Michael Tau ile Ekstrem Müzik Üstüne Bir Sohbet

Son güncelleme:

Psikiyatr ve müzik yazarı Michael Tau’nun yeni kitabı Extreme Music. From Silence To Noise And Everything In Between (Ekstrem Müzik: Sessizlikten Gürültüye ve Arada Kalan Diğer Her Şeye), geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Uç müzik türlerini, yaklaşımlarını ve formatlarını etraflıca inceleyen kitaptan ilhamla Tau ile bu ekstrem dünyada bir yolculuğa çıktık.

İlk olarak seni tanımayanlar için biraz kendinden bahsedebilir misin?

Gündüzleri psikiyatr olarak çalışıyorum. Onun dışında da müzik üstüne yazıyorum. Yıllar boyu çeşitli dergiler ve sitelerde albüm incelemeleri, makaleler ve röportajlarım yayımlandı. Geçtiğimiz altı yılımı son kitabım Extreme Music’i yazmaya adadım, sonunda çıktı.

Şahsen ortalama bir günümde anlık The Beatles dinliyorken birdenbire Swans’a ya da Throbbing Gristle’a geçiş yapabiliyorum. Senin günlük ortalama müzik dinleme rutinin nasıl ilerliyor?

Ben de senin gibiyim. Ortaya karışık, çorba bir müzik zevkim var. Müzik tarihi hakkında bir şeyler öğrenmeyi çok seviyorum; buna The Beatles ve klasik rock tarihi de dahil, yeraltı müziğin tarihi de. Özellikle ikinci kısımdayım ama. Rastgele bir günümde ekstrem metal de dinleyebilirim, 1960’ların saykodelik müziğini de. 1990’ların post-hardcore müziklerinin gönlümde ayrı bir yer var. O dönemler indie rock da deniyordu kendisine. Diğer türlere nazaran azıcık daha sık dinleyebiliyorum o tarz şeyler, ama olmadığım masa yok. Easy listening, exotica, grindcore… Aklına ne gelirse.

Kitabında ekstrem müzikleri detaylı bir biçimde irdeliyorsun. Üstüne konuşmaya başlamadan önce bir de şunu merak ediyorum: Ekstrem müzikle temasına dair en eski hatıran nedir?

Harika soru. Çocukluğumda -11 yaşımda falan- sürekli radyo dinlerdim. Energy 108 adlı bir radyo istasyonu vardı, dans müzikleri çalıyordu. 1990’lardan bahsediyorum. Şimdi dönüp baktığımda günümüzde Eurodance etiketiyle tanımlanan şarkılar çalıyordu. 1990’ların ortasında var olan pop, house etkili müzikler yani. Derken Aphex Twin, Squarepusher gibi sanatçıları keşfettim. Sanırım müzik dergileri ve ilk günlerini yaşayan internet sayesinde denk gelmiştim. “Ah, demek elektronik müziğin daha ekstrem formları varmış.” diye düşündüm. Happy hardcore, gabby gibi türlerle o ara tanıştım. Atari Teenage Riot’ın bir CD’sini aldığımı hatırlıyorum, en hızlı müziği onların yaptığı gibi bir şey duymuştum sanırım. “Müzik en uç noktasına taşındığında nasıl tınlar?” sorusu ilgimi çekiyordu. Benzer süreçlerin sonunda noise ve heavy metal ile tanıştım. Sanırım o yaşlarımda henüz metalin daha ekstrem formlarını kafam almıyordu, ama müziğin gürültülü ve uç bir formu olan noise ile tanışmış oldum. Elbette zamanlarla bu türleri kavrayışım daha sofistike bir boyuta ulaştı. Kitabımın özünde de bu soru var: “Müzikal bir konsepti alıp en uç noktasına sürüklediğinde ne olur?”

Bu kitaptaki materyali ele alırken nasıl bir organizasyon süreci izledin, kitabın son halinde yer vermediğin materyaller oldu mu?

Bilgisayarımda bir klasör açarak başladım üstünde çalışmaya. Bir sürü Doc dosyası açtım ki üstünde durmak istediğim konseptlerin her birini kendi dosyasında toparlayabileyim. Dosyaların biri hızlı müzikler içindi, biri sessiz müzikler, biri büyük kayıtlar, biri ufak kayıtlar. Zaman geçtikçe düğümü çözüp neyin nereye uyduğuna kanaat getirebildim. Nihayetinde o Doc dosyaları kendi içinde minik dosyalara ayrılıp alt kategorileri doğurdu. Bunları dinlemesi biraz sıkıcı sanırım, ama sürecin somut boyutu böyleydi ve altı yıl sürdü. (gülüyor)

Birkaç zaiyatı da oldu bu sürecin. Birkaç şeyi yazmaya başladım, sonradan kitapta yeri olmadığına karar verdim. “Buluntu müzik” üstüne bir bölüm var kitapta, başta oraya alt kategori olarak “Plunderphonics”i ekleyecektim. Medya ögelerinin üstünde oynayıp yeni baştan kurgulayan Negativland ve People Like Us gibi sanatçıları yani. Kitaba dahil etmememin başlıca sebebi de plunderphonics’in halihazırda başka yazarlar tarafından detaylıca ele alınmış olması. Diğer kategorilere kıyasla kendine has bir dünyaya ait gibiydi. Bir de üstüne bir şey karalamışken müzikte sample sanatına da değinmemek olmayacaktı. Çok geniş bir konu.

Kitaba eklememeye karar verdiğim bir diğer bölüm de “Kilitli Oyuklar” idi. Belki de plak şirketi RRRecords’u ve plakları RRR-100’ü duymuşsundur. Plakta birbirinden bağımsız ve her birinde ayrı bir şarkı içeren 100 oyuk var. İğneyi istediğin bir noktaya bırakıyorsun, o noktadaki sesi sonsuz döngü halinde çalıyor. Bu plak türünün tek örneği değil, bu şekilde üretilmiş başka kayıtlar var. Kimisi derleme albüm, kimisi sanatçıların o plak için ürettikleri şarkıları içeriyor. Bu bölümü eklemememin tek sebebi yeterince materyale sahip olduğuma ve artık yoluma bakabileceğime karar vermem. (gülüyor) Bence ilginç bir bölüm çıkabilirdi buradan da. Bir gün kitabın daha geniş bir versiyonunu yayımlayacak olursam muhtemelen bu bölüme yer veririm, çünkü ekstrem albüm örneği olarak son derece havalı bir şey.

Bir keresinde Xiu Xiu’dan Jamie Stewart ile röportaj yapmıştım, bana “Çocukluğumda bir sporcuyu The Cure dinlerken, beyaz bir çocuğu da hip-hop dinlerken göremezdin. Artık herkes her şeyi dinliyor.” demişti. Kitabını okurken bir kez daha fark ettim ki bu gözlem her ne kadar doğru olsa da müzik sanatında hâlâ tabular mevcut. Kitabında bahsettiğin türlerden bazılarının bir gün ana akıma dahil olabileceğini düşünüyor musun?

Enteresan bir soru bu. Ana akım dediğimiz şey aslında hep yeraltında yer alan farklı fikirlerden doğmuştur, bugünlerde daha geniş bir türler yelpazesinin var olduğuna da katılıyorum. Bu muhtemelen streaming ile, algoritmaların düzenlediği çalma listeleriyle de ilgili; ama doğruya doğru, bugün insanlar geçmişe kıyasla daha çeşitli şeyler dinliyor. Bence kitapta yer verdiğim bazı alt kültürler tür bile değil, daha ziyade fikir.

Ya da alt tür, hatta mikro tür.

Aynen. Bence bunların bazıları müzik endüstrisi tarafından uyarlanmaya diğerlerinden daha müsait. Bunun en bariz örneği vaporwave’in farklı türlerine odaklandığım bölümlerde görülebilir. İnternetteki vaporwave sahnesi adeta şahlanmış durumda, çok sayıda küçük ölçekli albüm de mevcut. Vaporwave estetiği ise çok popülerleşti, pop müzikte belli bir ölçüde görüyoruz kendisini bence. Öte yandan disket formatta albümlerin yaygınlaşacağını pek zannetmiyorum. (gülüyor) Nispeten popüler bazı grupların özel bir format olarak başvurmuşluğu var gerçi. Harsh Noise Wall’un da herhangi bir noktada Billboard listelerinin zirvesine çıkması zor görünüyor.

Kitabımda yer alan diğer türleri düşünüyorum şu an. (gülüyor) The Flaming Lips’in paketinde kan içeren bir albümü vardı, Kesha da vardı albümde. Hiç belli olmuyor sanırım bu işler. Bazı türler ve yaklaşımlar kendini ana akıma daha müsait kılmayı başardı ama.

Öte yandan örneğin black midi dediğimiz fenomen adını doğrudan bir gruba bahşetti. Bu durum bana tabuların yıkılması konusunda ümit veriyor.

İronik bir durum bir yandan. Black Midi geniş çevreler tarafından bilinen bir grup, ama birçok kişi grubun adının var olan bir türden geldiğini bilmiyor. Şu an internette Black Midi’yi arattığında sadece gruba ulaşabiliyorsun, müzik türüne dair hiçbir şey yok.

Kitabını henüz okumayanlar için seni hikâyesiyle hayretler içinde bırakan üç ekstrem albüm örneği sayabilir misin?

Zor bir soru. (gülüyor) Şu anda kitabın İçindekiler sayfasına göz atıyorum buna cevap verebilmek için. Sanırım en ekstrem albümleri seçmek için bir yöntem, bu kitaba ilham veren albümleri saymak olabilir.

İlk örnek Extreme Music’te yer verdiğim birçok şeye kıyasla normal görünecek: Robert Rich’in Somnium albümü. Sekiz saatlik bir sesler bütünü, maksadı da uyku esnasında dinlemek. İlk kez varlığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Rich’in bu albümü yaratmasının sebebi üniversite günlerinde her biri sahiden sekiz saat süren “uyku konserleri” veriyor olmasıydı. Teknolojinin yardımıyla üretilen 20 milyar saatlik diğer kayıtların aksine o bu kaydı sahiden canlı icra edebiliyordu. Albüm canlı icra edilebilen sekiz saatlik bir performanstı şakasız. Bunu çok etkileyici buluyorum. Bu kitaptan çok çok önce, bir dergide Robert Rich ile röportaj yapmıştım. O röportaj sayesinde kompozisyonların sınırları üstüne düşündüm bolca, özellikle süresi uzun olanların. Ve işe bak ki süresi uzun başka birçok müziğin aksine o albümü şiddetle öneririm. Dinlemesi sahiden zevkli bir çalışma, eşliğinde uyuyarak amacını yaşamışlığım da vardır.

Epey erken keşfettiğim bir başka örnek Slap-a-Ham plak şirketinin yayımladığı grindcore ve powerviolence odaklı derleme albümler. Yedi inçlik bu plakların her birinde tonlarca sanatçıdan tonlarca şarkı var. Her biri kısacık şarkılardan oluşan bir albüm fikri duyar duymaz çok ilgimi çekmişti. Gerçi bu örnek hiçbir şey, noisecore türünde basılmış kimi yedi inç kayıtlarda 500 şarkı var, ama o sırada bunu bilmiyordum tabii. Bir derlemede birçok müzisyenin minik parçalara katkı sunmuş olması fikri çok etkileyiciydi. Yeni bir sahneyi keşfederken bir yandan durup “Kim niye böyle bir şey yaratsın?” diye düşünmeme sebep olan ilk şeylerden biriydi.

Son olarak: Kitabımda “Major Ego Produkt Objekts & Aktions”a ayırdığım bir bölüm var. Yıllar önce internette keşfettiğim bir külliyat. Plak şirketinin yayımladığı garip ürünlere yer veren sitelerine denk gelmiştim. Yayımladıkları şeylerden biri içinde sadece çürük besin içeren bir kutuydu. Bir başkası da reçel kavanozuna konulmuş bir kaset. Bu şirket hakkında internetin ilk günlerinde araştırma yaptığımı ve “Bu nasıl bir saçmalık!” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Beni anlıyorsundur. Beş kopyayla sınırlı albümler bunlar. Kim alır ki bunları? Çalınacak bir müzik bile yok ortada. Beni büyüleyen ilk şeylerden biri buydu. Bu kitabı hazırlamaya başlayana kadar da “Belki de bunu yapan insana ulaşıp hikâyesini sormalıyım.” diye düşünmedim. (gülüyor) Kitapta yer verdim o hikâyeye, bu şirket üstüne kurulan dünyayı görmek de sahiden ilgi çekici bir deneyim. Garip şeyler duyup “Oha! Bu neymiş? Niye var böyle bir şey?” diye düşündüğüm birçok deneyimden sadece biri.

Sence paketleme anlamında koleksiyonunda yer alan en garip parça hangisi?

Kitapta bahsettiğim albüm ve ürünlerin çoğuna bizzat sahip değilim. Geniş bir müzik koleksiyonum var, ama çoğunluğu hakkında inceleme yazdığım için elimde, ekstrem müzik örnekleri olduğu için değil. Ekstrem örneklerin birçoğu çok nadir bulunuyor, haliyle koleksiyonumda yer almıyorlar.

Sahip olduğum ve kitapta da andığım bir örnek, deneysel müzik ikilisi Robe tarafından üretilen bir kutu set. On kopyayla sınırlı. Bu setlerin her biri içinde CD’lerle geliyor, ama iş orada bitmiyor. Üstünde oynadıkları bir sigara kutusu da var pakette. Ayrıca Adam Cooley ve Kyle Willey ikilisinden birine ait bir vücut parçası. Benim aldığım kopyada saç vardı mesela. (gülüyor) Son olarak içinde yanmış bir kitap içeren kağıt paket ve birkaç ıvır zıvır daha… İğrenç olan kısım saçtı tabii. Kimisinin aldığı kopyadan tırnak ve kasık kılı çıkmış. Benimki saçtı, kıl değil, eminim. (gülüyor) Kutu hâlâ elimde, saç ise kayboldu, biri çöpe atmış. Maalesef saçı kaybettik, ama kutunun kalanı hâlâ elimde. Postayla aldığım en garip şeylerden biriydi, bir de inceleme yazmam için bana yollamışlardı, kendi isteğimle almamıştım yani. Tırnak ya da kasık kılına denk gelmediğim için mutluyum ama.

Saç nasıl muhafaza edilir ki?

Güzel soru. Bence zamanla kurur, ama yok olmaz. Emin değilim. Düzenli olarak da bakımını yapman gerekir herhalde.

Hâlâ üretim yapan sanatçılar içinde henüz röportaj yapmadığın, ama çok isterim dediğin kim  var?

Çok iyi soru. Dediğim gibi bu kitabı yazmam yıllar sürdü ve ilk başta insanlar üretimleri hakkında konuşmak istemez, gizemli kalmayı tercih ederler gibi bir hissim vardı. İnsanlara ulaştıkça çok şaşırdım, çünkü birçok kişi bana döndü. Üstelik çok minnetkar ve arkadaşça bir tavırdalardı. Bu çok hoşuma gitti. Vaporwave’in bir alt türü olan, dinlerken alışveriş merkezinde yürüyormuşsun hissi uyandırmayı amaçlayan “Mallsoft”a ayırdığım bölümde Disconscious adlı bir sanatçıdan bahsediyorum. Başka hiçbir yerde röportajı yayımlanmamıştı ve ve bir süre evvel ortadan kaybolduğu düşünülüyordu. Bana döndü. Bandcamp’ten falan yazmıştım sanırım. Biraz sürdü dönmesi, ama nihayetinde döndü ve birlikte derinlikli bir röportaj gerçekleştirdik. Hayretler içinde kaldım. Kimi zamanlar birine yazarken bana dönmeyeceğini varsayıyorum, haliyle döndüklerinde çok mutlu oluyorum.

Seni çok iyi anlıyorum.

Öyle işte. Bir başka örneği de… Şu anda soruna cevap vermiş olmuyorum ama… (gülüşmeler) Vomir olmalı. HNW sahnesinin vaftiz babası. Çok minnetkar, tatlı ve açık bir tutum içindeydi.

Bana dönmeyen insanlara gelecek olursak: Röportaj yapmayı en çok istediğim isim mi emin değilim, ama Slap-a-Ham plak şirketi bunlardan biri kesinlikle. Yazdım, dönmediler. Kim bilir, belki de email adresleri eski bir adrestir. Onların hikâyesini anlatmak çok ilginç olurdu, zira çok nevi şahsına münhasır bir sahne. Bana kalırsa kendisiyle milyon kere röportaj yapılmış bir sanatçıdansa bu ekstrem sınırlarda üretim yapan kişilere ulaşmak daha özel bir şey. Ortada birbirinden garip müzik eserleri var, hikâyelerini bilmek, niye varlar anlamak istiyorsun. Arkasındaki insanlar kim? Brian Eno ile ya da birçok grindcore grubuyla yapılmış milyonlarca söyleşi var. Benim için bu muğlak, ezoretik, tuhaf şeyler hakkında konuşup başka hiçbir yerde yazılmamış bir hikâyelerini keşfetmemek bambaşka bir şey.

Anladım. Son sorum: Müzik dinleme platformunun arama geçmişine göz attığında karşına çıkan son üç şarkı nedir?

Bakayım. Hemencecik cevap verebilirim buna. Belki sadece kabullenmek istemem.

New Jersey merkezli alternatif radyo istasyonu WFMU’yu çok dinliyorum. Dinlediğim son şeyler oradan, ama senin için müzik dinleme platformuma da bakacağım.

Görünüşe göre dün gece uyurken Robert Rich ile Luca Formentini’nin yeni albümünü dinlemişim. Adı For Sundays When It Rains. Çok güzel, rahatlatıcı bir ambient müziğin üstüne inşa edilmiş akustik gitardan ibaret.

Bu veriler ne kadar doğru bilemedim. Tam olarak dinlediğim son şeyler olmayabilir. (gülüyor) Ama hemen sonrasında 80’ler İngiltere punk sahnesi üstüne bir kitap geliyor. Ayrıca punk grubu Disorder’ın ilk EP’sini dinledim. Şu sıralar eski yedi inç teklilere çok ilgim var. Sahip değilim, eminim çok da para ediyorlardır. Ama o EP’yi bulabildim.

Üçüncü de Stars of The Lid’den The Tired Sounds Of. Okuduğum bir önceki kitap Kranky Records’un tarihi üstüneydi, plak şirketini yöneten isimlerden biri yazmış. Albümün kendisi de harika.