Söyleşi: The Comet is Coming

Bence kullandığımız ana teknoloji zihinlerimiz. Üst düzey bir teknoloji o. Birbirimizi dinlemek, doğru anda doğru şeyi çalmaya çalışmak… Spontane bestekarlık dediğimiz şey akıl almaz bir teknoloji.

Dan Leavers

Elektronik caz üçlüsü The Comet is Coming ile artık birkaç yılı aşan bir sevgi bağımız var. Radyolarımızın ve blogumuzun gediklilerinden olan İngiliz üçlü, yepyeni stüdyo albümleri Hyper‐Dimensional Expansion Beam’i bugün servis etti. Bu muhteşem dönüşün şerefine kendileriyle geçtiğimiz çarşamba (21 Eylül) Zoom üstünden görüştük ve derhal bizce çok keyifli geçen bu görüşmenin dökümünü almaya başladık. Dan Leavers’ın (Danalogue) bizi karşıladığı, çok geçmeden Shabaka (Hutchings) ve Max Hallett’ın (Betamax) da aramıza katıldığı söyleşiyi aşağıda okuyabilirsiniz.

Nasılsın, Dan? Nasıl geçiyor günlerin?

Danalogue: Şu aralar aşırı yoğun. Cuma günü (23 Eylül) Amerika turnemize başlıyoruz. Perşembe (22 Eylül) Londra’da konserimiz var. Bu gece de albümümüzün ilk dinleme partisini veriyoruz. Kuadrofonik bir ses sistemiyle, baştan sona, insanlarla dinleyeceğiz. Heyecanlı. Turnemiz ise çok uzun sürecek. Belki bir yılı aşkın bir süre boyunca dünyayı gezeceğiz. Geçtiğimiz birkaç günü de hazırlıklara ayırdık. Zihinsel olarak hazırlanıyor, ayrıca pılımızı pırtımızı valizlere kaldırıyoruz. (gülüyor)

Bilhassa İstanbul konserinizi iple çekiyorum. Şimdi, elbette ilk olarak yeni albümünüz Hyper‐Dimensional Expansion Beam’i konuşacağız. Bu cuma çıkıyor, biz bu röportajı servis ettiğimizde yayınlanmış olacak. Her zamanki gibi tempolu, capcanlı, astral şarkılar var içinde. Bize özet geçebilir misin, bu albümün sendeki anlamı nedir, nasıl ortaya çıktı?

Danalogue: Bir şeyleri özet geçme kabiliyetimi hâlâ geliştiremedim. (gülüşmeler) Ama bu albüm stüdyoda dört günlük bir süreçte, derin sinerjik işbirliklerimiz sonucu ortaya çıktı. Doğaçlama besteler çaldık, sonrasında daha elektronik tarzda bir müzik ve stüdyo prodüksiyonu süreci geldi. Bu işlemler de dört ay sürdü. Neticede yepyeni bir sound duyacaksınız. Sanırım bu müzikler pek bir kategoriye sığmıyor. Zaten kendi The Comet is Coming sound‘umuz vardı, bu albümde yolculuğumuzu yeni bir yönde genişlettik. Hyper‐Dimensional Expansion Beam aslında dönüştürücü bir süreç.

(Bu noktada Zoom toplantımıza sırasıyla Shabaka ile Betamax katılıyor.)

Hepinizi birden görmek ne güzel. Hyper‐Dimensional Expansion Beam zaten her zamanki gibi bomba olmuş. Dan ile siz gelmeden hemen önce albümü konuşuyorduk. Belki siz de bu albümün gözünüzdeki yerinden ve nasıl ortaya çıktığından bahsetmek istersiniz.

Betamax: Bu proje benim için bir müzikal deney, oynadığımız bir oyun. Varımızı yoğumuzu ortaya koyup sonra ne yapmışız diye dönüp baktık. Bize derinden temas eden bir ses ışınıydı. Belli hisler doğurdu içimde. Daha önce duyduğum birtakım seslermiş gibi geldi. Önemli geldi. Beni çeken müzik dokunuşları daima açıklayamadığım dokunuşlar olmuştur. Hem hiçbir şey açıklamayan, hem de her şeyi açıklayan dokunuşlar. Bir enerji formu bu albüm, zihninizi açıp genişletiyor. Sanırım adını bu yüzden Hyper‐Dimensional Expansion Beam koyduk. Bence içinde bir güç saklı.

Shabaka, 2019’daki bir röportajında şunu demişsin: “The Comet is Coming’in taşıdığı değer şu: Her an bir kuyrukluyıldız dünyaya çarpacakmış gibi yaşamalısın. Çevresel boyutta düşündüğümüzde bu düşünce her zamankinden daha güncel duruyor.” Sence pandeminin başından beri bu kavrayış ne şekilde değişip gelişti, The Comet is Coming albümlerinin ortaya çıkış yaklaşımı bundan nasıl etkilendi?

Shabaka: Bence genel anlamda müzikal kavrayışımız gelişti. Birer müzisyen olarak geliştikçe dünyayı ve müziği kavrayışımız da daha derin ve karmaşık bir hal aldı. Akıl sağlığımızda, birbirimizle nasıl etkileştiğimizde ayyuka çıkan bir durum. Hislerimizi ve nasıl tınlamak istediğimizi birbirimize nasıl aktardığımızda ayyuka çıkan bir durum.

Bu albümde hangi enstrümanlar ve araçlar üstünde deney yaptınız?

Betamax: Peter Gabriel’in New World Stüdyoları’ndaydık. 

Danalogue: Adı Real World Stüdyoları.

Betamax: Doğru. O stüdyo başlı başına ilginç bir alan. Bir yeldeğirmeninden bozma, boca boca su dökülüyor her an. Dışarıya açılan kapıyı açtığın an… (akan su sesini taklit ediyor) Ne zaman temiz hava almaya çıkacak olsak kulaklarımıza su gürültüsü akın ediyordu. Bundan çok ilham aldım. Ne zaman dışarı çıksak gürültünün beynimize reset atmasından. Stüdyonun da her yanında ömrümüzde görmediğimiz analog ekipmanlar vardı. Neyse ki teknisyenimiz Capitol K yanımızdaydı. Kaydımızı o aldı, stüdyodaki tüm imkanları değerlendirmemizi sağladı. Gördüğümüz her ekipmana jak taktık resmen. Sound‘umuzun üstüne katıp mekandan maksimum verimi almak hayallerimizi gerçek kıldı. O kadar fazla enstrüman kullandık ki. Hep kullandığımız enstrümanlar vardı tabi, Roland JUNO-106, SH-109 gibi…

Danalogue: (Betamax’ı taklit ediyor) “Hep kullandığımız şeyler ya, Roland JUNO-106, SH-109…” Betamax, yaktın geçtin be ortalığı! (gülüşmeler) Bendeki JUNO-60 bu arada. (gülüşmeler) Ama bu defa seslerimi genişletmek istedim. ‘Genişlemek’ albümün adında var, malum. İki JUNO getirdim bu defa. Biri bir adet 808 drum machine‘e bağlıydı. Bir de bağımsız takılan ikinci bir JUNO. Bir de bu defa Moog synthesizer kullandım, “Pyramids” şarkısında duyabilirsin kendisini.1990’lardan bir Ensoniq wavetable kullandık. Çok ürkütücü bir sesi var. Robot gibi tınlayan bir enstrümanın şarkı söylemeye çalışıyor olmasını çok dokunaklı buluyorum. İnsanlaşmaya çalışan bir teknoloji aslında, beni çok cezbediyor bu. Ama bence kullandığımız ana teknoloji zihinlerimiz. Üst düzey bir teknoloji o. Birbirimizi dinlemek, doğru anda doğru şeyi çalmaya çalışmak… Spontane bestekarlık dediğimiz şey akıl almaz bir teknoloji.

Betamax: Shakuhachi içeren bir şarkı var…

Shabaka: Plastik shakuhachi.

Betamax: Ne, klasik shakuhachi mi?

Shabaka: Plastik shakuhachi.

Betamax: Ha, plastik shakuhachi

Shabaka: Aynen. Turuncu renkli, plastik bir shakuhachi var bir şarkıda. 

Betamax: Ki kendisi babamın çaldığı bir enstrüman. Aramda bir bağ hissettim o yüzden. Bazı perküsyonların üzerine kayıt yaparak sonik bir atmosfer yaratmaya çalıştık. Davul synth‘ler de dahil olmak üzere farklı farklı enstrümanları kurcaladık. Birçok şarkı ayrıca bir 808 drum machine üstüne kaydedildi. Bizi alıp götürdü, hipnotize etti resmen enfes metronomik senkoplarıyla. Rave‘liyoruz bir bakıma kimi yerlerde.

Detaylı bir tarif oldu, teşekkürler. Peki albümden yapması en kolay ve en zor şarkıları seçseniz bunlar hangileri olur?

Danalogue: İronik bir biçimde en çok zorlayanlardan biri tekli olarak yayınladığımız “Technicolour” oldu. “CODE” da zordu, ki onu da tekli olarak yayınladık. Sürprizi çok bozmadan şunu belirteyim, albümün aranjman detaylarını inceleyerek olsan büyük bir mimari eser yaratmışız sanırsın. Çok detaylı kurgu dokunuşları, üst üste bindirmeler yaptık ki ritmik olarak her şey yerinde olsun. Yaptıklarımızın potansiyel taşıdığını biliyorduk, ama bazen birlikte çalıyorken aynı anda aynı notaya basamıyoruz. Ne de olsa her şey doğaçlamayla doğuyor. Karmaşık bir yapbozu tamamlamaya benziyor. Ama neticede son halini bulmak çok tatmin edici oluyor. En kolay şarkıya gelirsek… Zor bir seçim, çünkü hepsi çok çılgın süreçlerden geçti. Ama muhtemelen cevabım “Angel of Darkness.” Kimi zamanlar daha az kesip biçme gerektiren, çaldığımız an doğal bir şekilde formunu bulan şeyler yazıyoruz. Nispeten daha organik oluyor. O şarkı, formunu bize kendisi malum etti.

Shabaka: Dan ile Max’e kıyasla prodüksiyon sürecinin o kadar da içinde değildim, o yüzden pek bir şey eklemeyeceğim. Ben sadece performans sırasında oradayım. Haliyle her şey bana aşağı yukarı aynı kolaylıkta geldi. O performans bitip de prodüksiyon süreci başladığı an neyi ekleyip çıkaracağına dair kararlardan bambaşka karmaşıklıkta bir katman ortaya çıkıyor. Hepimiz ne yaptığımızı birlikte dinleyip bir kolektif olarak hangi dokunuşların bize daha çok temas ettiğine birlikte baktık, ama prodüksiyon süreci doğrudan Max ile Dan’in alanı. Ama sadece performans düzleminde bakarsak bana en kolay gelen… Neydi o ya, hani (melodiyi mırıldanıyor)?

Betamax: “Pyramids.”

Shabaka: “Pyramids”, aynen. Doğaçlama yaparken tak diye o melodiye ulaştığımızı hatırlıyorum. Havasını çok değiştirmedik, temeli ve akılda kalıcı melodisinden üstünden yağ gibi akıp albümdeki şekline kavuşturduk.

Betamax: Benim de aklıma “Frequency of Feeling Expansion” geldi şimdi. Başta albüme koymayı düşünmüyorduk, son dakikada dahil oldu albüme. Yani baktığında üstünde çok vakit harcamadık. (gülüyor) Bu kolay oldu demek oluyor mu bilmiyorum. Belki en başından beri üstünde çalışıyor olsak ses üstünde oynayacak zor ögeler bulurduk. Kesinlikle daha fazla şey katardık içinde.

Danalogue: Ya, aslında sen konuşurken üstünde kaç kez oynadığımızın istatistiğini kontrol ettim şimdi, o şarkıdaki kesip biçmelerin sayısının haddi hesabı yok.

Betamax: (gülüyor)

Danalogue: Belki çok erken aşamalarda üstünde çalışmışız, sonra uzun bir süre dolaba kaldırıp çıkardığımızda öylece servis etmişizdir. O kadar fazla oynanmış ki üstünde. Ya da miks sürecinde daha az şey yaşanmıştır belki? Pardon, böldüm, muhtemelen veriler çok da bir şey ifade etmiyordur. (gülüyor)

Daha önce de belirttiğimiz gibi turneniz yaklaşıyor, bu turne kasım ayında İstanbul’a da uğrayacak. Ne İstanbul’da, ne de çalacağınız mekan Babylon’da ilk seferiniz bu tabii. Merak ediyorum, önceki seferlerden aklınızda nasıl anılar kaldı?

Shabaka: İstanbul’a dair aklımda kalan şey, havaalanından çıkıp, köprüyü geçip o harika manzarayla karşılaşabiliyor olmak. Muazzam bir detay. Seyirci de daima muhteşem. Hep benzer bir ruh haline sahibiz gibi geliyor. İstanbul hatıram bu.

Danalogue: Bence İstanbul halkı çok havalı. Turnedeki bir sanatçı olunca dünyadaki her şehri görüyorsun. Ses elçisi gibi hissediyorsun kendini, çok kısa bir sürede farklı kültürlerle tanışıyorsun. İstanbul halkının ise havası, giyimi, tavrı, her şeyi harika.

Shabaka: İstanbul’daki bir konserimizin çıkışında bir adam gelmişti yanımızda, benzer bir hisle deneyimlediği tek etkinliğin futbol maçları olduğunu söylemişti. İçini dökebiliyor, son ses bağırabiliyor, kendini ifade edebiliyordu. Çok hoşuma gitmişti bu.

Betamax: Benim hatırladığım… İstanbul’daki ilk seferimizdi sanırım, sahiden sahne alıp almayacağımız şaibeliydi. Sanırım daha yeni bir terörist saldırı yaşanmıştı. Yine de gittik çaldık, bu da bir bakıma o deneyime anlam kattı. İnsanlar yanımıza gelip “Sağ olun. Çalmayacaksınız sanmıştık. Yanımızda olduğunuz için sağ olun.” dediler. Ne olup bittiğini bilmiyordum o an. Kötü bir zamandı, insanlara müzik getirmek herkese iyi geldi.

Keyifli sohbetti. Eklemek istediğiniz bir şey varsa buyrun.

Shabaka: Yok ya… (gülüyor)

Danalogue: Hyper-Dimensional Expansion Beam sizi bekler. Derinlere inin. Kulaklıklarınızı takın.

Betamax: Evet.

Shabaka: Bazen genişlemek, büzüşmekten iyidir. Bazen.

The Comet is Coming’in resmi sitesine şuradan göz atabilirsiniz.