shame ile Food for Worms Üstüne

shame gitaristi Sean Coyle-Smith ile üçüncü albümleri Food for Worms’un arifesinde Zoom ekranında buluştuğumuzda ocak ayının son günüydü. Normalde söyleşiyi çok daha önce yayımlayacaktık, ancak 6 Şubat Kahramanmaraş depremi ve peşi sıra hâlâ bile yaşadığımız kabus süreçte tüm içeriklerimizi erteledik. Artık faaliyetlerimize döndük, albüm ise dün (24 Şubat) yayımlandı. Geçmiş bir yaşamdan gelen bu sohbeti aşağıda huzurlarınıza sunuyoruz. İyi okumalar.

28 Kasım: Shame’in Thames Nehri’nde bir teknede verdiği Food for Worms’un lansman konseri. Fotoğraf: Ben Beauvallet

black midi ile geçen sene gerçekleşen ortak İstanbul konserinizin ardından seni tekrar görmek güzel.

Sean Coyle-Smith: Aynen! Harika konserdi o ya. İstanbul’a da bayıldım. Muhteşem bir şehir.

Taksim’de biten çılgın bir geceydi ayrıca.

Geordie (Greep, black midi) öyle sarhoştu ki dönüşte taşımaları gerekmişti. (gülüşmeler) Çok yoğun bir geceydi, neydi o öyle cidden.

Ayrıca geçen sene katıldığım konserler içinde en iyilerinden biriydi. Umarım sizleri tekrar buralarda izleriz!

İsteriz bunu. Bizim için de güzeldi, zira black midi ile menajerlerimiz aynı üç kişi. Toplamda 22 insan kocaman bir aile yemeğinde toplanmış gibi olduk yani. Güzel olaydı.

Nasılsın peki?

İyiyim! Şu sıralar turnemiz için prova yapıyoruz. Az önce de bizimkilerle bir başka provadan çıkıp geldim. Burada havalar biraz kötü sadece. Soğuk, puslu ve gökyüzü erken kararıyor.

Malum, buluşmamızın sebebi üçüncü albümünüz Food for Worms (Solucan Yemi). Başlığa bayıldım bu arada.

O başlığı bulan kişi bendim. Eski bir İngilizce tabir, nerede okumuştum hatırlamaya çalışıyorum. Ya bir tarih kitabında ya da Game of Thrones’ta karşılaşmış olmalıyım. (gülüyor) Bir savaşın sonrasında, savaşta ölenler adına kullanılan bir tabir. Hoşuma giden bir ifade oldu, başta öyle spesifik bir anlamı da yoktu sanırım. Elbette nihayetinde bir anlam sunman gerekiyor, millet sorup duracak. İlginç bir durum, çünkü düşündüğünde ölüm başlığını çok farklı şekillerde ele alman mümkün. Karanlık ve kasvetli bir konu, ama aynı zamanda yaşam döngüsü dediğimiz şeyin çok ilgi çekici bir yanı var. Çözünüp yeniden toprağa karışıyorsun. Enteresan bir bakış açısı kesinlikle, bizim için de bazı durumlara daha olumlu bakmamızı kolaylaştıran bir unsur oldu bu. Çok çılgınca birkaç yıl geçirdik.

Charlie (Steen) albümü “shame albümlerinin Lamborghini’si” olarak tasvir etti.

Evet. Charlie’dir, öyle şeyler söyler. (gülüyor)

Bu tanımı biraz açalım mı? Katılıyor musun, yoksa farklı bir tasviri mi tercih ederdin?

Charlie ayrıca albümün en iyi çalışmamız ve şahsi favorisi olduğunu söyledi. Katılıyorum buna. İnsanlar da sevecek mi onu sonra göreceğiz artık. Ayrıca en kolay biçimde ortaya çıkardığımız albümdü. Öyle uzun uzun çalışmadık şarkılar üstünde, hızlıca ortaya çıkıverdiler. Sanırım yazmaya başlamamızdan üç ay sonra stüdyoda kayıtlara başlamıştık. Üstünde fazlaca düşünmeye, işleri karmaşık kılmaya ya da acaba demeye vaktimiz de olmadı. Kestirmeden konunun özüne indik. Gurur duyuyoruz sonuçtan. Spor arabası benzetmesi bu yüzden. Kapak çalışması özelinde de işler hızlıca halloldu. Bu da hep yapmak istediğimiz bir şeydi. Önceki iki albümümüzde fotoğraflar kullanmıştık. Bu defa harika bir sanat çalışması aradık. Kapak görselini tasarlayan Marcel Dzama’ya ulaştık. Albümü dinledi, bir sürü eskiz hazırladı. Anında “Evet! İşte bunu kullanacağız!” olduk. (gülüyor) Öyle dört ay Zoom görüşmeleriyle hallettiğimiz bir konu değildi yani. Öylece halloluverdi her şey.

Lamborghini tanımından hareketle sana küçük bir oyun hazırladım: Şimdiye kadarki üç albümünüzün her birini birer kelimeyle tanımlayacak olsan hangi üç kelimeyi seçerdin?

Arabalar üstünden mi düşüneyim, nasıl yapalım? (gülüyor)

İstediğin şekilde düşün.

Sanırım ilk albümü ebeveynlerinin sana üniversiteyi kazandığında aldığı araba gibi düşünebilirsin. İkincisi ise yıllardır erişmek için canla başla çalıştığımız bir şeydi. Bilemedim, zor soru bu. Pas. Böyle bir soruyu Charlie Steen’e cevaplatmak lazım.

Üretim sürecinin kendisini de konuşalım: Bu albümü festival sezonu boyunca stüdyoda canlı kaydettiniz. Sence bu yaklaşım bir grup ve arkadaş grubu olarak sizi ne şekilde geliştirdi?

Hep yapmak istediğimiz bir şeydi bu. Bugüne dek çalıştığımız bütün yapımcılar da (Dan Foat, Nathan Boddy, James Ford) aynı şeyi istemişti. Henüz o disiplinde değildik. Flood da bunu deli gibi istedi, biz de artık buna cidden hazır olduğumuza karar verdik. Özgün bir deneyimdi kesinlikle. Daha önce hiç şarkılarımızı bu kadar fazla tekrarla çalmamıştık. Normalde bası ve davulu bir click track’e koyarsın, iyi bir prova alırsın, sonra da gitarı ayrı olarak eklersin. Böylece herkesin dinlenmeye bol bol vakti olur. Aynı anda bulunmazlar stüdyoda. Bu defa ise kimi şarkılar hızlıca ortaya çıkarken kimisi 50, hatta 60 provada formunu buldu. Bir noktada saçını yolmaya, parmaklarını hissedememeye başlıyorsun. Eğlenceli bir süreçti. Hiç bu kadar uzun süre kayıt almamıştık sanırım. Bir yandan da festivallerle stüdyo arasında mekik dokuyorduk çünkü. Hafta içi boyunca kayıt alıyor, hafta sonu konsere gidiyor, sonra da stüdyoya dönüyorduk. Toplam kayıt süreci iki buçuk ay falan sürdü. Tımarhane gibi bir ortamdı. (gülüşmeler)

Hem hayranlarınızla hem de grup içi geliştirdiğiniz bağlılık ve dostluk bu kaydı oluşturan iki temel unsur gibi anladım.

Kesinlikle. Drunk Tank Pink’in şarkı sözleri Charlie’nin perspektifinden yazılmıştı ve oldukça içe dönük sözlerdi. Basitçe aktaracak olursak dört yıldır aralıksız biçimde turnede olup evinden uzak olmanın deneyimini aktarıyordu. Bu albüm öncesinde ise bir arkadaşımızla konuşmuş. Arkadaşı ona çok fazla aşk şarkısı olduğundan ve aslında romantik ilişkilerde hissettiğimiz onca duyguyu dostluk ilişkilerimizde de hissettiğimizden bahsetmiş. Bence bu durum Charlie özelinde aşırı doğru, insanlardan duyduğu ve insanların konuştuğu şeyler de ona çok ilham veriyor. Bence bir grup olarak büyüyüp gelişirken daima enteresan bir dostluğumuz oldu, memleketteki başka dostlarımızla da durum aynı. Bunun üstüne yazmak istedi Charlie, nihayetinde bütün albüm de bu konu üstüne kurulu oldu.

Flood ile çalışırken kafanızda halihazırda icra etmek istediğiniz bir müzik formu var mıydı, yoksa daha çok Flood’ın sihrini kendi konuşturmasına mı müsaade ettiniz?

Bence yapımcılar özelinde bu iş yapımcının kendisine bakıyor. Kimi yapımcıların kendine has, onun imzası diyebileceğimiz bir sound’u olur, kimi yapımcılar ise halihazırda orada olanı açığa çıkarır. Flood da böyle biri bence. Mottosu net: “Müzik ortamda iyi tınlıyorsa ve grup bu halinden memnunsa stüdyoda da aynısını yapalım.” Doğu Londra’da müsait bir stüdyomuz vardı, o da haftada üç-dört gün ziyaretimize geldi. Şarkılarımızı çaldık ona, yalan olmasın, o da elbette bir noktada “Bu albüm böyle tınlasın.” dedi. Daha önce “Bunu bu şekilde yapalım.” diyen bir yapımcıyla çalışmamıştık. Zaten her yapımcının kendine has gitar ya da davul sound’ları oluyor, ama Flood en nihayetinde gayet uyumlu bir insan. Bir fikrin olursa direkt “Tamamdır.” diyor. O fikir ne kadar saçma olursa olsun. “Tabii. Yapalım.” İlginç bir süreçti.

Şunu sorayım: Bu albüm yayımlandığında dinleyicilerinizin bir ilham kaynağı olarak yorumlayabileceği başlıca grup ve sanatçılar kimler olabilir?

Buna başlıca kendi perspektifimden ve kendi katkılarım ışığında bakacağım. “Fingers of Steel” çok eskiden yazdığım bir folk şarkısıydı. Biraz değiştirdik, ama folk ögeleri hâlâ çok güçlü. Ama genel bir şekilde baktığımda başlıca ilham kaynağım Jeff Buckley ve Grace albümüydü. Çok sevdiğim bir albüm, sadece harika vokal performansı yüzünden değil, esas şarkı yazımıyla çok etkiliyor beni. Ayrıca Radiohead, Bruce Springsteen… Bir de Mazzy Star, The Jesus and Mary Chain gibi 1990’ların alternatif grupları. Hepsi benim için büyük ilham kaynakları. Zirvede Jeff Buckley oturuyor ama. (gülüyor)

Sence bu albümden yaratması en kolay ve en zor iki şarkı hangileriydi?

(düşünüyor) Of ya, aklıma ilk demo isimleri geliyor şarkıların. “Burning by Design” adlı bir şarkı var, aslında başta albüme girmeyecek gibiydi. Yazmak için kozamıza çekildiğimiz bir süreçte beş-altı diğer şarkıyla aynı anda ortaya çıktı. O şarkılar seçkisinin içinde favorilerimden biriydi, üstelik neredeyse oracıkta ortaya çıkmıştı. Albümde yer alması için ısrar eden bendim. Anında bitiriverdik, beş ya da altı provada. Çok kolay oldu. Pek bir şey de değiştirmedik sonrasında. Layering’lere, overdub’lara da pek girişmedik, aşağı yukarı olduğu gibi bıraktık. Belki birkaç gitar kanalı üstünde oynamışızdır.

En zoru hangisiydi acaba? Birçok şarkı zorladı da bizi! (gülüyor) “Different Person” bayağı zordu ama bak. Albümdeki en uzun şarkılardan biri. Yapısal olarak önceki albümümüzde yer alan “Snow Day”e benziyor biraz. Çok fazla kanalı ve bölümü var. İyi bir provasını almasını bizim için çok zor oldu, ne de olsa aynı anda stüdyodayız, aynı anda çalıyoruz ve bunu neredeyse altı dakika boyunca yapmamız lazım. Kaçınılmaz olarak o performansın bir noktasında birimiz işi batıracak. Çok fazla provanın sonunda bir noktada istediğimiz şeye ulaştık. Belki nihayetinde birkaç prova kaydını birleştirip son versiyona ulaşmış olabiliriz. O şarkının overdub’ları da çok zorladı bizi, hem bütün unsurları bir araya getirmek hem de hepsine nefes alabilecekleri bir alan açmak için çok uğraştık.

Ne bileyim, şimdi dönüp baktığımda o stüdyo süreci biraz bulanık kalıyor hafızamda. Bir yandan da sanki dün gibi geliyor, oysa nereden baksan beş, altı ay önceydi.

Fotoğraf: Pooneh Gana

Bir de sanatçılığın imaj yönünden bahsetmek istiyorum, çünkü Shame’in özellikle bu döneminde imajınız ve görselliğiniz hayli ön planda gibi geliyor. Marcel Dzama’nın hazırladığı görsellere ek olarak Charlie promo fotoğraflarında garip bir maske takıyor. O fotoğrafların çekildiği yer de şey hissi veriyor… Teksas falan belki?

Aynen! Kentucky olması lazım. Ya da Nashville. Bir havai fişek dükkanının önündeyiz.

İyi bir tahminde bulunmuşum.

Harbiden bulundun. Harika bir fotoğrafçımız var, Pooneh Gana, yıllardır birlikte çalışıyoruz. Sanırım Google Maps’ten o bölgeyi gezinmiş, güzel noktalar bulmaya çalışmış bize. Sonunda burayı buldu, “Bu havai fişek dükkanının önünde çekeyim sizi!” dedi. O esnada çevremizde güven vermeyen, ABD yobazı gibi duran tipler bizi izliyor. (gülüyor) “Ne oluyor ya, niye burada bu herifler, sonumuz hayrolsun.” dedim çekim boyunca.

Estetik diyorduk. Sanırım her zaman imaj önem veren bir duruşumuz olsun istedik. Harika görsel çalışmalar teslim aldık, fotoğrafçımız da harikaydı, kolayca gerçekleştirdiler bu isteğimizi. İmaj önemli bir konu.

2023’ten neler bekliyorsun? Grupça senenin sonunda kendinizi nasıl bir konumda hayal ediyorsunuz?

Malum, ilk albümümüzden bu yana ilk kez albüm tanıtım amaçlı turneye çıkıyoruz. İkincinin kayıtları biter bitmez COVID gerçeği vurmuştu. Songs of Praise’den bu yana hiçbir senemiz baştan sona turnede geçmedi. Haliyle herkesin keyfinin yerinde olduğu güzel bir turne senesi geçirmek, o kadar uğramadığımız ülkelere gitmek önemli hedefler içinde diyebilirim. Her şey böyle anlamlı duracak. Ayrıca güncel olarak şarkılar da yazıyoruz biraz. Daha önce albüm çıktığı an ayağımızı frene basma eğilimindeydik. Bu defa aldık başımızı gittik. Albüm yazmak ve hızlıca çıkarmak istiyoruz, bunun çıkışından bir yıl sonraya yetiştirsek güzel olur.

Sanırım NME röportajınızda bu seneki ana hedefinizin zengin olmak olduğunu söylemiştiniz.

(gülüyor) Evet. Yok ya. Tabii şu günlerde biraz maddi istikrar fena olmaz. Ama baktığında müzisyensen bu işin içinde olmanın sebebi para değil. Başka ve yüksek ideallerin var. Gezmek, konser vermek ve yeni insanlarla tanışmak düşünebildiğim hedeflerin en önemlisi açıkçası.

Sence şimdiye kadar Shame olarak en kendinizle en gurur duyduğunuz an neydi?

Bence ne zaman bir albüm çıkarsak o an başlı başına müthiş oluyor. Biz öldükten çok sonra bile varlığını sürdürecek bir şey. Müzik hâlâ orada olacak. Ayrıca konser vermek, kalabalık gruplara çalmak, arada sırada tanıdık yüzler görmek… Her zaman kötü ya da hasta hissediyorsan en iyi tedavinin güzel bir konser vermek olduğunu söylemişimdir. Yakında konser vereceksindir ama bu seni bunaltıyordur, sonra oraya çıktığın an adrenalin pompalarsın. Bittiğinde ise aynı idmandan çıkmış gibi hissedersin. Sahneden inersin, öyle yoğun bir enerji olur ki etrafında. Müthiş bir şey. Dünyanın en iyi mesleği! Şikayetçi değilim.

Umarım Shame uzun yıllar daha aramızda olur.

Aslında bakınca biz kurulalı neredeyse sekiz sene olmuş. İnanılmaz bir durum.

Şarkı sözlerinizden biri bundan 100 yıl sonra dikilecek bir anıta kazıma imkanınız olsaydı hangisini seçerdin?

Vay. Bilemedim. Zor soruymuş. “One Rizla”daki “I’d rather be f.cked than sad” sözünü seviyorum. Charlie 17 yaşında yazmıştı onu, nereden baksan ergence bir söz, ama hoşuma gidiyor. O zamanlar nasıl olduğunu iyi özetleyen bir söz.

Shame’in Bandcamp profiline şuradan ulaşabilirsiniz.