James Dean Bradfield – Even In Exile

Victor Lidio Jara Martinez (ya da kısaca Victor Jara) dünyanın birçok köşesinde olduğu gibi burada da sevilen bir şarkıcı. Kısacık ömrüne rağmen kendinden sonraki nesillere sunduğu ilhamın büyüklüğü sadece şarkılarıyla değil, o şarkılara içkin karakteri ve aktivizmiyle ilişkili. Yaşamı Şili tarihinin karanlık dönemi Pinochet rejimiyle çakışan ve bastırılmadan yaşamak adına sesini yükseltmekten çekinmeyen, itirazlarla yaşayıp çevresini solcu coşkusuyla yaşatan bu istisnai figür, elbette bugün niceleri için insan hakları ve adalet arayışının bir sembolüne dönüştü. Ve elbette bu niceleri arasında James Dean Bradfield da var. Eski toprak sosyalistler Manic Street Preachers‘ın vokali, yeni solo albümünde Jara’nın hayatından mütevazı bir rock opera yaratıyor.

Even In Exile şüphesiz mücadelenin gerekliliğine ilişkin güçlü bir politik beyan, dahası hakikaten etkileyici olabilen bir müzikal çalışma. Şarkıdan şarkıya akıcılığını neredeyse hiç yitirmeyen bu konsept albüm, Jara’nın hatıralarına -şair Patrick Jones‘un kaleminin yardımıyla- içten, sevgi dolu ve oldukça melankolik bir bakış atıyor. “Hatırla,” diyen “Recuerda” ile açılıyor, Marksist Allende rejimini deviren darbe günlerinde buluyoruz kendimizi. Ardından albümün en Manic Street Preachers tonlu güzelliği “The Boy From The Plantation” geliyor, “hiçbir koşulda bastırılamayan, adalet arayışında” genç bir adamla tanışıyoruz. Ufuktaki çatışmanın tehditkar sesleri, “There’ll Come a War”da birbiri sıra dizilmiş hüzünlü ve ürkütücü notalarla vurgulanıyor. Jara’nın Machu Pichu’da çekilmiş bir fotoğrafından alınan ilhamla bestelenmiş “Seeking The Room With the Three Windows”, albümün katlanarak büyüdüğü ve hesapladığımızdan daha yüce bir şeye dönüştüğü an olarak yorumlanabilir. Epik, tarihi bir hikaye izlediğimiz bilinci bu enstrümental şarkının cesur dönemeçleri ile güçleniyor. Bradfield’ın sanatçı kimliği için de yeni ve heyecan verici bir viraj bu, zira şarkı Rush’ı hatırlatan virajlarıyla düpedüz progresif rock sularında takılıyor.

Şili’nin toplumsal hafızası albümün ruhunu şekillendiren bir gerçek. “Thirty Thousand Milk Bottles” Pinochet rejiminde kaybolup bir daha kendisinden haber alınamayan insanların sayısına (30 bin) gönderme yapıyor, kapanıştaki “Santiago Sunrise” geçtiğimiz sene gerçekleşen Şili protestolarında bile Jara’nın ruhunun adaletin peşini kovaladığını belgeliyor. Kişisel hafıza ise başlıca Jara’nın eşi Joan’ın günlükleri yoluyla vücut buluyor. “Under the Mimosa Tree” tamamen bu günlüklerden hareketle yaratılmış, insana buruk tebessümler ettiren güzellikte bir enstrümental. “Without Knowing the End” yine Joan’a adanmış ve yine bir Manics albümünde dursa sırıtmayacak sırıtmayacak şarkılardan. Jara’nın ilham kaynağı ressam ve şarkıcı Violeta Parras‘ı anarken indie ile blues rock arası bir müzikalitede seyreden “From The Hands of Violeta”, Jara’nın zihnini onun kişiselliğinden anlamaya yönelik atılmış bir adım. Klasik İspanyol gitarıyla mücadele günlerinin haletiruhiyesini yansıtan “La Partida”, Jara’nın manifestosunu bir western soundtrack’ine dönüştürerek albümün en enerji dolu anlarından biri olup çıkıyor. “The Last Song” Allende’nin intiharı ile Jara’nın yaşamının son günleri arasında bir paralellik kurarken müziğiyle bir kez daha progresif rock’a meylediyor.

Bradfield’ın müzisyen kimliği ve Jara’ya duyduğu sonsuz sevgi, arkadaşı Jones’un biyografik şarkı sözleriyle birlikte hayli akılda kalıcı bir sentez ortaya çıkarıyor. Even In Exile hayli azimli bir Manics albümü olduğu kadar dayanışmanın ölümsüz sesini kapsüle eden bir anılar kitabı aynı zamanda. Güzellikleri insanın içini yavaş ama emin adımlarla ısıtıyor, Jara’nın biz yeni mücadelecilere bıraktığı miras ise bir kez daha varlığını doğruluyor.