Kirchner, Degas ve Modern Sanatın Doğuşuna Ufak Giriş

İki resmi birleştirmek üzerine devam eden serinin sonuncu olmasını planladığım bu yazıda ele almayı düşündüğüm iki sanatçı bulunuyor: Ernst Ludwig Kirchner ve Edgar Degas. Bu yazıda farklı olacak şey, sanatçıların eserlerini uyandırdığı duygulardan ziyade içeriğindeki figürlerin benzerliğine dayandıracak olmam. Bu yazıdaki amacım ise, iki eser arasındaki farklılıklar üzerinden iki sanat akımından bahsetmek ve modern sanatın doğuşuna başlangıç yapmak. Resimlerden ilki Ernst Ludwig Kirchner tarafından yaratılmış “Six Dancers” adlı eser:  

İlk bakışta, eserde aynı hareketi yapmaya çalışan altı tane balerin görüyoruz. (Bu resmi seçmemdeki asıl nokta “balerin” resmedilmiş olması çünkü diğer sanatçı Edgar Degas balerinlerin ressamı olarak biliniyor.)

İkinci eser ise, balerinlerin ressamı olarak bilinen Degas’ya ait olan “Ballet Rehearsal“:

İlk bakışta görülenler kabaca anlatılmak istenirse verilecek cevap, on bale öğrencisinin çalışması resmedilmiş olabilir. Eser dikkatle ve uzun süre incelendiğinde sanki provayı dışardan izleyenlerden biriymişiz gibi hissettirdiği iddia edilebilir. Resimde kullanılan renklerin yumuşaklığı, ışık, ve keman figürü bu hissi kolaylaştıran etkenler. Tabii ki bu hissin ortaya çıkması ile eserin içinde bulunduğu sanat akımının ilişkisine dikkat edilmesi gerekir.

Ballet Rehearsal” adlı eser, empresyonizm sanat akımına dahil olarak inceleniyor. Modern sanatın doğuşu empresyonizm akımıyla oldukça ilişkilidir. Hatta modern sanatın ilk resminin Claude Monet’nin “Impression-soleil levant”ı olduğu iddia ediliyor. Empresyonizmin ortaya çıkışı şu amaca dayanıyor: Bir manzara ile karşı karşıya kalındığında, o manzarayı olduğu gibi yansıtmak değil, o manzaranın sanatçıda uyandırdığı hisleri içine katıp bir “impression”, izlenim yaratmak ve bunu tuvale taşımak. Kısaca asıl amaç manzarayı göstermek değil, manzaranın sanatçıdaki izlenimini yansıtmak. 

Bu noktada, empresyonizm sadece bir sanat akımı değil aynı zamanda bir felsefenin ortaya çıkmasına neden oldu. Empresyonist felsefe, Mach felsefesinden* yola çıkarak, izlenimi aktarmak için asıl gerekli olan “duyum”a ait tanımlar ortaya koydu. Bu tanımlarla ve empresyonist akımla ilgili olabilecek şu bakış açısını paylaşmak isterim: Bir nesne, bakan kişideki duyum sayesinde var olur. Bu bakış açısını sanat akımına uyarlamak istersek, Edgar Degas’nın yukarıdaki izlenimi sadece bir kez, Degas’nın duyuları özelinde gerçekleşti. Biz o esere tekrar baktığımızda bir bale provasını değil, Degas’nın bakış duyumunu görürüz.

Her ne kadar Edgar Degas eserlerini ilgi çekici bulmasam da yukarıda anlatılan bilgiyle resmi tekrar incelediğimizde sanatçının izlenimini yansıtmada ne kadar başarılı olduğunu görmek hiç de zor değil. Bu başarısını elde etmek için de, Paul Valery‘nin Degas, Dans, Desen adlı kitabında geçtiği gibi Degas’ın balerin kıyafetinin hareketini gördüğü, hissettiği gibi resmedilmesi için büyük emek harcadığı aşikar.

Birinci esere geri dönelim. Bu eserde, figürleri geometrik şekillerden oluşacak şekilde çizme amacına dayanan kübizm sanat akımının etkilerini görüyoruz. Eserde figürlerle ilgili olarak dikkat çeken kısım şudur: Detaylar oldukça az, bir nevi sadece dış, ana hat çizgileriyle resimdeki figürlerin neler olduğunu anlayabiliyoruz. Ancak, iki eserin de balerinleri ele almasına rağmen bu kadar farklı oluşları bağlı oldukları sanat akımlarının farklılığıyla açıklanabilir. Ernst Ludwig Kirchner, ekspresyonizm isimli sanat akımının, başka bir deyişle dışavurumcu sanat anlayışının öncülerinden kabul ediliyor. Dışavurumculuk, isminden de anlaşıldığı gibi iç dünyanın ortaya çıkarılmasını amaçlayan bir akım. 

Bu iki eseri tarihsel bir sıraya koyarsak, önce Edgar Degas, sonrasında Ernst Ludwig Kirchner gelir. Tarihsel olarak birbirlerine oldukça yakın zamanlarda yaratılmış olsalar da aralarındaki farklılığı görmek oldukça kolay. Bu sıralama modern sanatın doğuşuyla birleştirmek istenirse şu söylenebilir: İzlenimcilikle ortaya çıkan duyu anlayışı ve bireyin kendini ortaya koyuşu modern sanatın oluşmasında büyük bir öneme sahiptir ve belki de bu farklılık (bugün artık bazı eleştirmenler tarafından sanatın sonu olarak değerlendirilen) 1960-1980 arası dönemdeki gelişmelerin ilk tohumu olarak değerlendirilebilir. 

* İsmail Tunalı, Felsefenin ışığında modern resim, Remzi Kitabevi: Ankara, 1981