Bir ay kadar önce “Müzik Türleri Neden Var?” yazısında kategorizasyonun yarattığı zararları tek tek sıralamak gibi bir işe de girişmiş olsam da yazının genel seyrinde müzik türlerine karşı optimistik bir yaklaşımı seçmiştim. Şimdi gelip de bu başlığı attırıp türlerin yok olabileceğini sorgulatan şey bir ayda gerçekleşmedi ama. Zaten müzik dünyasında özellikle son 3 yılda sıkça sorgulanan bir konuyu irdeleyeceğiz. Bu yıllarda gerçekleşen ve olayların işleyişinin kritik bir şekilde değişebileceğine işaret eden izlerin peşine düşeceğiz.
Meseleye ilk verilerle yaklaşalım. Vice’ın bir araştırmasına göre genç dinleyicilerin %78’i, dinledikleri müzik türleriyle tanımlanamayacaklarını düşünüyormuş. Türsüz müzik dinleyicisinin doğuş sebepleri olaraksa ortaya albümlerdense listelerden parçalar dinlemeleri ve fanatizmin sönmüş olmasını sürüyorlar. Stan Twitter’ın varlığında fanatizm mevzusuna çok emin olamadım ama listelerin bu dönemde yarattığı sarsıntıyı detaylıca konuşmamız gerekecek.
Bu sarsıntıyı yaratan baş aktör Spotify’ın, plak şirketleri ve dağıtımcılar gibi müzik sektörünü yıllardır tekerinde çeviren devlerin oyununu bozabilecek güce kavuştuğunu kabul ettiğimiz takdirde geleceğin dünyasında müzik türlerinin silikleştiğini de dolaylı olarak onaylamış olacağız. Peki bu durum bizi zamanla post-genre dönemine geçirebilir mi?
Bağlam>Müzik Türleri
Spotify’ın CEO’su Daniel Ek’in altın harflerle uygulamanın girişine yazsa şaşırmamamız gereken bu yönelimin açıklamasını; “İnsanlar artık hip-hop, country gibi şeylere bakmıyor, olaylar ve yaptıkları aktivitelere uygun seçimler yapıyorlar… Kim olduğumuza, nasıl hissettiğimize ve günbegün ne yaptığımıza göre doğru müziği iletebiliyor olmalıyız.” şeklinde yapıyor.
Her şeyden önce platformda arama kısmının bizi yönlendirdiği başlıkları inceleyelim. Vitrinde en önde- belki de göstermelik bir şekilde- “en çok dinlediğin türler” başlığı bulunuyor. Biraz daha kurcalamaya karar verince ise şirketin son sene atağa geçmeye karar verdiği podcast başlığı, en baştan platformun öne çıkan yanını oluşturan “senin için hazırlandı” ve keşfet köşesinin ardından gelen yeni çıkanlar gibi standart başlıkları enteresan bir seçim takip ediyor; ruh hali.
Bu istisnai bir seçim de değil. Bu senenin Spotify Wrapped‘inde de hatırlarsanız karşımıza beklenmedik bir aura başlığı sunulmuştu. Peki liste anlamında başka böyle neler var? Evde, Öğrenci, Chill, Odaklan, Fitness, Romantizm, Uyku, Oyunlar, Seyahat, Yemek Yaparken ve Yerken, Yaz. Gerçekten de Daniel Ek’in belirttiği gibi Spotify duş alırken, spor yaparken veya evi temizlerken, ya da özetle “herhangi bir şeyi” yaparken ne dinleyeceğimize karar vermeye- pardon, bu durumlarda yardımımıza koşmaya– kararlı gibi.
Yine arama kısmında dolaşmaya devam ediyoruz. Bu sefer bir müzik türüne basalım. Indie’yi seçtik ve dikkat çekici kapak tasarımıyla öne çıkan bir liste bizi ilk karşılayanlardan oldu: POLLEN. Listenin açıklamasında şu yazıyor: Türsüz. Önce kalite. Bir müzik türüne elimiz gittiğinde bile türsüz olmasıyla başarıyı yakalayan bu listeyi görmek ne düşündürdü? Biraz da bu listelerle uğraşalım madem.
Yeni Nesil Türsüz Listeler
Önce Spotify’ın önerilerini nasıl yaptığını bir hatırlayalım. Tüm olay A sanatçısını dinleyenlerin B sanatçısını dinleme yüzdeleri yüksekse A’yı dinleyene B’yi de önermek üzerine. Böyle işleyen bir algoritma sayesinde türden bağımsız bir şekilde aynı bağlama düşen sanatçıların ve bu kişiler etrafında gelişen toplulukların ortaya çıkması sağlanıyor.
Türsüz olarak sunulan POLLEN ve Lorem gibi listelerin içindeki müziklerin türsüz olacağı kanısına varılmamalı. Bu listeler daha çok türler arası esneklikleriyle Spotify’ın algoritma modeline yakın bir tutumla benzer müzikleri dinleyen insanları bir araya getiriyor. En popüler listeler olmamalarına rağmen internetin alt kültürleri popüler kültüre taşıyabilme gücünü arkalarına alarak etraflarında komüniteler oluşturuyorlar. Vee aşağıdaki videoya bakılırsa bu komüniteleri oluşturmak istedikleri hedef bir kitle söz konusu: Z Kuşağı.
Lorem’in- aynı zamanda birazdan değineceğimiz hyperpop listesinin- küratörü Lizzy Szabo, listenin amacının genç dinleyicilerin alışkanlıklarına göre ne tür müzikleri dinleyeceklerini bulmak olduğunu belirtiyor. Bu amaç uğruna gidilen yol ne mi? Sosyal medya. Listenin belirleyici özelliği bundan oluşuyor, ha bir de Szabo’ya göre Booksmart filminin havasını yansıtacak dinleyicilere ulaşmak kriteri var. Tüm sınırlar bunlar.
Bu listeler Z kuşağına ulaşma konusunda birçok kurumsal şirketin fiyasko denemelerine taş çıkartan bir performans sergiliyor. Aynı zamanda bu durum, bir şirketin güncel kültürün sesini yakaladığı noktada onu şekillendirici bir enstrüman haline de gelebileceğini bizlere sunuyor. Listede yer alan sanatçılar birlikte turneye çıkmaya başlıyor mesela. Booksmart etkisine bakın hele.
Spotify’ın listelerinin rotasının “daha çok” dinlenecek, “daha çok” satacak parçaların derlemesinden, tutan yeni dalga bir müziğin şekillendiği kültürler üzerinden pazarlanmasına kırılması; organik bir şekilde oluşan bu komünitelerdeki küçük çaplı sanatçıların tanınmasına da ışık tuttu.
Spotify’ın proje direktörü Sophia Olofsson, türsüz listelere eğilimlerinin insanların müzik dinleme şeklinin topluluklara daha bağlı olduğunun fark edilmesiyle müzik türlerindense kültürel dinamiklere göre derlemeler yapma gereğini görmeleri sonucu oluştuğunu açıklıyor. Kürasyonu tamamen başındaki editöre özgü olan listeleri “2020’lerin mixtape’i gibi” diyerek tarif edeni bile gördüm. Halbuki bu bana farklı bir şeyi hatırlatmıştı. Müzik seçkileriyle etraflarında birbirinden beslenen bir dinleyici-dinletici ilişkisi oluşturan alternatif radyoları. A aa, bu sitede de bir tane varmış. Daha önce dinlemediyseniz bu yazıyı okumaya devam ederken bir kulak verin derim.
Neyse anlayacağınız Spotify’ın fark ettiği mevzu gerçekten işleyebilecek bir temele oturuyor. Ancak Spotify gibi devasa bir şirket sıkı müzik dinleyicilerinin birbirini organik bir şekilde bulduğu bir habitatı yaratma potansiyeline ne kadar sahip? POLLEN ve Lorem’in başarısıyla bu iş olmuş gibi gözükse de bu muhabbetlere dahil edildiğine pek rastlamamış olduğum türsüz birkaç listeye daha dil uzatmak istiyorum.
- Noisy: Spotify’ın açıklamasında “punk, rock, alt ve indie’nin mükemmel karışımı” olduğunu belirten bu listeyi sayfasına girdiğim herhangi bir sanatçıyla kakalamaktaki ısrarı hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Belki de dinlememek konusundaki istikrarımla gerçek ısrarcı benimdir.
- The oTHERS, The Other List, Modern Eclectic: Yenilikçi ve öteki seslerin peşine düştüğünü ileri süren listeler olması da hayırlı bir olaydır herhalde, ha?
- metaverses: Listenin “01110000 01101100 01100001 01111001 01101100 01101001 01110011 01110100” şeklindeki açıklamasını sizin için çevirdim: playlist.
- pulp, Terra Incognita: Strateji gütmeksizin bir insanın keyfince derlediğini hissettiren listelerden.
- The Skate Shop, melomania: Bu listelerin ikisinin de açıklaması “yeraltına hoşgeldiniz” şeklinde. Hoşgeldik madem öyle geliniyorsa, ne diyelim.
- OFF POP, anti pop, hyperpop: Şşş, buraya geleceğiz.
- EQUAL, badass, Fierce Femmes: “kadınlar da müzik yapıyormuş!” temalı listeler.
- Oblique: Son birkaç aydır Spotify’da yaptığım her hamlede karşıma çıkıveren ve açıklamasında “Açısal. Asimetrik. Deneysel.” yazan bu listeyle Spotify neden beni müzik zevkimin asimetrik olduğuna ikna etmeye çalışıyor ve nasıl bunu başarmaya bu kadar yaklaşıyor?
Yazı için attığım başlığı cevaplamamış olmayayım madem. Evet, Spotify böyle böyle herkesi post-genre dünyasına alıştıracak. Müzik dinlemek için Spotify’a girdiğimiz her dakika bu sinsi propagandaya maruz kalacağız. Propaganda çünkü her ne kadar post-genre tanımının sınırları kaldırmasıyla özgürleştirici olacağı savunulabilecek olsa da Spotify bunu işine geldiği için yapıyor.
Müzik platformlarının müzik dinlemek için elimizin gittiği ilk araçlar olmadığı zamanlarda albüm dinlemenin bugün olduğu kadar garipsenen bir aktivite olmadığını şöyle bir hatırlar gibiyim. Müzik dinleme kültürünün plak şirketlerinin hakimi olduğu albümlerden Spotify’ın hakimi olduğu listelere kırılışına şahit olduk aslında. İleri adım da plak şirketlerinin asırlardır müzik dağıtım ve pazarlamada bir numaralı yolu olan müzik türlerinden Spotify’ın türsüz modeline geçiş olacak.
Bunu Öngörmeli Miydik?
E biraz… Bunu yalnızca Spotify’ın bir stratejisinden ibaret olarak görmemek lazım. Bugünlerde birçok sanatçı kendini bir tanımlamayla sınırlandırmak istemiyor. Ki bahsi geçen sınırlar da hiç olmadığı kadar açık. Bunda en başta internetin payı olsa gerek. Öğrenmek, keşfetmek, denemek istediğimiz herhangi bir şeyi aratıp işe girişebildiğimiz bir alan söz konusu. Müzikte deneysellik alanı genişledi ve haliyle sınırları muğlaklaştırdı. DIY ise müzik yapmanın felsefesi haline geldi. Buraya sonraki başlıkta tekrar döneceğiz.
Spotify Bedroom Pop listesi ile çıktığında ve odalarından müzik yapması üzerinden müzisyenleri bir başlıkta topladığında istemeden herkese gülerek şu soruyu sordurdu: “kim başka bir şekilde yapıyor ki?”. Bir de bunun üstüne pandemi gelince bunu artık bir norm kabul etmeyen tek bir kişi kalmadı. Ama Spotify’ın aydığı mesele daha geniş bir paketti.
Artık bir sanatçı kendini oturduğu odadan yaratabiliyordu. Ve bu insanlar gözlerini açtığında internet vardı. Her an, her yerde, her şeye maruz kalabiliyorsak artık kimsenin kendi baloncuğunda yaşadığını söyleyemeyiz. Bugün yapılan müzik de bunun bir çıktısı olarak her şeyden bir şeyler barındıracaktır. Hem her şey gibi duyulacak hem de hiçbir şey gibi duyulmayacaktır. Post-genre da bu değil midir?
Tamamen post-genre dünyada ne olacak peki? Grammyler verilemez herhalde, verilmesin de zaten. Festivaller? O anlamda gelişmeler yaşanıyor bile. 2008’de Glastonbury’nin headline’ı Jay-Z olarak açıklandığında kıyamet kopmuştu- kendi de bu durumla çok iyi dalga geçmişti– ama artık caz festivali gibi tür adıyla anılan festivallerde bile çeşitli bir sanatçı kadrosu görmeye alışır hale geldik. İnsanlar türünden bağımsız olarak benzer sanatçıları dinleyerek bir araya gelebiliyorlar ve Spotify’ın başardığı şeyi görmek, müziğin artık sınırsız ve türsüz bir şekilde sunulabileceğine inanmayı mümkün kılıyor.
Bir Müzik Türü Olarak Post-Genre???
Bu kadar ne konuştuk biz? Müzik türleri yok oluyordu, aralarındaki sınırlar silikleşiyordu hani?
Tamam ama post-genre kelimesini ilk ortaya atanları yine bir müzik türü başlığı altında konuşmamız lazım. Vice’a “İşte Hyperpop: Türsüz Müzik için bir Tür Başlığı” başlığını ben attırmadım yani, ne yapabilirim? (İş iyice paradokslaşıyor.)
PC Music’i yaratarak mevzubahsi geçen müzik türünün tanımlayıcılarından adledilen A.G. Cook, plak şirketinin adının “yalnız elektronik değil, aynı zamanda amatör olmasına karşın potansiyel anlamda- yatak odasında yapılan müzikle stüdyoda yapılanın farkının belirsizleştiği– kaliteli müzik yapmakta bilgisayarların önemli bir rolü olmasına” dokundurma yaptığını söylüyor. PC Music’in sesini oluştururken ise parçaların stüdyoda diğer her şeyden ayrışmak üzere değil her şey gibi duyulmak için işlendiğinden söz ediyor. Tam olarak demin konuştuğumuz şekilde.
Hyperpop, kimliğini müzik türlerinin tanımlanması güç bir bulamacını pop sularında oluşturarak yaratıyor. Spotify’da hyperpop listesini hayata geçirerek türe adını koyanlardan olan Lizzy Szabo, hyperpop’un pop müziğin- ama nasıl bir pop müziğin olduğu kritik, oraya birazdan değineceğiz- parodisi olarak ortaya çıktığını ancak bugün birçok icracısının yaptıkları işi ciddiye aldığını ve müzik türü olduğu kadar bir komünite olmasıyla ayrıştığını belirtiyor.
Oyun alanı olarak seçtikleri pop, havalı ve sanatsal görülmeyen ve çoktan popüler olmaktan çıkmış müzikleri içeriyor. Her şey gibi duyulmaya çalışan ve müzik türü sınırlarına direnç göstermesiyle- LGBT+ komünitesinden pek çok sanatçı içeren hyperpop bir nevi her tür sınırlandırmaya direniyor- sesini yakalayan bir müziği tür başlığı altına sığdırmaya çalışınca da doğal olarak sıkıntılar doğuyor tabii ki. Bu başlığın ironisi de burada yatıyordu.
Hyperpop, post-genre bir vizyonla müzik üretiminin nasıl olabileceğinin somut bir örneğini sunmasını tabii ki internet kültürüne de borçlu. The Atlantic’in harika bir şekilde tarif ettiği gibi “TikTok’un DIY saçmalamalarına, Twitch’in bilgisayar oyunu şiddetine, dinleyebileceğin-her-şeye ve müzik platformlarının sınır-tanımaz imkanlarına uygun müzik” işte burada- daha fazla bu mevzuya düşmek istiyorsanız gitmeniz gereken ilk makale de kesinlikle The Atlantic’inki bu arada.
İnternet kültürüyle müzik birbirlerinden hiç bu seviyede beslenmemişti. Üretilen müzik ve yaratılan içerikler ağzına kadar internet dili ve bu devre özgü bir ironiyle dolu. İnternet tarafında karşılığında ne mi oluyor? Örneğin 100 Gecs ne zaman bir içerik üretse grubun online komünitesinden internete yağan bir meme ve shitpost akışı gerçekleşiyor. Şu an internet kültürünün doğurduğu herhangi bir müziği hyperpop olarak etiketleme furyası hakim olsa da zamanla yeni komünitelerin isimlerinin doğuşuna şahit olacağız. Eminim ki önümüzde hyperpop gibi türsüz, veya daha doğru tanımlamak gerekirse türlendirilmesi-zor, tür-sınırlarını-zorlayan birçok “tür”- tamamen post-genre dünyaya geçene kadar hala tür- duyacağız.