyorum. Şu an kafama dank etti: SHOOK birçok açıdan mükemmel bir albüm değil. Güzel, eğlenceli bir albüm; ama kusursuz değil. Hem bireysel, hem de kolektif açıdan içimizden söküp atmamız gereken çok fazla şey vardı. Özellikle bir önceki albümümüz There Is No Year’dan sonra, çünkü kontrolü kaybetmiştik. O çalışmanın formülizasyonu üstünde asla irademiz yoktu. Sanırım bu defaki albümde bu kadar fazla fikir barınmasının sebebi bu: O dürtü çok uzun süredir bastırılmış haldeydi. Ryan ile bir daha o albümdeki gibi yapımcılarla çalışacaksak bunu en iyi bize beat kısmında yardımcı olabilecek hip-hop yapımcılarıyla başarabileceğimiz sonucuna vardık. DJ Premier, The Alchemist gibi isimlerle.

Ryan: Evet, bu albümde yaptığımız ortaklıklar vokal odaklıydı. Müzik kısmında ortaklığa giden bir albüm de müthiş olabilir. Arkadaşlarımıza ve hayranlık duyduğumuz yapımcılara müziğimizi götürdüğümüz bir senaryo yani. Bütünlüğü tam tadında olan, ama birçok insanı içeren bir çalışma ortaya koyacaklar. Harika olurdu. The Alchemist ve JPEGMAFIA gibi isimlerden çoktan bahsettik, peki ya Türkiyeli sanatçılar? Mesela She Past Away ile baştan sona goth bir albüm yapsak?

Niye olmasın? Süper olur.

Ryan: (gülüyor) Evet. Ya da belki Barış Manço tarzı, eski usul bir şeyler yaparız?

Lee bir röportajda “Irreversible Damage”ın Anadolu rock’tan ilhamlar barındırdığını söylemişti, haliyle buralardan müziklere bir ölçüde hakim olduğunuzu tahmin etmiştim. Erkin Koray’ı bilir misiniz?

Ryan: Evet. There Is No Year’ın yapımcısı Randall (Dunn) büyük Erkin Koray hayranıdır. Galiba onun tarzı biraz daha Selda Bağcan’a yakın.

İkisine de ulaşmayı bir deneyin derim, o nesilden hâlâ hayatta olan en büyük iki isim onlar olabilir. Nasıl şarkılar ortaya çıkar merak ettim.

Ryan: Müthiş olur. İnsanlar bazen tarzımızı psych-soul şeklinde tanımlıyor. Lee daha geçen gün halihazırda kafayı yediğimizi söyledi, psych yeraltında daha da ucubeleşmek süper olur. Hip-hop demişken Selda’yı ilk kez bir Mos Def şarkısında duymuştum, sample olarak kullanılmıştı. Neydi adı?

Frank: “Supermagic.”

Ryan: Evet. Neyse, süper olur olursa.

Size bu röportajdan sonra ortak iş yapabileceğiniz harika Türkiyeli sanatçılardan oluşan bir liste yollayabilirim.

Ryan: Çok iyi olur.

Duydum ki bu albümdeki beat’leri çoğunlukla fiziksel ekipmanlarla hazırlamışsınız. O süreçten bahsedelim.

Frank: Ben SP-404 Sampler kullandım. Elle tutulur ve içgüdüsel bir cihaz olması hoşuma gidiyor. Bir şarkı dinleyerek sample’yacak bir kısım arıyorsun dinleyelim, çok hoşuna giden bir kısım oldu. Anında geri oynatıp yakalayabiliyorsun. Sonra da Ableton’a aktarıp BPM’iyle falan oynuyorum.

Ryan: Nasıl yapıyorsun? Mikrofon mu takıyorsun, cihaz kendi mi kayıt alıyor?

Frank: Cihazın kendisi de kayıt alıyor, ama Ableton’da kaydedip dosyayı dışarı aktarmak daha güzel oluyor.

Ryan: “Bite Back”in beat’lerini yaparken benzer bir süreç izledim. MIDI synthesizer üstünde çalışıp loop’u aktifleştirdim. Doğaçlama yaparak elde ettiğim pasajları MIDI olarak farklı farklı synth’lere ve drum machine’lere aktardım. O sıralar evim bomboştu, mola verdiğimde ortalıkta volta atıyor, çevremde olup bitenlere kulak veriyor, ufak bir şeyler yudumluyor, sonra da işe dönüp kayıt almaya devam ediyordum. Bolca doğaçlama pratiğinin sonucunu kesip biçtim yani.

Frank: Çok ilginç, süreçlerimiz temel hatlarıyla aynı, ama seninki daha türetilmiş bir üslup. Farklı modalitelere ve enstrümanlara dalmışsın. Algiers’tan önce sen ve Lee The Partisan adlı bir gruptaydınız, hayranınızdım. Çok daha gitar ve davul odaklı bir gruptu. Şarkı yazımınız çok daha doğaçlama temelliydi. Elbette yaptığınız her şey beni çok etkiledi, bu grubu boşuna kurmadık. Biriyle 15 yıldır birlikte müzik yaptığında çalışma üslubuna yönelik bir anlayış geliştiriyorsun. “Bite Back”i ilk duyduğumda The Partisan’lı o günler aklıma geldi, haliyle üstüne ne katabileceğimi anında anladım.

Ryan: The Underside of Power dönemiyle kıyaslayacak olursak: O günlerde sen -örneğin “Cleveland” gibi bir şarkının demosunda- nasıl çalıştın bilmiyorum, ama ben bir drum machine’im olmadığından çoğunlukla Ableton’da çalıştım, haliyle kullandığım davulların çoğu uyduruk plugin’lerdi. Bu günlerle kıyaslayınca bambaşka bir süreçti.

Frank: Bu grupla ilgili en sevdiğim şeylerden biri yaratıcı sürecimizin çok yoğun olması. Sanatsal olarak yapabileceklerimizi keşfederken bir sürü farklı süreçten geçiyoruz, ama bunu dışarıdan bakanlar bilmiyor tabii. Biz biliyoruz, huzursuz denebilecek kadar yoğun bir yaratıcılık söz konusu. Çıkışı bulmamız gereken yollardan geçiyoruz. Sıradaki albümün nasıl olacağı hiç belli olmaz, baştan sona elektronik de olabilir. Belki de 15 şarkılık, yarım saatlik bir punk albümü yaparız.

Bu seçkideki şarkılar içinde üretmesi en kolay ve en zor iki şarkı hangileriydi sizce?

Frank: Harika bir soru bu.

Ryan: Benim için en zoru hangisiydi biliyorum, ama önce sen söyle.

Frank: Ben de vereceğin cevaplardan birini biliyorum. Benim içinse… “Bite Back”te nakarat öncesi gelen kıtalardan nakarata geçiş yapmak çok zorlayıcıydı. Saçımı yolacaktım neredeyse. Geçişler de çok hızlı, kendimi hemen kıtadan kıtaya geçecek şekilde ayarlamam lazım.  Şu sıralar yoğun bir turnedeyiz, haliyle sürekli performansını sergilemem gerekiyor. Zorlayıcı. Sevdiğim bir zorlayıcılık ama, istediğim de beni iyi anlamda sınayacak bir şey zaten. “Out of Style Tragedy” de aklıma gelen bir diğer parça, zira o şarkının stüdyo versiyonundaki sözler sadece bir kabataslaktı. Tümüyle içselleştirmem gerekti turne için, büyük ölçüde başardım da bunu. Şu noktada sözleri baştan yazmam bile gerekmiyor, şarkının elementlerini plugin’lerle bir araya getirebiliyorum sahnede. Zorlayıcı yine, ama idare ediyorum.

Ryan: Benim için kolayca ortaya çıkan, birden zuhur eden şarkılar oldu. Örneğin “Cold World” şekillendirmesi aşırı kolay bir şarkıydı. Frank için de üstünde çalışması yormayan bir iş oldu. Bu albümde kesinlikle şarkı yazımı açısından aşırı küçük bir rol oynadım, duyduğun şeylerin %99’u Frank’in yazarlığı.

Frank: %73’ü diyelim. (gülüyor)

Ryan: %73’ü. Bu açıdan baktığında ben biraz daha destekçi / yapımcı rolü üstlendim. Zaten yapımcı dediğin de kısmen duygusal ve psikolojik destek sunmak için stüdyodadır. “Bunu böyle yapmayalım” gibi tavsiyeler veriyor, Frank’e destek oluyordum. Vokal kısımlarını kaydederken yanında olmak güzeldi, zira yaratıcı süreçte fikir alışverişi yapmak hoş şey. Ama beni cidden inanılmaz sınayan bir tek şarkı varsa kesinlikle “I Can’t Stand It!” olmalı. O kahrolasıca nakarat üstünde ne kadar çalışmışızdır? Üç ayı vardır! O şarkı aşırı zorlayıcıydı. Ciddi bir potansiyeli olduğunun farkındaydık, ama bir türlü istediğimiz yere çekemiyorduk. Daima aynı anda iyi bir şey yakalama ve destekleyici olma niyetiyle hareket ediyorsun. “Bunun üstünde çalışalım, ama çok da kasmayalım kendimizi.” oluyorsun. Sürekli aynı şarkıya dönüp durmak sabır isteyen bir iş. Bu hem en çok vaktimizi alan, hem de bizi en çok zorlayan şarkıydı.

Frank: Gayet normal bir durum aslında, çünkü yazım aşamasında ilk ortaya çıkan şarkılardan biriydi. “Bu beat’i bozmak istemiyorum!” diyip o ilk noktadan çıkamayabiliyor insan. Fazla bağlanıyorsun demo haline. (gülüşmeler) Bir de zor bir süreçten geçiyordum. Uzun süreli bir ilişkim çok kötü sona ermişti. Aralık 2021’de intiharın eşiğinden döndüm. O esnada şarkının yazımı devam ediyordu. Eski sevgilimi atlatmaya çalışıyordum. Tüm albüm onun hakkında aslında. Bu şarkı da öyle. Nihayetinde iyileştirici oldu bitirebilmek. Ben kendi çabalarımı verirken bu adamın desteğini hissetmek güzeldi. Ses düzleminde bunu iletmeye çalışmak da. İki düzlem de birbirine çok benziyor aslında. Enteresan süreçti. Ama çok uzun sürdü, zira iyi bir durumda değildim.

Ryan: Bir şeye bu kadar emek harcadığında başka şeyler de onunla bütünleşebiliyor tabii. Frank’in üstündeki baskı çok büyüktü. Proje tamamlanana kadar da onca duygusal tecrübe çok zorlayıcı bir ortamda bir araya geldi. Bizim yapabileceğimiz şeyse yanında olmak, ihtiyaç duyduğunda ona kişisel alanlar açmaktı. Öte yandan ortak şarkı yaptığımız kitle konusunda da çok şanslıydık, çünkü güvenebileceğimiz çok sayıda dostumuz var! Bir albümün hem kendi içinde, hem de ortaya çıkış hikâyesinde neler neler yaşanıyor.

Frank: Aynen. Kimdi hatırlamıyorum, biri zamanında “Bir albümü kolayca yaratabiliyorsan iyi durumdasın demektir.” demişti. O üretimde dünyalar dolusu şey yaşanıyor. Ödüllendirici bir süreç olacağını umuyorsun. Yolun sonunu gördüğümüzde bu kesinlikle ödüllendirici oldu.

Artık daha iyi olduğuna sevindim Frank.

Frank: Sağ ol. Dostlarıma ve terapiye borçluyum her şeyi.

Ryan: Kendi çabanın eseri.

Birkaç şarkıda durup “Bunun albümde yeri yok!” dediğimi hatırlıyorum. Öyle iyi geliyor ki. Hayır diyebilmek. Bir şeyi kesip atabilmek.

Ryan Mahan

Verdiğin cevap sıradaki sorumla örtüşüyor: Bugüne dek müzik yaparken sizin için en şifalı anlar hangileri oldu? Aklınıza öyle spesifik bir an geliyor mu?

Frank: Bu da harika bir soruymuş ya. Genel manada bir şifayı soruyorsan sana az önce aktardıklarım buna kesinlikle yardımcı oldu. Bunun ötesinde beni iyileştiren şeyler küçük anlar aslında. Bir şarkı sana ne ifade ediyor, şarkının uzunluğu ne olursa olsun bütün bir performansını sergileyecek gücü bulmana ne ilham veriyor… Bu röportajın başında müziğimize çekilmenin başlıca sebeplerinden birinin karanlık şeylere inat güç veren bir his aşılamamız olduğunu belirtmiştin. Müziğin bu açıdan bir terapi olduğunu düşünüyorum, benim için de en iyi terapi olduğu kesin. Şarkılarını icra ettiği ettiğinde onları hangi motivasyonla yaptıysan o motivasyonun üstesinden gelip kazanmış oluyorsun. Uzun bir süre boyunca birçok akşam da aynı şeyi tekrar tekrar yapıyorsun. Sana devam etmek için bir sebep sunuyor.

Ryan: There Is No Year’ın ardından bolca öfke ve hayal kırıklığı sorunuyla mücadele ediyordum ben de. Zihinsel sağlık sorunlarımın birçoğu kendimi bir grup içinde yaratıcı olarak ifade etmekten uzak hissettiğimde ortaya çıkıyor. Bu tespiti grup arkadaşlarım yaptı, çünkü birbirimize karşı dürüst olmaya özen gösteriyoruz. Fakat açıkçası o albümü doğuran şartlar hem yaratıcı hem de müzikal anlamda çok moral bozucuydu. Bende uzun süreli bir depresyona vesile oldu. Bir yalnızlık ve yas süreci de başladı. Bir kısmının yaşanması gerekliydi, bu sayede grup içindeki rolümü ve tecrübemi daha iyi kavradım. O yüzden bu albümü sırf Frank ile arkadaş kalabilelim diye yapmak bile bana büyük şifa oldu. Ayrıca “Bu şarkıyı albümden atalım. Buna gerek yok.” diyebilmek de. Çok iyileştirici kararlardı bunlar bizim için, zira üstünde ölüp bitene dek çalıştığımız şarkılarla vedalaşmak özgüven gerektiren bir hareket. Birkaç şarkıda durup “Bunun albümde yeri yok!” dediğimi hatırlıyorum. Öyle iyi geliyor ki. Hayır diyebilmek. Bir şeyi kesip atabilmek.

Frank: Bunca yıl bu kadar sıkı çalışınca umduğun kadar geri dönüş de alamıyorsun. Para desen yok, çoğu zaman yeterince yer de bulamıyorsun medyada. Uğraşıp didinip ürettiğimiz ilk iki albüme çok az dönüş aldık, üçüncünün hazırlığına da onların getirdiği bitkinlikle giriştik. Uğruna ne fedakarlıklar yaptığın şey yüzünden seni güçsüz ve çaresiz hissettiriyorlar. Bu elbette sıkıntılara sebep olacak.

Sıra eğlenceli bir soruda: Kullandığınız müzik dinleme platformunun arama geçmişine baktığınıza karşınıza çıkan son üç şarkı neler?

Frank: Bakıyorum hemen. Şu sıralar New Yorklu bir kızla görüşüyorum, anksiyete ve özgüvensizlik basıyor sürekli. Geçtiğimiz bir iki günde kendisinden haber alamayınca kendimi arabamda blues’a verdim. (gülüyor) Nadiren dinlediğim bir türdür, ama o an öyle hislerdeydim. Jimi Hendrix’in Woodstock albümünden “Red House” var. Ardından yine Hendrix, Blues albümünden “Once I Had A Woman.” Bu noktada artık kendime acımaya başlamış ve 60’lardan bir şarkı açmışım: The Spencer Davis Group’dan “Gimme Some Lovin’”.

Ryan: Bugün hiçbir şey dinlememişim, ama dinlediğim son üç şarkıyı sayabilirim. İlki JPEGMAFIA ile Danny Brown’ın yeni albümünden “Burfict!”. Bayıldım. Görünüşe göre herkesin albümden başka bir favorisi var, ama bende o şarkı öne çıktı. Bam bam bam gidiyor. Debby Friday’den “So Hard To Tell” dinlemişim, yeni albümü geçenlerde çıktı, bu şarkısı beni çok tuttu. Sonra da Aquemini albümünün tamamıyla Outkast var.

Frank: Bir de şu sıralar yolda dinlediğimiz bir podcast var. Neydi adı?

Ryan: “60 Songs That Explain the 90’s” olması lazım.

Frank: Aynen. Sunucusu bir müzik eleştirmeni. Çok komik bir program.

Ryan: Geçen “Red Hot Chili Peppers’tan En Kötü Şarkı İsimleri” adlı bir liste paylaştı. Hepsini duyduğunda “Bu ne lan, gerçek mi bu?” diyorsun. (gülüşmeler) Nick Cave’in çok sevdiğim bir sözü var: “Ne zaman radyoda duyduğum bir şarkıya ‘Bu ne ya böyle, çok kötüymüş’ desem Red Hot Chili Peppers çıkıyor.” (gülüşmeler)

Son soruma geldik, birçok sanatçıyı da bu kapanış sorusuyla uğurluyorum: Şarkı sözlerinizden birini bundan 100 yıl sonra anınıza dikilecek bir taşa kazıma imkanınız olsa neyi seçerdiniz?

Frank: Kendi şarkımız mı olmalı?

İdeal senaryo budur. Ama başka birinin sözünü seçen sanatçılar da oldu geçmişte.

Frank: Mezar taşıma kendi sözümü koyacak bir egoya sahip miyim bilemedim. (gülüyor) Düşünüyorum. Bazen Ryan da, Lee de şarkı sözü yazıyor. Belki onların bir sözünü seçerim. Çok zorlu bir soru. Hiçbir fikrim yok.

Ryan: Lee’nin hangi şarkıyı seçeceğini biliyorum. Başka bir grubu ve bir tek sözlerini seçerdi: “Tekila”. (gülüşmeler) Olay hakkında bilgilendireyim seni de Deniz. Geçen gece Şikago’da karaoke gecesine katıldık. The Champs’in bir şarkısı var “Tequila” isimli, şarkıdaki tek söz de “tekila.” (gülüyor) Lee o şarkıyı söylemek istedi, karaoke sorumlusu izin vermedi! Tekrar şansını denedi, bahşiş verdi izin çıksın diye, ama adam istemiyor. Lee de kağıdını geri götürüp şarkısını söyleyemedi diye hüsran içinde yırttı!

Frank: (gülüyor) Çok iyi ya!

Ryan: Çok ciddi olmamak lazım. İnsanlar sık sık bizi aşırı ciddi sanıyor, oysa eğlenmeyi seven şapşal bir grubuz. Ama bunun dışında Frank’in yazdığı “Walk Like A Panther”ın sözlerine bayılıyorum. Özellikle de şu kısmına:

“It’s the hand of the people that’s getting tenser now

And when we rise up…

Woo, I feel it coming down”

(“İnsanların yumruğu sıkılaşıyor

Bir kere ayağa kalktık mı

Hissediyorum, yıkılacak (bu düzen)”)

Güzel, umut dolu bir dayanışma hissi geliyor duydukça. Güç veren bir his.

Frank: 311 adlı bir grup var. 90’lardan çok kötü bir grup. “Down” adlı bir şarkıları var. Bir sözü var şarkının, “Chill (Sakin)”. Mezar taşımda “Sakin” yazsın istiyorum. Sonunda dünyanın yalan dolanından sıyrılmış olacağım. (gülüyor)

Algiers’ın resmi sitesine şuradan, Bandcamp profiline şuradan ulaşabilirsiniz.