Söyleşi: Vasilis Dokakis (No Clear Mind)

Tarzlara hayır. Önemli olan müziğin insanların kalbinde neler uyandırabildiği.

Vasilis Dokakis

Vasilis Dokakis’i kült Yunan ekip No Clear Mind’ın kurucu üyesi olarak tanıyoruz. Aynı zamanda prodüksiyon ve film müziği gibi çeşitli alanlarda da yetkin bir isim olan Dokakis, yapımı on yıl süren ilk solo albümü Lotus’u 20 Ocak’ta Inner Ear etiketiyle yayımlıyor. İlk şarkı “Human” şimdiden yayında. Albüme önden kulak verme imkanımız oldu, ardından da Dokakis’le çok samimi ve keyifli bir sohbete giriştik.

Lotus kapak görseli.

No Clear Mind’ın 11 Mart 2017 tarihli Salon konseriyle aynı gün Kıyı Müzik’in de Peyote’de DJ seti vardı. Siz de grupça konser çıkışı uğramıştınız. Mekana gelmenizin şerefine oracıkta sete sizin bir şarkınızı eklemiştik. Hatırlıyor musun o günü?

Evet! Peyote İstanbul’da çaldığımız ilk yerdi. Haliyle İstanbul’dayken uğrak noktam oluyor. Çok değişti gerçi artık. Yine de her gelişimizde uğramaya çalışıyoruz.

O zamandan bir sanatçı olarak ne şekilde geliştin sence?

Çok yol kat ettim. Kendi stüdyomda çalışmaya başladım, yaptığım işte daha profesyonel oldum. Müzik benim için tam zamanlı bir uğraşa dönüştü. Yeni odalar ve stüdyolarda yeni seslerle deney yaptım. Bence çok şey başardım.

İlk solo albümün Lotus 20 Ocak’ta çıkıyor. Bu defa şahsi ve hakkında bir şeyler ele veren bir albüm yapma kararını nasıl verdin?

No Clear Mind’dan arkadaşlarımla yolculuğumuz ta 2004’e uzanıyor. Hayli uzun bir yolculuk. (gülüyor) Daima sadece birbirimizle çalabileceğimizi düşünürüz, başka gruplar da kurmadık. Aramızda öyle bir kimya var. Ama bazen yeri geliyor, bizzat ifade etmek istediğin şeyde derinleşmek istiyorsun. Çevrende insanlar varken bunu yapamıyorsun. Çalışma biçimim çok garip. Doğru formülü bulana kadar bir şarkıyı 20 kere baştan yazabiliyorum. Diğer herkes ise bunu yapmaya hazır olmuyor. Sebeplerden biri bu yani.

İkinci sebep ise bütün şarkılarımın çok şahsi olması. Bu albümü 2013’ten beri yazıyorum. Ne zamandır yayımlamak istediğim şarkılar hepsi. Başta singer-songwriter ekolünde bir proje yapacaktım. Sadece ben ve gitarım vardı. Nihayetinde senin duymuş olduğun, başkalarının da yakında duyacağı şeye dönüştü. Beni yüzde yüz ifade eden bir şey yaratmak istedim. On yıl sonra dinlediğimde “Aynen, işte bu, işte bunu yapmak istemiştim.” diyebilmek. Bu albüm tam olarak bu.

Tasvir ettiğin şey mükemmeliyetçilik olarak düşünülebilir, ama bunun öncelikle samimiyetinden geldiği anlaşılıyor.

Evet. Ondan da fazlası var aslında. Müzik yapımıyla uğraşıyorsan ya da genel anlamda o sektörün içindeysen kimi zamanlar olmak istemediğin konumlarda buluyorsun kendini. Bu albümde yapmak istediğim her şeyi ilan ediyorum ki dinleyenler kim olabileceğime yönelik bir fikir edinsin. Nice yıldır bunu yapmak istedim. Kendimden önce müziğim nasıl olmalı sorusunun cevabı.

Stüdyodaki süreçten de konuşalım. Bu projede birkaç konuk müzisyen de var. Onlarla nasıl çalıştın, uzaktan mı yoksa stüdyoda yüz yüze mi?

Başta sadece Chris Vigos vardı. Harika bir davulcudur. Kendisiyle Melentini adlı başka bir projede de birlikte çalışmıştık. Albümün çoğunu yazdıktan sonra onunla çalışmak istediğime karar verdim. O zamanlar bir stüdyom yoktu, o yüzden kayıtların yarısı salonumda gerçekleşti. Diğer yarısı ise bir aralar No Clear Mind olarak provalar için kullandığımız bir stüdyoda gerçekleşti. Chris ortama ayak bastığında her şey değişti. Başka bir albüm doğdu. Bir yıl sonra dönüp baktığımda ise fazla ileri gitmiş olduğumuzu gördüm, albümün özüne dönmemiz gerektiğini fark ettim, o singer/songwriter hissiyatına. Yayımlamadığımız en az 15 şarkı kaydettik. Bir noktada onları da yayımlayacağız, ama neticede sözlerin hikâyesini en çok yakalayan versiyonları albümde kaldı. Çok uzun bir süreçti, sürecin Chris’li kısmı böyle. No Clear Mind’ın bir üyesi olan Dimitris Pagidas “Amazing”de saksofon çaldı. Çok saygı duyduğum bir diğer saksofoncu Dion Stritis ise bir günlüğüne Belçika’dan “Human”da çalmak için geldi. Bir de Fotis Siotas var, Yunanistan’da çok saygın bir müzisyendir. Viyola ve kemanla çılgın çılgın şeyler yaptı. Başka konularda konuşmak için buluşmuştuk. Albümde çalar mısın diye sordum, evet dedi.

Albümün adını niye Lotus (Nilüfer) koydun?

İsim koymakla aram asla iyi olmadı. (gülüyor) Ama hayatımda her zaman Budizm’e bir ölçüde yer oldu. O bağlamda nilüfer çiçeği benim için yeni bir başlangıcı temsil ediyor. Ayrıca ilk kez gruptan arkadaşlarım olmadan bir şey yayımlıyorum. Sanki bir anka kuşuyum, yanıyor ve hayatıma yeniden başlıyorum. Elbette sahiden yanıp kül olmuş bir şey yok, ama yine de uzun bir süredir yapmak istediğim yeni bir şey söz konusu.

Senin için bu albümde yapması en kolay ve en zor şarkılar neydi?

Vay. Her biri çok zorluydu.”Once in a While” nispeten kolaydı ama. Nispeten yalın bir şarkı, sesimi trompet misali daha caz bir tonda keşfetmeye çalıştım. Chet Baker’a benzer bir hissiyat aradım.

En zoru muhtemelen “Optimist” idi. O kadar fazla katman var ki içinde, olan biten her şeyi anlamak zorlaşıyor. 11-8’lik bir ölçüde sanırım, ya da öyle bir şey. Çok garip bir zaman ölçüsü var, poliritmik bir şeyler yaşanıyor. Haliyle doğru formülü bulmak zor oldu.

“Human” da çok zorlayıcıydı. Çok çaba gerektirdi her bir şarkı, ama şarkıların üstünde daha fazla çalıştıkça onları daha derinden hissetmeye başlıyorsun zaten. Ben hissetmezsem başkası nasıl hissedecek bilmiyorum. Bir eserin yaratıcısı yaptığı iş hakkında güçlü duygulara sahip değilse başkası nasıl sahip olsun? Her şarkı benim için bir yolculuktu.

“Rain” ve “The Ocean” şarkılarının en az altışar versiyonunu kaydettik. Bunlar da nihayetinde yayımlanacak. Neyi hangi amaçla yaptığımızı belirlemek zor işti. Hikâyeyi doğru aktarmak için nasıl aranjmanların gerektiğini belirlemek de. Benim için durum daima böyleydi. Kafamdaki bu fikirler olmasa albümü iki sene önce bitirmiştim.

Bu albüm için ikinci kez Inner Label plak şirketiyle birlikte çalışıyorsun. Çoğunlukla bağımsız çalışan biri olarak bu kararında ne etkili oldu?

Inner Ear da işini ciddiye alan bir bağımsız plak şirketi. Kimi insanların aksine seni bir para kaynağı olarak görmüyorlar. İstediğin gibi çalışma özgürlüğü sunuyorlar. Mets albümümüzü onlarla yapmıştık; üçüncü albümde ise kendi başımıza çalışmak bizim için makuldü zira o aralar çok yoğun bir momentuma sahiptik. Hayranlarımızın, dostlarımızın desteği de yardımcı oluyordu. Ayrıca üç kişiydik; haliyle albümün ne zaman bittiğine, yaptığımız işi nasıl tanıtacağımıza kolayca karar veriyorduk. Bu solo albümdeyse hissettiğim şey, yaptıklarımı paylaşacağım bir ortak bulamamam halinde ortaya çıkan işi bir on sene daha bekleteceğimdi. Yardıma ihtiyacım olduğunu düşündüm, kendimi müzikseverlere yeniden tanıtacağım yepyeni bir projeydi. Bana kol kanat gerecek birinin vereceği rahatlığı istedim. Güncel durumdan da memnunum.

Sence yaptığın müziğin tarzına dair şimdiye kadar duyduğun tanımlar içinde en çılgını hangisiydi?

No Clear Mind olarak ne zaman birileri yaptığımız müziği bir etikete sığdırmaya çalışsa huzursuz hissediyoruz. İmkansız bir iş. Bizim için bile imkansız, başkası için nasıl mümkün oluyor anlamıyorum! Öte yandan yeri geliyor, insanlar bize yaptığımız müziği iyileştirici bulduklarını söylüyorlar. Modları düşük olduğunda kendilerine gelmelerine yardımcı oluyormuş müziğimiz. Açıkçası grup olarak ve bireysel olarak işlerime dair duyduğum en önemli şey bu. Bunu hiçbir şeye değişmem. Birinin böyle hissetmesini sağlamak benim için bir onurdur. Anlamı öyle büyük ki. Yani cevabım: Tarzlara hayır. Önemli olan müziğin insanların kalbinde neler uyandırabildiği.

Bunu anlıyorum.

Saçma bir durum, çünkü hala post-rock çaldığımızı söylüyorlar. Öyle yanlış bir tanım ki bu. Asla post-rock çalmadık. Çoğu zaman yaptığımız şey, geleneksel Yunan bestecilerden unsurları alıp onları gitara aktarmaktı. Post-rock ile ilgisi yok bunun. Tabii bazen bir şeylere etiket koymak faydalı oluyor, o ayrı. Birisinin işine geliyorsa şikayetim yok.

Bir oyun oynayalım şimdi: Kullandığın müzik uygulamasının arama geçmişinde görünen son üç şarkı nedir?

Hatırlıyorum son dinlediğim şarkıları. Bu sabah Lamda adlı Yunan bir grubu dinledim. Çünkü şimdilerde “Καλοκαιρινό” adlı harika bir şarkılarının remiks prodüksiyonu üstünde çalışıyorum. Ama geçenlerde şarkıya dair bir şey keşfettim. Görünürde yaz mevsimini, sahili falan anlatıyor ve çok pozitif tınlıyor. Meğer gerçekte anlattığı şey göç sorunu ve mültecilermiş. Şarkı sözleri göründüğünden çok daha derinmiş. Başta anlamamıştım hiç. Sözler şöyle: “Harika bir yaz günü, peki okyanustaki bu insanlar kim? Nereden geliyorlar?” Neden bahsettiğini anladığım an tüylerim diken diken oldu. Bazen bir şarkının gerçek anlamını hemen anlamıyorsun. Bazen de birisi sana açıklıyor, taşlar öyle yerine oturuyor. İlk şarkı bu.

Bir de Father John Misty’nin son albümünü dinledim öncesinde. Sanki modern bir Frank Sinatra dinliyorum.

Yakın gelecek planların neler? Sanırım No Clear Mind da bir şeyler üstünde çalışıyor şu aralar…

No Clear Mind ile yeni albümü kaydetmek istiyoruz. Sorun şu ki güncel istikametimiz hakkında pek bir fikrimiz yok. Aklımızda milyonlarca fikir var. Onları biraz kurcalayıp geçtiğimiz ay bir şarkı (“Where Love Goes”) yayımladık. İstikametimizin bir göstergesi değil o, sadece beliriverdi, biz de yayımladık. Başka nasıl şarkılarla ilerleyeceğimizi henüz çözmemiz gerekiyor.

Bir solo sanatçı olarak ise henüz bu albümü canlı çalmaya hazır değilim. Doğru insanları bulmak, işleri aceleye getirmemek istiyorum. Şu an öncelikle tiyatro ve film müziği yazmak beni heyecanlandırıyor. Ayrıca stüdyoda yapımcılık işleriyle uğraşıyorum. O da çok ilham veriyor.

Planların içinde Türkiye’de yeni konserler var mı?

Bir davet aldık, ama şu anda yaratıcı sürecimizin akışını bozmaya pek de istekli değiliz. Konser verirken daima her konsere birkaç ay hazırlanıyoruz. Her performansımızda daha önce sahnede yapmadığımız şeyler yapmak istiyoruz. Asla aynı seti çalmıyoruz. Haliyle sana henüz o konuda bir haber veremiyorum, ama kesinlikle aklımızdan geçiyor.

Diyelim ki yazdığın şarkı sözlerinden birini bundan 100 yıl sonrasında dikilecek bir anıta kazıyabileceksin, hangisini seçerdin?

Zor soru. Sanırım No Clear Mind’dan en çok yüreğime dokunan şarkı sözü “No man is an island (Kimse bir ada değildir.)”  Bazen insanların adalara dönüşebileceğini, toplumdaki diğer insanlarla iletişim kurmayabileceğini anlatıyor. O zamanlar yazdığım diğer temalarla da uyum içinde bir beyan. O şarkının sözlerini çok seviyorum.

Kendi albümümde ise “Human” aşırı günümüzle ilişkili, onu seviyorum. Tam şu an olup bitiyor anlattığı her şey. İnsanlar iletişim yeteneğini kaybetti. Hepimiz öyle yalnızız ve zihnimizi meşgul eden o kadar çok şey var ki ya patlayacak ya da mutsuz hissetmeye devam edeceğiz. O sözler benim için çok anlamlı.

Lotus 20 Ocak’ta yayında. Vasilis Dokakis’in resmi Bandcamp sayfasına ise şuradan ulaşabilirsiniz.