Nick Cave ile Warren Ellis – CARNAGE

Seni öldürmeyen şey daha da deli kılar“, diyor Nick Cave CARNAGE‘ın kapanış şarkısı “Balcony Man“in son saniyelerinde. Karamsar bir ton bir yok bu ifadede, aksine insanı özgür kılan türde bir delilikten gelen rahatlama ve kabulleniş var. Albümün kendisi de böylesi çelişkilerle dolu; karanlığın içinden yükselen aydınlığın rahatlığı, aydınlığın içinden yükselen karanlığı kabulleniş… Önceki albüm Ghosteen‘de olduğu kadar cilalı bir prodüksiyon yok CARNAGE’da, içinden geçtiğimiz karanlık dönemin ruhunu okşayan bir kirlilik var. İlk bakışta belki de kulağı rahatsız eden, ama zamanla yüreğimize su serpen bir kirlilik. Böylesi de hayli münasip, zira CARNAGE, kolektif deliliğimizin içindeki güzelliği arıyor.

Sözlükte kıyım, kırım, katliam gibi anlamları var CARNAGE kelimesinin. Albümün ise her şeyiyle bir pandemi ürünü olduğunu anlamak zor değil: Cave ile Ellis’in karantina buhranında bir stüdyoya kapanıp şarkıların kabataslak halini günler içinde yarattıkları, Cave’in albümü “komünal bir felaketle sarmalanmış, hayli gaddar ama büyüleyici güzellikte bir kayıt” sözleriyle tanımladığı biliniyor. Hepimizin tepesine binmiş bu kıyametvari senaryonun ve ötesinde kurtuluşun izini süren sözler; olan bitene anlam vermeye çalışan insanlardan, tanrının elinden, titreyen bir yerküreden, güneşte eriyen buzdan heykellerden, bazen gülüp bazen ağlayan aydan ve başka birçok sembolik aktörden bahsediyor. Ama sıklıkla da gökyüzündeki bir krallığı arıyor, İncil’den fırlama imgeleri umudun simgesine dönüştürüyor. Anlayacağınız kendini “dindar olmayan bir spiritüel” olarak tanımlayan, kutsal kitapların anlatılarını edebiyatına sıklıkla yediren Cave yine bildiğimiz gibi.

Gelelim görelim ki bu tanıdık sembollerin ötesinde CARNAGE müzikal olarak ya da prodüksiyon düzeyinde başka hiçbir Cave, Ellis ya da The Bad Seeds albümüne benzemiyor. Ghosteen‘le bu şarkıları üst üste dinleyin; Cave’in sesinin bu defa kulağınıza önceki işleri kadar ‘cilalı’ gelmediğini fark etmek zor olmayacaktır. Enstrümanlar da, vokaller de ilk paragrafta bahsettiğimiz kirlilikten nasibini alıyor. Bu kirliliği görsel imgelere dökmek dahi mümkün: “Hand of God“ın 25. saniyesinde duyduğumuz Ellis aranjmanının kafamızda bir çeşit kıyamet sonrası çorak arazi tablosu oluşturduğunu iddia etsek abartılı durur mu? Tam o saniyede Cave’in sesi sanki çok uzaktan geliyor, kendisinin de bu felaket içinde bizim kadar kaybolduğunu rahatlıkla duyumsuyoruz. Aynı şarkıda çok geçmeden sert rüzgarlar esiyor, hızlı bir yolculuk başlıyor. “Old Time” uğultulu gitar tonu, piyanosu, acımasız keman ve loop dokunuşlarıyla hem fazlasıyla yeni, hem de fazlasıyla nostaljik tınlıyor. Kaydın en eski usul The Bad Seeds’e şapka çıkaran kısmı olduğu kuşku götürmez. Hemen ardından gelen Carnage“da Cave’in vokali, duygusallığın zirvesinde geziniyor:

Alt tarafı sevgi

Direksiyona geçmiş yağmurun altında

Bir tren misali

Yuvarlanıyor dağdan yokuş aşağıya

Carnage

Tarif etmesi çok zor bir iş olan “White Elephant” bizi ikilinin külliyatında yeni bir noktaya götürüyor: İlk yarısında bir “Stagger Lee” tonu tutturan şarkı, ikinci yarısında her şeyi kenara bırakıp eniyle, konuyla bir kıyamet korosuna dönüşüyor! Cave’in şarkıyı henüz dinlememiş sıkı hayranları, bu kıyamet korosunu kafalarında önden canlandırmak için The Bad Seeds’in Abattoir Blues / The Lyre of Orpheus albümünde yer alan “Hiding All Away” şarkısının sonunda coşkulu koroyu düşünüp biraz daha gerçeküstü tonlara bulayabilir. Cave ile Ellis, neredeyse gospel olarak tanımlanabilecek eşsiz bir iş üretiyor. Bu kadar övsem de bu ikinci yarının prodüksiyonunun bir tuhaf olduğunu, şarkının gücünden belki de biraz götürdüğünü belirtmem lazım: Kaydın ses düzeyi biraz inişli çıkışlı hareket ediyor, arkaya serpiştirilen ‘karnaval tadında’ sesler bilhassa kulak kesilmeniz halinde sizi yoruyor. Yine de Cave ile Ellis için bu şarkının taptaze, özgün, cesur ve deneysel bir iş olduğunu, kusurlarına rağmen etkileyiciliğini koruduğunu belirtelim.

Piyano odaklı ve ambient bir arka planla desteklenmiş “Albuquerqe“, bize “bu sene hiçbir yere gidemeyeceğimizi” söyleyerek güncelliği dolaysız bir tavırla yakalıyor. “Lavender Fields” Ellis’in şahane enstrüman yapıbozumlarıyla bize adeta cennetten bir tablo resmediyor, “Shattered Ground” bu yükselişin ardından bir inişe geçerek bizi karalar bürümüş bir toprakla yüzleştiriyor. “Balcony Man” zor günlerin ardından doğan sabahların yolunu çok akılda kalıcı bir nakarat melodisi ve kıtasıyla gözlüyor: “Ne güzel bir sabah bu, aynı senin gibi.”

CARNAGE kirli tınılarının altından kazılacak güzelliklere ev sahipliği yapan, her köşesi yarım kalmış duyguların kabullenişinden gelen bir katarsisle dolu, beklenmedik anlarda ışıldayıp yürek dağlayan biçimlerde sönen bir albüm. Bahsi geçen yarım kalmış duygular ve kirli tınılar, ortaya içine girmesi bir nebze zor bir albüm çıkarsa, “White Elephant“ın bahsettiğim miksindeki pürüz gibi ufak sorunlara ev sahipliği yapsa da nihayetinde albümün etkileyici yönleri hayli baskın çıkıyor. Daha da ötesi Nick Cave diskografisinde yeni bir sayfayı müjdeliyor CARNAGE. Belli bir tarzın ekseninde şekillenen önceki albümlerin aksine yörüngesini bir tarzlar çemberinde bulunduruyor, bunu yaparken de taptaze şeylerin filizini ekiyor. Yıkımın ardından yeniden inşa geliyor. Ve yolun ilerisine yönelik olumlu hislerimiz güçleniyor.