Xiu Xiu 21. yüzyıl müzik hafızasının en özgün oluşumlarından biri. Jamie Stewart önderliğinde yola çıkan ve 19 yıldır noise pop’tan deneysel rock’a çeşitli tarzları birbirine kıran, ses duvarlarını aşındıran proje geçtiğimiz cuma (26 Mart) on ikinci stüdyo albümü OH NO ile döndü. Ama ne dönüş… Baştan sona düetlere yer veren albümün etkileyici konuk müzisyen listesi şöyle: Sharon Van Etten, Drab Majesty, Haley Fohr, Greg Saunier, Susanne Sachsse, Liars, Angela Seo, Owen Pallett, Chelsea Wolfe, Fabrizio Modenese Palumbo, Shearwater, Twin Shadow, Alice Bag, Liz Harris, Valerie Diaz.
Albümden önce paylaşılan tekliler “A Bottle of Rum” ile “Rumpus Room”, yine özel bir projeyle karşı karşıya olduğumuzun sinyallerini veriyordu. Hem bu beklentimizde yanılmadık, hem de Jamie Stewart röportaj isteğimizi kabul etti. Biz de Zoom üstünden randevulaşıp kendisiyle biraz söyleştik. Yeni albüm bahane, sohbet şahane: Stewart’la Werner Herzog’dan David Lynch’e, The Cure’dan hiç yazmadığı aşk şarkılarına konuşulmadık konu bırakmadık adeta. Okurken bizim kadar keyif almanız dileğiyle.
Söyleşi aşağıda. Orijinal dilinde okumak için: Tık.
Bu röportajın Kıyı Müzik için anlamı büyük: Radyomuz 2012’de yayın hayatına başladığında ilk çaldığımız şarkı, sekizinci Xiu Xiu albümü Always’de yer alan “Hi” olmuştu. Öyle oyalanıyorduk, bir merhaba diyelim dedik ve onu seçtik. (gülüşmeler)
Jamie Stewart: Ne güzel! Çok mutlu etti bunu duymak, çok teşekkür ederim.
O zamandan bu yana ne kadar çok şey yaşadığımızı düşününce insan inanamıyor. Xiu Xiu gelişmeye devam etti, ama dünya da çok değişti. Şahsi düzlemde ve müzik düzleminde sen pandemiye nasıl ayak uydurdun?
Diğer herkes gibi ben de bir grubum olmasına rağmen turneye çıkamadım. Mali olarak süper durumda değiliz, ama bolca boş vakit elde ettik. Kendi stüdyomuz var, turnede olmadığımız vakti de hep stüdyoda geçiriyoruz, haliyle son bir sene boyunca inanılmaz fazla kayıt yapma imkanımız oldu. Geçtiğimiz cuma çıkan yeni albümümüz üstünde çalıştık. Onun kayıtları ise geçtiğimiz eylül ayında bitmişti, o zamandan beri sıradaki albüm üstünde çalışıyoruz. Bandcamp’te bir abonelik sistemi kurduk hayranlarımız için, o da yeni bir şey. Turneye çıkamamak dışında işlerin çok da eskisinden farklı seyrettiğini söyleyemem ama. Albüm yapmayı seviyoruz. Kayıtlarla uğraşmayı seviyorum. Bu süreç de bütün bunlarla uğraşmak için bahane oldu. Yani hayatın geri kalan her şeyi değişti tabi, ama Xiu Xiu başladığından beri durmadan konser veriyorduk zaten. Elde ettiğimiz ilk uzun mola bu. Psikolojik olarak ihtiyaç duyduğumuz bir şeydi belki de.
Bir önceki albümünüz Girl With Basket of Fruit en acayip, çılgınca, kaotik şarkılarınızdan bazılarını içeriyordu. Bu da sizin gibi bir grup için yüksek bir çıta aslında. Haliyle OH NO’dan çıkacak ilk tekli olarak “A Bottle of Rum”ı seçtiğinizde şimdiye kadarki en radyo dostu şarkılarınızdan birini duymak şaşırttı. Bilinçli bir karar mıydı bu?
Normal bir şarkı sahiden. Ve hayır. Zaten bundan önce de hep nispeten geleneksel şarkı yazımına yakın seyreden işlerle sıra dışı olanlar arasında gidip gelmiştik. Klasik metotlarla inşa edilmiş şarkı yazımını çok takdir ediyorum, bizim de arada ulaşmaya çalıştığımız bir yapı bu. Fakat aynı zamanda deli işi, yoğun, noise – endüstriyel – deneysel alanlarda gidip gelen müziklerle de çok ilgiliyiz. Girl with Basket of Fruit bence de şimdiye kadar yaptığımız en uçuk kaçık işti. Ama ondan sonra çıkıp da “Şimdi aşırı normal şarkılar yapmalıyız!” demedik. Gerçi muhtemelen bilinçaltımda böyle bir ihtiyacım vardı. Ne de olsa son albümde yarattığımız şey, aklımıza gelen her şeyi bir varile atıp bakalım ne olacak ne diye bayırdan aşağı yuvarlamaya benziyordu. Yani sonrası bilinçli bir tercih olmasa da aslında bilinçaltım benim yerime kararları vermiş olabilir. “Şimdi bunu yapman lazım. Hadi git şarkılarını söyle.”
Xiu Xiu’yu daha önce hiç dinlememiş birinin sizden ilk izlenimi “A Bottle of Rum” olsa ne olurdu diye düşünüyorum. Muhtemelen “Aa ne tatlı bir pop şarkısıymış bu” der, arşivinizin kalanına indiğinde de şok geçirirdi.
Aynen. (gülüyor) Olsun, sorun değil.
Harika yeni albümünüz OH NO, baştan sona harika sanatçılarla düetler içeriyor. Dünya çapında yalnızlığın hakim olduğu bir devirde bu yaklaşım insana daha anlamlı geliyor doğrusu. Sence bu birlik duygusu, zorlu bir dönemde yeni şeyler yaratman için manevi destek oldu mu sana?
Aslında bir düetler albümü yapmaya pandemiden önce karar vermiştik. Çıkışının pandemiye denk gelmesi ise kazara kayda fazladan bir anlam katmanı bahşetti. Elbette pandeminin hiç gerçekleşmemesini dilerdim, ama elimizdeki şey bir düetler albümü olunca şimdi yayınlamak gayet makul geliyor. Başka sebeplerimiz de vardı ama elbette. Albüm yapıyorsak biri müziğimizden bir şeyler edinsin diye yapıyoruz, bu durum da her albümümüz için geçerli.
Bunca insanla çalışmayı organize etmek zor oldu mu? Malum, bazılarıyla uzaktan çalıştınız. Bu yeni şartlar yaratıcı dinamikleri nasıl etkiledi?
Geçmişte de düet yaptığımız olmuştu, hemen hemen her albümde birileriyle işbirliğine gidiyoruz. Haliyle bizim için yepyeni bir deneyim olmadı. Elbette şimdiye dek bir albümde hiç bu kadar fazla insanla ortaklık kurmamıştık, ama iş dinamiğinin kendisine aşinayız. Ne zaman biriyle ortak çalışacak olsak kendisine “Şimdi burada bazı olası fikirlerimiz var. Bu fikirleri değerlendirebilirsin, ya da tümüyle kendin olmayı seçebilirsin” deriz. Hiç kılavuzluk etmesek birinden çok şey istemiş oluruz sonuçta. Bu düetlerde de durum aynıydı. İnsanlara şarkının sözlerini ve ana melodiyi gönderdim. “Tümüyle buradan yürümek istersen de, bambaşka bir şey yapmak istersen de bizim için olumlu. Bunu senden istiyoruz çünkü sana ve müziğe yaklaşım biçimine hayranız. Sana doğru gelen şey neyse onu yap lütfen” dedim. Kimi insanlar sözlere ve ana melodiye neredeyse birebir ayak uydurup harika bir iş çıkardılar. Kimileri ise bize bambaşka şeylerle döndü. Twin Shadow “Saint Dymphna”ya saksafon ekledi mesela. Bizim aklımızda bu yoktu, ama sonuç müthiş oldu. Şarkıyı çok daha iyi bir hale getirdi. Eğer üstünde daha kontrol sahibi ya da net bir tavır sergilemiş olsaydık, muhtemelen böyle bir şey yapma özgürlüğünü kendinde bulamayacaktı.
Sürprizlerle karşılaşmayı, insanların kendilerini açık ve özgür hissetmesini umduk. Ve -bunu sırf kibar olmak için söylemiyorum- albümdeki herkes müthiş işler ortaya koydu. Birileriyle ortaklığa gittiğinde çoğu zaman yolladığın şeye kısaca bir göz atıp ardından sırada bekleyen binlerce başka işe odaklanmayı seçerler. Çok meşgullerdir, haliyle bir an önce önlerine bakmak isterler. Ama tarafıma dönen her kayıt güzelliğiyle başımı döndürdü. İnsanlar önerdiğim şeye yüreklerini katmayı seçtiği için çok onore oldum.
Kolektif bir ruhun ürünü yani.
Bence bu yerinde bir tanım. Bunun bir parçası olduğum için çok şanslıyım.
Uzun süredir grupta olan arkadaşın Angelo Seo da “Fuzz Gong Fight”ta seninle düet yapıyor. Nasıl gelişti bu? Xiu Xiu bir Xiu Xiu üyesiyle düet yapıyor, sonuç hem Xiu Xiu hem ötesi oluyor…
(gülüyor) Angela yaklaşık 12 yıldır en iyi dostum. Ancak birkaç sene önce bana birbirimizi çok iyi tanıdığımız halde o güne dek hiç açıklamadığı bir şey söyledi: Gizli arzusu bir şarkıcı olmaktı, ama sesine hiç güvenmiyordu. Birlikte Always’de de bir düet yapmıştık, ancak o zamandan beri hiçbir projede vokal yapmamıştı. Girl with Basket of Fruit’ta da kendisini konuşurken duyabiliyorsun biraz. Artık bu arzusunu öğrendiğim için bunu başarmamız gerektiğini hissettim. Ev arkadaşıyız ama kendisi şu an burada değil, haliyle bu konuda rahatça konuşabiliyorum şu an. Ama biraz daha şarkı söylese süper olurdu bence. İnanılmaz saflık ve hassaslıkta bir şarkı söyleme tarzı olduğunu, yaklaşımının hakiki olduğunu düşünüyorum. Bu konuda gergin hissediyor ve sebebini anlayabiliyorum. Aşırı hassas ve samimi bir uğraş. Aslında ben de gizliden gizliye onunla rol değiş tokuşu yapmak istiyorum, umarım bir gün o ana vokal olur da bir daha asla şarkı söylemem gerekmez!
“Sad Mezcalita” dediğine göre ilk başta bir aşk şarkısı olacakmış, bu yönde çabalamış ama amacına ulaşamamışsın. Yine de durmadan deneyler yapmaya, taze konseptlerle karşımıza gelmeye devam ediyorsun. Sence bir noktada arp ve yumuşak gitar melodileriyle bezeli, baştan sona aşk şarkılarına yer veren bir Xiu Xiu albümü görür müyüz? 14 Şubat’ta falan yayınlanır hatta…
İyi fikirmiş. (gülüyor) 50 yıl boyunca devam edecek bir grup olmayı planlıyoruz, haliyle bolca vaktimiz var. (gülüyor) Yapabilirim, hoşuma gitti.
OH NO bir de The Cure şarkısı “One Hundred Years”ın yeni bir yorumuna yer veriyor. Doğrusu Xiu Xiu külliyatına “Hepimiz ölsek ne fark eder” gibi sözlerle çok güzel uyduğunu düşünüyorum bu tercihin. En sevdiğin The Cure albümü nedir, müziklerinin üstünde ne kadar etkisi oldu?
The Cure çocukluğumdan bu yana en sevdiğim gruplardan biri. Nirvana sahneye çıkmadan evvel dinlediğin müzikler ile arkadaş grubun arasında daha derin bir sosyal ilişki vardı. Müzik şimdiye kıyasla çok daha büyük bir kültürel kimlik belirteciydi. Ben çocukken hiçbir sporcuyu The Cure dinlerken göremezdiniz, ya da beyaz bir çocuğu hip-hop dinlerken… Şimdi herkes her şeyi dinliyor. Tabi The Cure çocukluğumda da popülerdi, ama her radyoda kendine yer bulamazdı. MTV onlara sadece gece kuşağında yer verirdi. Yaptıkları müzik önümde bir kapı araladı, sayelerinde hem goth müziğe, hem de daha sert ya da deneysel müziklere sardım. Top 40 listelerinde kendine yer bulamayan ne varsa… Herhalde bana en fazla biçim vermiş gruptur.
En sevdiğim The Cure albümü, bir düşüneyim… Şu aralar favorim Pornography, sırf yorumladığımız şarkı orada yer aldığı için de demiyorum. Başka bir zamanda cevabım Boys Don’t Cry, Kiss Me Kiss Me Kiss Me ya da Disintegration da olabilirdi. Moduma bağlı. (gülüyor) Neredeyse her The Cure albümü bir noktada favorim oldu.
Pornography birçok sıkı The Cure hayranının favorisidir ama.
Evet. Eskiden benim için fazla yoğun bir albümdü. Sevmiyor değildim, sadece o tarz müzikleri yeterince takdir edemiyordum. İçine ilk girdiğim Kiss Me Kiss Me Kiss Me oldu. Muhtemelen en ünlü şarkıları olan “Just Like Heaven” da orada zaten. Pornography’yi iyice özümseyeli belki on yıl falan olmuştur anca. Kendilerini asırlardır dinlemediğim bir döneme denk geldi daha etraflıca dinleyişim. Senin favorin hangisi? Sever misin The Cure’u?
Evet, çok. Bilemedim, benimki de Pornography olabilir, ama sürekli de değişiyor.
Evet. Bu da büyük grupların bir özelliğidir. Hedefi çok kez on ikiden vurdular.
Sürprizlerle karşılaşmayı, insanların kendilerini açık ve özgür hissetmesini umduk. Ve -bunu sırf kibar olmak için söylemiyorum- albümdeki herkes müthiş işler ortaya koydu.
Jamie Stewart
OH NO’nun kapanış şarkısı “ANTS”te Valerie Diaz’ın müziksiz okuduğu kısa bir şiiri dinliyoruz. Sence albüme ne şekilde hizmet ediyor bu kapanış?
(düşünüyor) Bilmiyorum. Onu albüme koyma düşüncesinin nereden geldiğini açıklayabilirim ama. Werner Herzog’a odaklanan söyleşi kitabı Herzog on Herzog’u okuyordum. Sıkı hayranıyımdır kendisinin. Herzog bu kitapta şahsi yaratım sürecinden bahsediyor, bunu yaparken de kitap yayınlanana kadar üstünde çalıştığı bütün filmleri kronolojik sırayla ele alıyor. Birkaç kere de -onun kadar iyi ifade edemeyeceğime emin olduğum- şu düşünceyi açıklıyor: “Eğer bir şey üstüne çalışıyorken aklına bir fikir gelirse ve bu fikre karşı açıklayamadığın bir bağ hissedersen ne kadar bağlam dışı gözükürse gözüksün işine yedirmelisin. Bunun ne olduğunu tam olarak anlayamasan bile.” Onun filmlerine bir bakarsan konudan sapan nice sahne ya da detay var. Anlamsız görünüyorlar uzaktan, ama her nasılsa filmin en iyi parçası onlar oluyor. Filmlerinin ufkunu genişletiyorlar.
Bunu daha somut bir örnekle izah etmeye çalışayım: Albüm kapağında gördüğün göz çizimini Florence Bulvarı’ndaki bir mekandan buldum. Şarkıda vokalini işittiğin arkadaşım Valerie’nin evine giderken hep bu bulvardan ve mekanın önünden geçiyorum. Valerie de ben de sık sık ot içeriz. Kafam çok güzeldi ve bu şiiri sesli okudum. Her nasılsa sonraki gün de hatırladım okuduğum şeyi. Nasıl oldu fikrim yok, çünkü hayli manasız bir şiir. Ama bir yandan da garip biçimde cesaretlendirici. Valerie Coney Island’lı, oraya ait çok belirgin ve tatlı bir aksanı var. Dedim ki, o zaman bu gözleri kullanalım, uyuşturucuyu ve dostluğumuzu da işin içine katalım. Her nasılsa o şiiri albümün sonuna iliştirmek benim için bir sanat gurusu olan Werner Herzog’a saygı duruşuna dönüştü. Hepi topu üç dizelik bir şiir için hayli uzun bir hikayesi var, evet. (gülüyor)
En sevdiğim Xiu Xiu albümlerinden biri Plays The Music of Twin Peaks. Baştan sona imzanın olduğu bir özgün film müziği albümü yapmayı düşündün mü hiç? Birlikte çalışmayı en çok istediğin yönetmenler kim ve bir numarada neden David Lynch var? (gülüşmeler)
Bir soundtrack albümü yapmayı çok isterdim. Büyük bir film fanatiğiyim, filmler için ufak besteler yapmışlığım da var. Her zaman çok keyif aldım bundan, daha fazlasını yapmak da isterim. Yazdığımız şarkılarda film müziklerinin etkisi de büyük, malum. Diğer soruya cevabım da tabi ki David Lynch. (gülüyor)
Biliyordum. (gülüyor)
Bunu itiraf etmeye utanıyorum, ama çok fazla yönetmen bilmiyorum. Biri elbette Werner Herzog. Lars Von Trier, William Friedkin. Bir de şu Drive’ı yöneten adam, neydi adı…
Nicolas Winding Refn.
Aynen. Bu saydıklarımın hepsi yaşlı, beyaz adamlar ne yazık ki. Biri hariç hepsi Avrupalı. Yaptıkları filmler inanılmaz ama. Herhangi biriyle çalışmaktan onur duyardım. İşini iyini yapan herkesle çalışmaya uyarım ama.
İçimden bir ses David Lynch Xiu Xiu’nun bir hayranıdır diyor bu arada, ama elbette bunun kanıtlamamın bir yolu yok.
Bence ondan o kadar etkilendik ki onun bizim hayranımız olması mümkün değil. O kadar şeyi ondan çaldık, kendimizi o kadar onun ışığında oluşturduk ki öylesi pek mantıklı olmaz. Yaptığımız olsa olsa onun 5 sene önce yaptığı bir şeyin kopyası olabilir. Ve kendisinin yeni bir şeylere odaklanmayı tercih edeceğine kuşkum yok.
Twin Peaks’in üçüncü sezonu çok sayıda güzel müzisyeni ve grubu ağırladı, sizi de orada görmek güzel olurdu. İzledin mi o sezonu bu arada?
Evet, hem de üç kere!
Daha önce de dediğimiz gibi OH NO birlik ve dayanışma adına bir şeyler söylüyor. Bandcamp’te başlattığınız proje XIU MUTHA FUCKIN XIU da benzer bir amaca hizmet ediyor. Bu abonelik sistemini daha önce hiç duymamış okuyucularımız için tarif edebilir misin, sence nasıl gidiyor?
Bandcamp’in güzel yönlerinden biri çok esnek bir yapıya sahip olması. İstediğin kaydını oraya koyabiliyorsun, daha başka ne koyabileceğin yönünde de sıkı kurallar yok. Biz sesli kitaplar, deneysel müzikler, hatta kahve kupaları koyduk oraya. Abonelik sistemimizde ise ayda bir üç parçadan mürekkep yayınlar üretiyoruz: Bir yorum şarkı, bir yeniden yorumlanmış eski Xiu Xiu şarkısı, bir de insanlara kendi müziklerinde kullanmaları için hediye ettiğimiz sample’lar oluyor. Ayrıca her ay bir kartpostal tasarlayıp bunu da insanlara yolluyoruz. Çalışmaya devam etmek için kullandığımız metotlardan biri en nihayetinde. Ayda bir hazırladığımızdan bu proje bana daha iyi bir ses mühendisi olmayı öğretti. Devamlı üstünde çalışıyoruz, bir de üstüne şarkı yazmaya, diğer işlerimizle ilgilenmeye devam ediyoruz. İş yükümüzü çok olumlu bir şekilde arttırdı yani.
Günümüzde müzisyenlerin ana geçim kaynağı olan konserler hayatımızdan geçici olarak çıktı. Bu da bir direnme metodu olarak yaratıcılığı gerekli kılıyor. Siz zaten her zaman yaratıcıydınız. Şimdilerde bu abonelik sistemini kurdunuz, kendi adınızı taşıyan bir acı sos ürettiniz… Yalnızlaşan bu dünya çerçevesinde başka ne gibi planlarınız var?
Bir kitap yazdım, şimdilerde nasıl yayınlatırım diye uğraş veriyorum. Muhtemelen önümüzdeki güz piyasaya çıkacak. Genelde bir albümü yayınlanmadan aylar önce kayıtlarını bitirirsin, biz de OH NO’yu geçtiğimiz eylül ayında bitirdik, o gün bugündür yeni albümümüz üstünde çalışıyoruz. Turnede olmadığımız için de daha hızlı ilerliyor. Angela bir solo albüm yaptı, önümüzdeki günlerde ROOM40 Records etiketiyle yayınlanacak. (Lawrence English’le kurduğum) HEXA isimli bir başka grubum var, daha yeni bir şeyler kaydettik, yakında yayınlıyoruz. Angela ile ben ayrıca Berlin menşeili sanat performans grubu CHEAP’te yer alıyoruz. Bir süredir uzaktan çalışıyoruz onlarla, müzik gönderiyoruz. Anlayacağın şu sıralar çok meşgulüz, bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum.
Müzik kariyerinde az maceraya atılmadın. Bir müzisyen olarak bugüne kadar başardıkların içinde en gurur duyduğun şey nedir?
Sanırım pes etmemek. Hayatımda çok bitkin, yılmış, motivasyonunu yitirmiş hissettiğim dönemler oldu. Angela bana kendime gelmemi tembihleyip kolumdan tuttu böyle zamanlarda genellikle. Bir terapistim vardı zamanında, devamlı müziği bırakmak hakkında konuşacağıma ne yapıyorsam aynen devam etmemi söyledi. “Aa evet, iyi fikirmiş” oldum. (gülüyor) Yani iyi durumdayız, ama çok büyük bir grup da değiliz. Bazen bu iş ciddi bir mücadeleye dönüşebiliyor. Şimdiye dek pes etmediğimiz için gururluyum.
Çok da sadık bir hayran kitleniz var ayrıca.
Evet. İnsanlar bize aşırı sevgi gösteriyor. Birlikte turneye çıktığımız her grup bugüne dek önünde çaldıkları en iyi kitlenin bizimkiler olduğunu söyledi. Bazı zamanlarda da ön grup olduk. Böyle anlarda normalde hiç çalmadığımız insanlara hitap etmek güzel şey elbette, ancak bu şekilde bir şeyi çok iyi anladım: Xiu Xiu konserine gelen insanlar sahiden müthiş oluyor. Buna sahip olduğumuz için çok şanslıyız. En geniş hayran kitlesine sahip değiliz belki, ama en iyi hayran kitlesi bizimki.
Son sorum: Şarkı sözlerinden birini mezar taşına yazdıracak olsaydın hangisini seçerdin?
(gülüyor) Çok komik bir soruymuş bu. Hayatımda çok röportaj verdim, ama bunu kimse sormamıştı. Şimdiye dek duyduğum en iyi soru olabilir.
Bildiğin gibi bazı şarkılarımızda sadece garip sesler çıkarıyorum, “JKFGFGDFDFSDS” gibi. Bu şarkıların sözünü yazıya dökerken de rastgele harfleri yan yana diziyoruz. O yüzden cevabım: “JKFGFGDFDFSDS, 1978-2021”. Evet. Doğumum, yaşamım ve ölümümü özetlemek için daha doğru bir tarif düşünemiyorum.
Xiu Xiu’nun resmi sitesine şuradan, Bandcamp profiline ise şuradan ulaşabilirsiniz.