Bir Gorgon İmgesi

Yaklaşık bir hafta öncesine kadar eşsiz bir opus sectile tekniğinin uygulamasının halka açılışını duyduk. UNESCO’nun listesinde yer alan Kibyra Antik Kenti’nin mirası Medusa Mozaiğinden bahsediyorum. 2009’dan beri kazılan ve 2012’de biten çalışmalar, bu sene ziyaret hakkımızı nihayet bize verdi. Görünce Atina, Efes, Miletos gibi antik kentleri unutturacağına emin gibiyim, keza Türkiye’de orijinal yerinde sergilenen en büyük mozaik döşemesi ünvanına sahip. Peki 3 bin 600 kişilik odeonun tam ortasına yapılmış bu sanat tekniği bize ne anlatıyor? Sedefler, renkli camlar ve parlatılan mermerler arasından bize bakan bu kadının orada işi ne? Mozaikten çok daha fazlasını anlatan Medusayla kurduğum felsefi münasebeti anlatmak istiyorum.

Stheno, Euryale ve Medusa. Üç kardeş arasında tek ölümlü olandır, aslı insan doğasından gelen sadece odur. En güzel olan da odur, denizler Tanrısı Poseidon’un başını döndürür, depremleri yaratanı kalbini çalar, atları koşturan tutkusunu ateşler. Athena’nın tapınağında zorla Medusa’ya sahip olur. En büyük  kıskananı Athena’ya yol açılır, (Zeus’un en sevdiği kızı olmasından kaynaklı bir haset duygusu içine giren Athena) lanetlemek için beklediği Medusa’yı bunun üzerine bir Gorgon’a dönüştürür. Saçlarındaki her bir dalga yılana, dişlerinin her birini sivri biçimsizliğe dönüşür, Medusa artık “çirkin”i temsil eder.  Güzelliği Tanrılara dert olan bu kadına bakanlar taş kesilecek, görüneni değil görmek istediklerini görmekle lanetleneceklerdir. Ölüm içgüdüsü hasetinin önüne geçen Athena, Medusa’nın insan doğasını kullanarak onu öldürmek ister, Perseus’u bu amaçla görevlendirir. Kılıcını Zeus’tan, kanatlı sandaletlerini Hermes’ten, görünmezlik miğferini Hades’ten, aynalı kalkanını Athena’dan alır, uyuyan Medusa’nın başına dikilir. Yılanları sarkan kafasını eline aldığında unuttuğu iki şey vardır; Poseidon’un armağanı Pegasos ve Khrysaor. Çocuk-canavarlar Perseus’un peşine düşse de kurtulup tablolara konu olan o yılan dolu kafasını Athena’ya ulaştırdığı bilinir.

Medusa’nın kadın profilinde temsil ettiklerini anlatması açısından Helene Cixous’u ele alıyorum. Perseus’un (erkek temsilinde) gözlerine doğrudan bakmaya cesaret edebilse ölümün değil büyüleyici gülüşü göreceğini, kadının bedeninin ürkütücülüğünü yok edebileceğini söyler. Cinsiyetçiliği bir kenara koyarsak, aslında önyargıların kişiyi taşlaştırdığı gerçeğini ortaya koyar. Kadınların iktidar yapılarından dışlanmasını klasik döneme kadar götüren Mary Beard ise kadının özne haline gelişini temsil eden Medusa’nın, eril otoritenin tehdit altında olduğu zamanlarda ortaya çıktığını söyler. 

Yukarıdaki ışık ve yansımaların gücünü tuvale vuran Caravaggio’nun Medusa’sı. Kadın, Barok döneminde görsel bir imgeye dönüşmüş, taşlaştıran bakışlarını lanetlendiği ölüm üzerinde.

Bir diğeri Leonardo Da Vinci’ye ait Rönesans’ın Medusa’sı. Ürkütücü güzellikten çok durağanlığın mitolojik hali üzerine. Medusayla edebiyata belki de ilk atıfı yapan Da Vinci resmi “dilsiz şiir” şiiri de “kör resim” olarak açıklıyor. 19. Yüzyıla gelindiğinde romantik dönemin devreye girmesiyle dışavurumculuk edebiyata üstün geliyor, devamında modernizmle gerçeklik algısı değişiyor. Tabi bu değişimde görecelilik kuramından kübizm ve sürrealizme kadar bir çok akımın etkisi var fakat müsaadenizle yeterli olmadığım kısımları yazma derdinde değilim. Erkeğin gözünde Medusa kadın, yine yılanlı, çirkin, dişil tehdit. Percy Bysshe Shelley’in bu resmi betimleyerek anlattığı bir şiiri bulunuyor, meraklılarına incelemeye değer. Bu yapıtlardan hareketle Antik Yunan’ın bu kadın profilinin erkek sanatçılar üzerinden yarattığı iki dişil imge Susan Gubar’a (The Madwoman In The Attic) göre iki kadında; Meryem ve Havva. Meryem iyi olan, iffetli ve erkeğe boyun eğenken Havva, kötü olan, ataerkil düzene başkaldıran rolünde. Kısacası erkeğin yorumlayan kadının yorumlanan rolü ortaya çıkıyor. Yorumlanan çünkü kadın estetik dolayısıyla görselliğe uygun olan konumuna geliyor. Ve bu güzelliği hayal gücünü kullanarak elde etme fantazmı eril olana kalıyor. Bu algının gelişimi aslında 19. yüzyıl ve 20. yüzyıldaki değişimlere bağlı diyebiliriz. Resimde olduğu kadar edebiyatta da bunu yansıtan James Heffernan, Batı edebiyatında ekphrasis kavramıyla bize bunu açıklıyor. Resimbetim anlamındaki kavram, görsel imge ve sözlü anlatımın bir bütününü oluşturuyor. Yine Batı geleneğine baktığımızda dişil olanın durağan imge, eril olanın ise hareket ve söz bildiren imge olduğunu görüyoruz. Bakılanın kadın, resme bakanın (betimleyenin) erkek olduğu yine değişmiyor.

Analiz boyutunu bir tık arttırarak Freud’a gelmek istiyorum. Tamamına erişemesem de Medusa’s Head adlı makalesinde, Medusa’nın kesilen başının hadım edilme korkusunu temsil ettiğini söyler. Bu kastrasyon kompleksine karşılık gelen ise erkek organının temsili olan, Medusa’nın saçlarındaki yılanlardır. Taşa çevirme özelliğini ise cinsel organda meydana gelen sertleşmeyle açıklayan Freud kastrasyon korkusunun bu ikisiyle yenildiğini öne sürer. Yine eril güce tehdit sayılan anaerkilliğin yıkılması söz konusu.

Bu retorik karmaşamı Lacanla noktalamak istiyorum. Benliği imgesel, simgesel ve gerçek düzlemler olarak terimleyen Jacques Lacan’da mitolojik bağlantı kurulabilecek noktalar var. Gerçekliğimizin bu üç farklı düzleminde ego yani imgesel-dişil olanda Medusa, özne yani simgesel-eril olanda Perseus  yer alıyor. Gerçek olanın ise bilinemeyeceğinden yola çıkarak, Medusa’nın ölümü, Pegasos ve Khrysaor’un doğum olayı örneklenebilir. Simgesel düzenin temsil ettiği bireyin toplumla olan ilişkisinde Athena’nın Zeus’tan ve imgeselliğinden aldığı güçle Perseus’u harekete geçirmesi ve devamında birlik kurulan halkın dişil olandan intikama yönelmesi bu ilişkiyi doğrular nitelikte duruyor. Lacan kuramında, üç düzlemin kesişiminin bireyin bağlamlarını gösterdiğini fakat gerçek olanın hakim olunamayacak düzeyde olduğunu söyler. Anlamdan uzaklaşmayı önlemek adına Medusa’nın  laneti, ona bakanları taşlaştırmak değil ona bakılamaması, dolayısıyla sevgi durumu yaratılamaması, bunun sonucunda aslında kendi ruhunun taşlaşmasıdır.

Mozaiği simgesel değil imgesel bir mirasa dönüştürerek ziyaret etmenizi umuyorum. Eserleri değere dönüştüren nokta tam olarak budur belki. Yetmedi bu bana diyenlere;

http://bilig.yesevi.edu.tr/yonetim/icerik/makaleler/2697-published.pdfhttps://dergipark.org.tr/download/article-file/396283

https://dergipark.org.tr/download/article-file/396283