Eren Eyüboğlu ve Edward Hopper Eserlerinde Ortak Bir Duygu Aramak

( Tabii başta şunu belirtmeliyim ki, dışarıdan bakan ve gerçekten etkilenmiş biri olarak burada anlatılanlar bir miktar benim duygularımı içerebilir.)

Eren Eyüboğlu, 1907-1988 yılları arasında yaşamış Romanya asıllı bir ressam. Asıl adı Ernestine’dir. Romanya’da Sanat Akademisini bitirdikten sonra bir süre Paris’te yaşadı ve bu dönemde Cezanne ve Monet’in eserlerini inceledi. Paris’te yaşadığı dönemde Bedri Rahmi Eyüboğlu ile tanıştı ve onunla evlenerek İstanbul’a taşındı. Anadolu insanlarının hayatlarını, yaşayışlarını ekspresyonist ve soyutlamacı bir biçimde eserlerine yansıttı. 

Ancak Eren Eyüboğlu’nun hikayesinde bu anlatılan genel bilgilerden daha fazla yaşanmışlık var. Bu öyle bir yaşanmışlık ki Eren kaçmak için sanata ve oğluna sarılıyor, üretiyor.

Bir gün Eren Eyüboğlu’nun da bulunduğu bir sanat toplantısında, Bedri Rahmi’den bir şiir okumasını istiyorlar. Bedri Rahmi ise çıkıp “Karadut” şiirini okuyor: 

Karadutum, çatal karam, çingenem

Nar tanem, nur tanem, bir tanem

Agaç isem dalımsın salkım saçak

Petek isem balımsın a gülüm

Günahımsın, vebalimsin.

….

Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.

Karam, karam

Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam

Sensiz bana canım dünya haram olsun

Karadur, Bedri Rahmi Eyüboğlu

Şiiri okurken ağlamaya başlayan Bedri Rahmi’nin ağlamasının altında yatan nedeni Eren Eyüboğlu dahil salondaki herkes biliyordu: Mari Gerekmezyan.

Mari Gerekmezyan, Bedri Rahmi’nin ders verdiği bir atölyede öğrencisiydi ve yukarıdaki anıdan anlayabileceğimiz üzere büyük bir aşk yaşamışlardı. Gerekmezyan genç yaşta tüberkülozdan dolayı hayatını kaybetti. Gerekmezyan’ın hastalığı sırasında ve ölümü sonrasında Bedri Rahmi büyük bir buhran yaşadı. Yaşadığı büyük buhrandan, aldattığı eşi Eren Eyüboğlu sayesinde bir nebze çıkabildi. Eren Eyüboğlu, bu döneme çocuğu için dayandığını söyler ve çocuğuna yazdığı bir mektupta bunları dile getirir. Ancak o mektupta şunu da belirtir: “Babanı hiç affetmedim”. 

Bu hikayede beni etkileyen kısım Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Mari Gerekmezyan arasındaki hüzünlü aşk hikayesi değildir. Aksine Eren Eyüboğlu’nun yıllarca yaşadığı hüzündür. Bu hüznün asıl etkilendiğim kısmı da şudur: Kendi hayatını bırakıp, Türkiye’ye yerleşen ve bu yeni hayatında duygusal olarak yalnız kalmanın hüznü. Bu açıdan, Eren Eyüboğlu’nun ürettiği eserleri inceledim ve iki tane portre çalışmasını seçtim:

Bu eser ile ilk kez karşı karşıya kaldığımda, kadının bakışlarındaki kendine güven beni sarsmıştı ve içimde bu resimdeki gibi bir kadın, güçlü bir kadın, olma isteği uyanmıştı. Buradaki kadını kendimce anlatmak istesem şöyle bir senaryo yazabilirim: 

Gerçekten mutlu olmayan, hüzünlü, ve duygusal anlamda zarar görmüş bir kadının dış dünyası ile etkileşime geçerken takmak istediği bir portre. 

Mimiklerdeki kendini beğenmişlik, gözlerdeki küçümseme, ciddi duruş ve çevresine ördüğü duvar bana bu tahmini yaptıran detaylar. 

Bu resim de bana oldukça mütevazı bir kadını çağrıştırıyor. Ama bu kadın mütevazı olduğu kadar üst birisi de. Ve ifadesiz yüzünü de yine mutsuzluk, yalnızlık ya da boşvermişlik ile ilişkilendirebilirim. 

Yazının şimdiki bölümüne kadar, bu kadar yalnızlık, güçlü duruş, ifadesizlik en çok kullanılan kelimeler oldu. Eren Eyüboğlu’ndan hiç bahsedilmemiş gibi, sadece bu kelimeler ele alındığı zaman aklıma gelen ilk ressam Edward Hopper oluyor. 

Edward Hopper, Amerikan kültüründeki yalnızlığı ya da belki bireyselliği eserlerinde ifade etmeye çalışan bir sanatçıdır. Aynı zamanda, sanatçının popülerliği karantina döneminde eserlerindeki izolasyon havası dolayısıyla artmıştır. Aşağıda bu sanatçıya ait olan “Gece Kuşları” adlı eser bulunuyor. 

Birbiriyle konuşmayan, göz teması kurmayan üç müşterinin bulunduğu bu eserdeki kadının ifade edilişi ile yukarıda Eren Eyüboğlu’na ait olan portreler arasında bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Ve son olarak, yalnızlık ya da bireysellik ifadelerinin iki ressamın belirtilen eserleri için birleştirici ifadeler olabileceğini iddia ediyorum.

Kaynaklar:

Vikipedi

Antoloji.com