black midi ikinci stüdyo albümünde müzik dediğimiz deliliğin kodlarıyla oynuyor ve ortaya tanımsız bir iş çıkarıyor. Aslına bakarsanız bunda çok da şaşırılacak bir şey yok; hatırlayanlar olacaktır, ilk çıkışları Schlagenheim‘a benzer tarifler iliştirmiştik. Notaların akışında yüz bin farklı ilham kaynağı kovalayabileceğimiz, bu köklerinden de tamamen gruba özgü bir tını doğurmayı başaran Schlagenheim, bazı eleştirmenlerin dediği gibi “yeni bir gitar müziği” idiyse onu takip eden Cavalcade‘i hangi sözlerle anlatabiliriz? Buna cevap aramadan önce albümün arka planına kısaca değinelim.
Bir dörtlü olarak (Geordie Greep, Matt Kwasniewski-Kelvin, Cameron Picton, Morgan Simpson) yola koyulan Black Midi, Cavalcade’in kayıtları öncesi üç kişi kalıverdi; Kwasniewski-Kelvin’ın zihinsel sağlığıyla ilgili sorunlar yaşaması, gruba bir süreliğine mola vermesini gerektirmişti. Birdenbire yaratıcı kuvvetinin dörtte birinden mahrum kalan ekip ise bu krizden sound’larını yeniden şekillendirerek sağ çıktı: Denkleme saksafon (Kaidi Akinnibi), klavye (Seth Evans) ve keman (Jerskin Fendrix) eklediler. Albümden yayınlanan ilk tekli “John L“, bu enstrümanların tümünü içeren, grubun standartlarında hem tanıdık hem de fazlasıyla yeni ve bilinmez yaklaşımıyla -bu yaklaşıma uncanny demek abes durmaz gibi- Black Midi’nin yolculuğunda sıradaki cesur perdeyi müjdeliyordu. (Hoş, şartlar bunu zorunlu kılsa da kılmasa da Black Midi durmadan evrilecek gibi görünüyor.) “John L” ise duyanı önce bir felç etti, ardından kendine hayran bıraktı. Yıllarca bağlı kaldığı iplerinden kopmuş bir kıyamet orkestrası dinliyorduk sanki. Böylelikle beklentiler herkeste arşa çıktı.
Bir müzik medyası mensubu tarafından “hiddetlenen jazzcore öfkesi” sözleriyle tanımlanan ikinci tekli “Slow“, Cameron Picton’ın kısık sesli ama tekinsiz vokal performansıyla ve cinnetin eşiğinde gibi tınlayan enstrümanlarıyla devleşen bir diğer epik yolculuktu. Daha math rock sularında seyreden -ve muhtemelen ismini doğru okumak için dilbilim öğrenmemiz gereken- “Chondromalacia Patella“, durmadan viraj alan progresif dokusu ve atari müziğini andıran kapanışıyla bir kez daha bambaşka şeyler peşindeydi. Dün akşam (26 Mayıs) Youtube’da hayli şamatalı biçimde gerçekleşen albüm dinleme partisinin ardından grup son bir hınzırlık daha yaptı ve albümün yayınlanma tarihini bir gün öne çekti. O da bugün oluyor.
Peki Cavalcade nedir? “Daha yeni bir gitar müziği” mi? Hiçbir zaman tam olarak içime sinmeyen bu tanım, doğrusu Cavalcade‘e Schlagenheim‘a olduğundan çok daha uzak. Orada da enstrümanlar arasında eşitlikçi bir güç dağılımı vardı, burada da var. Sadece buradaki enstrüman kadrosu çok daha kalabalık. Saksafonun ayrıksı sesi gruba inkar edilemez bir caz kimliği, klavyeler ise anlaşılır biçimde hayli “progresif rock” bir kimlik kazandırıyor duyduklarımıza. Belki de aradığımız kelime budur: Black Midi kelimenin tam anlamıyla progresif bir müzik üretiyor. Günümüzde progresif rock sahnesinin 50 yıllık kodlarını kes-yapıştır biçimde alan nice taze grubun aksine bir metot olarak ilerlemecilik yoluyla yeni bir avant-prog müzik inşa ediyorlar. Caz, noise rock, folk, post-punk, kabare müziği… Albümde tüyolarını işittiğimiz bunca türü kapsayan bir çatı terim varsa bu örneğin “yapboz müzik” olabilir. Veya arkamıza yaslanıp işittiklerimizden etkilenmekle yetinebiliriz.
Albümde önceden duymadığımız 5 şarkıya değinecek olursak: Adını efsanevi Alman oyuncu ve şarkıcıdan alan “Marlene Dietrich” grubu 80 yıl öncesinde bir bara ışınlıyor, post-kabare müziği adında bir türün öncülüğünü yapmanın kıyısından dönüyor. Adım adım bir gündüz düşünün içine çekilmenin işitsel boyutta vücut bulmuş hali gibi görünen “Diamond Stuff“, bugüne kadar duyduğumuz en akustik Black Midi altyapısıyla gürültü seven hayranları şoka uğratabilir. “Dethroned” hızlı ve yakalayıcı bir içeriğe sahip, muhtemelen grubun hayranlarına konserlerde hayli punk anlar yaşatacak bir başka güzellik. Tını olarak Schlagenheim seçkisine en yakın seyreden şarkı “Hogwash and Balderdash” aralara country müzik dokuları serpiştirerek bir kez daha “Bir de böyle bak” demeyi başarıyor. Kapanışta yer alan “Ascending Forth” ise adının ön gördüğü gibi bir yükseliş hikayesi, dinleyicisini haz ve tatmin dolu katartik bir yolculuğa çıkıyor. En iyisi, bu şarkı hakkında daha fazlasını bilmeden müziğin sürprizleriyle bizzat yüzleşmeniz olacaktır.
Bu noktada grubun her bir üyesinin performans olarak formunun zirvesinde olduğunu belirtmek lazım. Ana vokal Geordie Greep Schlagenheim‘da atik olduğu kadar genç de tınlıyordu. Cavalcade‘de ise bu hünerlerinin üstüne yürümüş ve ses tellerine yeni bir olgunluk katmış. Gitar dokunuşlarına zaten diyecek yok, yeni bir Robert Fripp doğuyor bile olabilir. Basçılık pozisyonunun yanında grubun ikinci vokalisti olan Cameron Picton bu seçkide bir şarkıcı olarak hem baskınlaşmış hem de Greep’e kıyasla sakin kalan tarzından ürpertici bir şeyler yaratmayı başarmış. Davulcu Morgan Simpson ise yer yer adeta bir uzaylıya dönüşerek müziğin ritmini aşkın bir boyuta taşımış.
Özetle black midi, Cavalcade ile dinlemesi yürek isteyen bir dönüş yapmış. Adım atacak cesareti bulduğunuzda ise geri aldığınız şey hayli ödüllendirici. Peki bu kadar zor bir müzik, grubun başarısında yeni zirveler aralar mı? Niye olmasın, Schlagenheim da bu açıdan hayli şansa sahipti sonuçta. “Modern müziğin kurtarıcıları” gibi grubu strese sokabilecek sıfatları bir kenara bırakalım: Cavalcade ışıl ışıl dehayla parıldayan ve hayli yetenekli müzisyenlerin elinden çıkma bir güzellik. Başyapıt mı, değil mi, onun muhakemesini de zaman yapacak.