Kolektif İstanbul: “Gezegen İçin Kısa, Bizim İçin Çok Uzun Bir Süre”

Kolektif İstanbul on beşinci yılında beşinci stüdyo albümü Kısmet’i dinleyicileriyle buluşturdu. Gruptan Aslı Doğan, Richard Laniepce ve Ertan Şahin ile çok keyifli bir söyleşi yaptık. Yeni albümden, grubun eğlenceli yol hikayelerinden ve pandeminin Türkiye’deki müzisyenleri nasıl etkilediğinden uzun uzun konuştuk.

Merhaba. Nasılsınız? İstanbul’da değilsiniz galiba.  

Aslı: Evet İstanbul’dan kaçtık.

Dün akşam Hıdırellez’i kutlamışsınız.

Aslı: Ateş yakalım dedik. Küçük çaplı bir kutlama oldu.

Benim için çok ilginç bir tesadüf oldu. Sizi en son 6 Mayıs 2019’da İş Sanat’taki Bahar konserinde izlemiştim. Röportaj da yine 6 Mayıs’a denk geldi. 

Aslı: Çok güzel bir akşamdı. Misafirler bizim için çok özeldi; çok heyecanlı bir deneyimdi. 

Epey kalabalık bir sahneydi zaten. 

Aslı: Bir de yoldan gelmiştik. Uçaktan o gün inmiştik. Altı konserlik bir Avrupa turnesi vardı. Tam onun arkasına geldi bu konser. Gününü de değiştiremedik. Üstelik bir gece öncesinde de çalmıştık. O yüzden çok net hatırladığım bir gün değil.

O konserde oturma düzeni vardı. İnsanlar birbirlerinden çekindiği için herkes oturarak izledi konseri. Yeteri kadar eğlenemedik diye içimde kaldı. O yüzden pandemi bitince ilk gideceğim konserlerden biri Kolektif İstanbul konseri olacak. 

Aslı: Benim de ilk gideceğim konserlerden biri o olacak. Çok özledim gerçekten. İşin maddi kısmını geçtim artık. Konserlerin eksikliğini hissetmek çok garip.  

Şu an çok güzel bir yerdesiniz bu arada, imrendim size.

Aslı: Bir yıldır ilk defa İstanbul’dan çıktık. 

Adada yaşıyordunuz diye hatırlıyorum.

Aslı: Adada 5 yıl kadar yaşadık, sonra taşındık. Seyahatlerle ada çok zor oluyordu. Bir yıl boyunca eve kapatılacağımızı bilseydik taşınmazdık. Şimdi adada yer kalmadı. Herkes adaya taşındı.

Zaten Büyükada pandemi öncesinde de çok kalabalıklaşmıştı.

Aslı: Evet işte biz ondan kaçtık. Artık gerçekten nefes alınmıyordu. Ama bu turistsiz seneyi kaçırmak üzücü oldu. 

Grup üyeleri ile görüşebildiniz mi bu süreçte? 

Aslı: Bizim için o da zor oldu. Gruptan Tamer ve Talat (Karaoğlu) kardeşler Bulgaristan’a gitti. Onlar Bulgaristanlı zaten. Bir süre sonra döneceklerini düşünerek gittiler ama geçen Haziran’dan beri oradalar. En son geçen sene 19 Mayıs’ta beraber çaldık. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Haliç’te 19 Mayıs konseri düzenlemişti. Seyircisiz, tuhaf bir şeydi ama yine de çaldık. Ondan sonra hiç görüşemedik. 

Seyircisiz de olsa yeni bir konser planı var mı?

Aslı: Yakında olamayacak gibi görünüyor. 

Richard: Yakında yeni klip çekebiliriz belki. 

Hangi şarkı?

Richard: “Tadım Tuzum”.

Bu arada “Minnoş”un klibini geçen yıl çekmiştiniz. Albüm geçen yıl yayınlanacaktı sanki. Yanlış mı hatırlıyorum?

Aslı: Evet, geçen yıl yayınlanacaktı. Aslında Kısmet’in hikayesi biraz da o yüzden pandemik bir hikaye. 2020 Nisan’da yayınlanacaktı. Hazırdı. Öncesinde bir şarkı çıkarıp onun da akustik versiyonunu albüme koyacaktık. Ama 2020 Mart’ta kapanınca bir süre beklemeye karar verdik çünkü bizim albümümüz hiç öyle bir döneme uygun değildi. Bir de Kolektif İstanbul sahneden beslenen, canlı performans üzerine kurulu bir grup olduğu için bizim YouTube’da ya da diğer sosyal medya kanallarında çok fazla takipçimiz yok aslında. Bizim takipçilerimiz konserlerdeler. O yüzden de beklemek istedik. Ama sonra beklemekten de yorulduk. Seyircisiz kalmak ve uzun bir süre hiçbir iletişimin olmaması bir noktada yorucu oldu. Ve albümü paylaşmaya karar verdik. O beklediğimiz güzel günlerin ne zaman geleceğini de bilmiyoruz maalesef. Daha fazla beklemek biraz tatsız oldu. Şarkılar elimizde eskimeye başladı. En azından bir iletişim şekli olarak paylaşmak istedik. Adını da onun için Kısmet koyduk. 

İyi bir zamanlama oldu bence. Tam bahar başlangıcına denk geldi. Bizim için de bir enerji kaynağı oldu. 

Aslı: Bize de iyi geldi. En azından az da olsa insanlara ulaşabilmiş gibi hissettik. Bir de dinleyicilere de iyi gelsin istedik. Evlerinde şarkıları dinleyip dans eden insanların videoları geliyor. Bizim en çok özlediğimiz ve bizi en çok mutlu eden şey o aslında. İyi geldi ama yine de albümden sonra bir lansman turnesi yapmayı çok isterdik. Çalmak, şarkıları beraber söylemek… Bunun ne zaman olacağını bilmemek biraz tuhaf. 

Hatırlıyorum, geçen sene “Minnoş”un klibini “Bedava İstanbul turu yapmak isteyen varsa izlesin” diyerek paylaşmıştım. Sonra pandemi başlayınca üstüne para da versek gezemez olduk. O klip size de pandemi öncesinden son güzel bir hatıra olarak kalmıştır herhalde.

Aslı: Evet, sokakta bir şeyler çekmek de çok zor oldu. Bir klip çekmek bile bir risk. Sadece kendinizi değil diğer insanları da riske attığınız bir durum. O yüzden her şey uzak bir geçmişte kaldı gibi. 

Evde bir şeyler üretebiliyor musunuz?

Aslı: Açıkçası grup olarak bir şey üretemiyoruz çünkü bir araya gelemiyoruz. Ama tabii herkes kendi alanlarında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Çünkü bir şeyler yapmadan bu süreci atlatmak daha zor oluyor. Richard kayıtlar yaptı iki üç kişiyle – bütün grubu dahil edemeden. Ben daha çok okumaya yazmaya başladım. Yalnızlık da yeni girdi hayatımıza. Sürekli sabit olmak, bir rutin yakalamaya çalışmak… Belki biraz fazla romantik bir bakış açısı ama kendi kendimizle tanışmak zorunda kaldık hepimiz. Bu yönden de mutlaka hepimizde bir iz bırakacak bir süreç oldu. Ama çok verimli olduğumuzu söyleyemem. 

Herkesi çok kötü etkiledi tabii ama özellikle müzisyenleri ve tiyatro sanatçılarını çok daha kötü etkiledi. Maddi anlamda da öyle.

Aslı: Türkiye’de müzisyenlerin, sahne çalışanlarının hepsi için çok zor bir süreç oldu. Umarım biraz da öğretici olmuştur. Çünkü aslında üç bacaklı bir sıkıntı var. Birincisi Türkiye’nin bir kültür politikasının olmaması. Bir Kültür Bakanlığı bile olmadığı için daha başından belli bir durum var. Kanunlarla belirlenmiş bir kültür politikamız yok. Bunun sıkıntısını yaşıyoruz şu an. İkincisi, kamunun müzik algısında bir sıkıntı var. Bu tiyatroda biraz daha aşılıyor. İnsanlar bu süreçte tiyatronun ve tiyatrocuların yanında olmayı daha çok istiyorlar. Mesela tiyatroların online gösterilerinin biletleri satılıyor. Normaldekinden çok daha fazla insana bile ulaşabiliyorlar. Çok güzel bir şey. Ama müzisyenler böyle bir şey talep ettiğinde bilet satışları çok komik. O yüzden online konserler Türkiye’de denendi ama kimse devam etmedi. Müzisyenlere yönelik bir ağustos böceği algısı var. Bir müzisyen şikayet ettiğinde “kazandıklarınıza sayın” gibi tepkiler geliyor. Şımarıklık gibi algılanıyor. Bir meslek olarak bile görülmüyor. Türkiye’nin kültürel yapısına bakınca belki kısmen anlaşılabilir bir şey bu ama değişmesinin de müzikal üretime çok büyük bir katkısı olacağını düşünüyorum. Çünkü profesyonel bir meslek olarak algılanmadığı ve bu şekilde kurgulanmadığı sürece üretim kalitesine de yansıyor. Müzik sonsuza kadar bir hobi olarak kalabilir ama bu bizi dünyanın geri kalanından çok geride bırakıyor. Bir de müzisyenlerin hiçbir meslek örgütü yok. Müziğin tanımı yok, çünkü devletle doğru bir ilişki yok. Çok büyük bir bölümü kayıt dışı ekonomi olarak devam eden bir sektör. Aslında çok yüksek bir vergilendirme var ama bu verginin müzisyene hiçbir geri dönüşü yok. O yüzden de burada bambaşka şeyler dönüyor. Kaç kişinin müzikten para kazandığı belli değil. Böyle bir sayı verme şansımız bile yok. Oysa ki dünyanın birçok yerinde bu sayılar bellidir. Şu an böyle bir süreçte kimlerin müzikten para kazandığını, ne kadar para kazandığını, dolayısıyla devletten ne kadar destek talep edeceğini belirleyemiyoruz. Bu üçü bir araya gelince de tamamen kendi haline bırakılmış bir meslek çıkıyor ortaya. Evet, belki bazı müzisyenler biriktirdikleri parayla yirmi yıl, elli yıl daha yaşayabilir. Ama bu ülkede on binlerce müzisyen sadece günlük paralarını kazanabiliyorlar. Müzisyen algısını popstarlara indirgemeden baktığımız zaman intiharları da, insanların yaşadığı sorunları da daha net görmemiz mümkün olacak ama bunun yakın bir zamanda çözülebilecek bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Umarım bu bir ders olur ve herkes en azından örgütlenme konusunda ve mesleki alan tanımları konusunda daha özenli davranır bundan sonra. Devlet başta olmak üzere tabii. 

Bu süreçte gördük ki maalesef yaşadığımız coğrafya birçok şeyi belirliyor.

Aslı: Kesinlikle! Bizim, Richard’dan ve Avrupa’daki konserlerimizden dolayı Avrupa’da çok fazla müzisyen arkadaşımız var. Onlar da tabii ki zor bir süreçten geçiyor. Kimsenin yaşadıklarını küçümsemek istemiyorum ama ölüm-kalım gibi bir noktada değil yaşadıkları sıkıntı. Sahneyi özlüyorlar, mesleklerini özlüyorlar. Önceden kazandıkları kadar kazanmıyor olabilirler ama, Fransa için konuşabilirim, yıllık gelirleri belli olduğu için devletten aldıkları destek de kendi gelirlerine oranlı. Dolayısıyla hayatlarını çok fazla değiştirmek zorunda kalmadan yaşamlarına devam edebiliyorlar. Bu süreçte festivaller online da olsa devam etti. Çok daha fazla çalma olanakları oldu onların. Sponsorlu ve devlet destekli etkinlikler daha fazla yapıldı Avrupa’da. 

Richard: Açık hava konserleri de oldu. 

Aslı: Ben kendi adıma çok şikayet etmiyorum aslında. Hatta dediğim gibi işin biraz daha romantik kısmından bakabilme lüksüne bile sahibim. Bizim de biraz ağustos böceği hikayemiz oldu ama zaten Kolektif İstanbul da öyle çok yüksek geliri olan bir grup olmadı hiçbir zaman. Bu süreçte bir şekilde ailelerimizden destek aldık. Hayatlarımız küçük olduğu için çok büyük zorluklar yaşadım diyemem. Tabii ki zorluklar yaşıyoruz ama en azından bunu gelecekte bir şekilde çözebileceğimizi de düşünüyoruz. Beni üzen ve korkutan şu: Hayatlarına kıyacak kadar ciddi sorunlar yaşayan insanlar var ve bunlar hiçbir şekilde görünmüyor. Yani ben bu karanlığı kendi adıma dile getirmeye utanacak bir coğrafyada yaşıyorum. Yani ben bugün Fransa’da olsaydım şu an yaşadığım sıkıntıyı çok büyük bir maddi sıkıntı olarak algılayabilirdim. Çünkü aslında öyle. Ama Türkiye’de olduğum için etrafıma baktığımda kendimle ilgili bir kaygı bile yaşayamıyorum. Yani işin o manevi kısmına ve kendimle ilgili maddi kısmına gelemiyorum bile. Etrafına bakınca gerçekten canı yanıyor insanın. Çok ağır ve acıklı bir şey. 

Biraz güzel şeylerden bahsedelim. Albümün kayıt süreci nasıldı? Bu albümde epey konuk müzisyen var. Gerçi daha önceki albümlerinizde de vardı ama baştan sona bir şarkıyı konuk müzisyenin söylediği albümleriniz olmamıştı diye hatırlıyorum.  

Aslı: Olmamıştı. Ceylan Ertem’le “Hileli” adlı bir single yapmıştık ama onu da beraber söylemiştik. İlk kez bu albümde tamamen başka solistlerin söylediği şarkılar var.

O fikir nereden çıktı peki? 

Aslı: Bu albümün en temel farkı içinde çok fazla beste olması. Diğer albümlere göre çok fazla sözlü şarkı da var. Normalde enstrümantal ağırlıklı oluyordu albümlerimiz. Aslında ben de, Richard da normalde her albümde olduğu kadar çok şarkı söyledik. Ama daha fazla şarkı olduğu için diğer şarkıcıları konuk alabildik.

Çok da güzel olmuş. Melike Şahin ve Ülkü Aybala Sunat’ın söylediği şarkıların sözlerini kim yazdı?

Aslı: Melike Şahin söylediği şarkının (“Tadım Tuzum”) sözlerini kendisi yazdı. Bestesi Richard’a ait. Ülkü’nün söylediği şarkıyı (“Bahar”) ben yazmıştım. Stüdyoda Ülkü diğer şarkılarda geri vokalleri de yaptı. Kayıtlarda da benimle beraberdi. Bu şarkıyı onu söylemesini çok istiyordum. Beni kırmadı o da. İkisi de tamamen organik bir şekilde gelişti. Zaten ikisi de arkadaşımız. 

Aslında sen ilk başta şarkı söylemeyi hiç düşünmüyormuşsun. Grup kurulduktan sonra şarkı söylemeye başlamışsın. 

Aslı: Evet ilk albümün kayıtları bitmişti. Ben orada çeviri yapıyordum. Organizasyonlarla ilgileniyordum. 24 yaşındaydım ve hiç öyle bir niyetim yoktu. İki şarkı söyledim zaten ilk albümde. Dediler ki “Sen söyle, beğenmezsen söz, sileceğiz”. “Tamam o zaman, hadi bir deneyeyim” diye girdim ama gerçekten müzikle ilgili hiçbir hayalim yoktu. Hiçbir zaman kendimi yetkin hissettiğim bir alan da değil zaten müzik. Ama çok keyif alıyorum, orası kesin. Benim için müzik de Kolektif ile başlayıp Kolektif ile bitecek bir şey. Yani sonrasında solo kariyerime devam etmeyi düşünmüyorum.

Aman, grup dağılmasın zaten. Bu arada, grubun 15. yılı. Epey bir zaman da olmuş.

Aslı: 15 yıl nasıl oldu, biz de anlamadık. Bir tarafıyla çok çabuk geçti, bir tarafıyla çok uzun. Grubun enteresan bir hikayesi var. Biz bir araya geldiğimizde böyle bir niyetimiz yoktu.  2005’te Richard beş yıldır Türkiye’de idi. 2000’de mi gelmiştin?

Richard: 2001’de yerleştim. 

Aslı: İşte 4-5 yıldır Türkiye’de idi. Müzisyenlerle tanışmak, kayıt yapmak istiyordu. Müzik belgeseli yapma planı vardı. Ben de ona çeviri yapıyordum. Richard’ın, sevdiği müzisyenlerle sevdiği şarkıları birleştirme hayalinden çıktı proje. Kolektif adı da oradan geliyor: Yirmi bir müzisyenli bir müzik kolektifi. Bir grup değildi, bir proje değildi. Bir kayıt yapmak istemiştik o zaman ve o kayıttan sonra Richard kuvvetle muhtemel Fransa’ya gidecekti. Bir grup kurma niyeti yoktu. Sonra bu yirmi bir müzisyenle Balkanatolia’yı kaydettik. Sonrasında konser teklifleri gelmeye başladı. Bize de bu fikir eğlenceli geldi. Tabii yirmi bir müzisyenle çalınabilecek bir repertuvar yoktu. O yüzden o yirmi bir müzisyenin içinden altı kişilik bir çekirdek kadro çıktı. Ama uzun vadeli hedeflerimiz yoktu. Bu 15 yılda ne olduysa, olan her şey bizi sevindirdi. “Şunu da yapamadık, şu da şöyle olmadı” gibi bir şey yaşamadık. Biteceğini düşündüğümüz anlar oldu çünkü bu müzik bir dönem çok daha popülerdi. Hem geleneksel müzikler hem de Balkan müzikleri, hatırlarsın, 2010’ların başında çok daha popülerdi. Çok daha fazla grup vardı. Birçok akustik, enstrümantal müzik projeleri vardı. Bir süre sonra onlar azaldı ve bu müziğe olan talep düştü. Biz de “Tamam” dedik. “Bu kadarmış, çok iyi vakit geçirdik, teşekkürler” deyip bir kenara çekilmeyi de düşündük. Ama o arada “Hadi bir albüm daha yapalım” dedik. Ondan sonra yine konserlere çıktık. Yani öyle planlı programlı bir 15 yıl olmadığı için bir anlamda da göz açıp kapayıncaya kadar geçti. 

Richard: Full emprovize, çok strateji yok.

Zaten konserleriniz de öyle. 

Richard: 15 sene içindeki en önemli kriterlerden biri spontane kalmamız oldu. Her şey son dakikada ya da sahnede oluyor. Konser süresi içerisinde çok şey değişebiliyor. 

Aslı: Yani bazen aynı şarkıyı 3 dakika bazen 12 dakika çaldığımız oldu. Hakikaten öncesinde yazılı çizili, planlanmış hiçbir şey yok. Müzik de yok, konser playlisti de yok. Kariyer planı da yok. Richard kalite diyor ama bazıları buna defo da diyebilir.

Richard: Ama zaman geçiyor. Her şey çok normal geliyordu. Belki pandemi yüzünden fark ettik. Epey zaman geçmiş aslında. 

Aslı: Ve ne kadar şanslı olduğumuzu da fark ettik. Çok güzel yerlere gidebildik. Güzel insanlarla tanışabildik. Çok farklı yerlerde çaldık. Montreux Caz Festivali’nde de çaldık, Erbil’de bir parkta da çaldık. Karadeniz’in köylerine de gittik.

Richard: Afrika’da, Brezilya’da çaldık.

Aslı: Caz kulüplerinde, konser salonlarında, gece kulüplerinde çaldık. Barlarda, sokakta çaldık. Hepsi dünyanın farklı köşelerinde. Müziğin de organik olmasından kaynaklanıyor biraz. Bu kadar şey başka bir işte çalışıyor olsaydık başımıza gelmezdi herhalde. O yüzden de çok zenginleştirici bir süreç oldu bence. Ruhani anlamda da öyle oldu. Daha çok ruhani anlamda oldu zaten. Hepimizi bir şekilde beslediğini ve büyüttüğünü düşünüyorum bu 15 yılın. Zaten büyüdük de. İlk konserlere gelen seyircilere bakıyorum, Şimdi onların çocukları gelebilir konserlere. Bir kuşak büyüteceğimizi düşünmemiştik ama oldu. Bu durumla da birkaç ay önce yüzleştik. Richard bir gece köpeğimizi parka çıkarmıştı. Orada genç çocuklar da varmış. Sohbet etmeye başlamışlar. Richard Kolektif İstanbul’dan bahsedince çocuklardan biri “Kolektif İstanbul’u biliyorum” demiş. Richard’ın da hoşuna gitmiş, genç seyirci falan. Sonra çocuk demiş ki “annemde bütün albümleriniz var”.

Richard: Bir anda acıdı. 

Aslı: O zaman anlıyor insan, 15 yıl ne demek. Gezegen için kısa, bizim için çok uzun bir süre. 

Eminim çok ilginç tecrübeleriniz olmuştur. Bir yandan da çok farklı insanlarla karşılaşıyorsunuz. Mesela Brezilya’da seyirci farklı bir tepki veriyordur diye düşünüyorum. 

Aslı: Evet farklı ama müziğin kendisinden kaynaklanan bir şey var. Verebilecekleri tek tepki dans etmek zaten. Brezilyalılar ikinci saniyede dans etmeye başlıyor, Almanlar yirminci dakikada. Böyle bir tepkime süresi farkı var. Onun dışında tepki aynı. Çünkü kodları çok açık bir müzik zaten. Ne istediğini çok net bir şekilde söyleyen bir müzik.  Karşısındakinden de dans etmek dışında hiçbir beklentisi yok. O yüzden de tepkiler aynı ama tabii aynı derken çok geniş bir çerçevede aynı. Brezilya’da kapalı bir yerde çalmıştık, insanların ayakta olduğu… İnanılmaz reaktif bir seyirci. Bir şey verdiğiniz anda karşıdan hemen çarpıp hızla dönüyor. Çok dinamik; insanı mutlu eden, onore eden bir yanı var. Ama mesela en başta Almanya, Avusturya gibi yerlerde biraz zorlanıyorduk. Şimdi onun da ayrı bir tadı olduğunu fark ediyoruz. Orada da insanlar çok dikkatli dinliyor. Enstrümanların yaptığı küçücük bir oyuna anında tepki geliyor. Bir de Almanya’da Alman ve Türk seyircinin bir araya geldiği doğru bir karışım oranı var. Türkler orada dans etme dinamizmini getiriyor, Almanlar da müziğe kulak vererek sahnede müziği yükseltiyor. Ve bence bizim en keyifli konserlerimiz Almanya’da oluyor. Alman seyircisi gerçekten çok dikkatli, müziği çok yakından takip eden, ufacık bir şeye kulak veren çok sadık bir seyirci. 5-6 yıl sonra aynı salona gittiğimizde aynı insanlar geliyor konsere. Gelip “Sizi şu sene şurada izlemiştim” diyorlar. Türkiye’de daha trend takip eden, akımların peşinden sürüklenen değişken bir seyirci var ama Almanya’da öyle değil. Buradan öpücüklerimizi yollayabiliriz Almanya’ya. 

Sokakta da çaldık deyince aklıma “Tilki Köçek”in sokak partisi videosu geldi. Muhteşem bir kayıt. Avrupa’da bu tarz şeyler çok yapılıyor ama Türkiye’de pek yok galiba.

Aslı: Avrupa’ya konserlere gittiğimizde mutlaka bir şekilde sokakta kendi kendimize çalıyoruz aslında. Bazen de festivalin bir parçası olarak seyircinin arasına inip marching band olarak çalıyoruz. Türkiye’de de bunu yapıyoruz ama festivallerdeki algı farklı. Sahnenin yerden yüksekliği size bir statü veriyor. Ama aynı müzisyenler yere inip çaldığında aranızdaki bağ değişiyor ve kıymetsizleşiyor bir şekilde. O yüzden Türkiye’de festivallerde değil de kendi kendi kendimize organize ettiğimiz yerlerde marching band olarak çalmayı tercih ediyoruz. Evet dünyada daha çok yapılıyor. Tabii suzafoncu o kadar keyif almıyor olabilir enstrümanın ağırlığı yüzünden ama ben çok seviyorum.  

Richard: Bir de Türkiye’de bizim gibi pek fazla grup yok. Şunu demek istiyorum: Bizim grubumuzda sadece nefesliler ve perküsyon var.

Ertan: Hiç elektrikli alet yok. 

Richard: Evet o yüzden bir ses sistemine ihtiyacımız yok. Tabii öyle olunca vokal kaybediyoruz. Şarkı söylemek mümkün değil çünkü. 

Ertan: Megafonla yaptık aslında.

Richard: Evet Aslı bir megafon aldı ve şarkı söyledi. Ben seviyorum. Benim için keyifli bir şey ve mutlaka tekrar yapmak isterim böyle bir video.

Kolektif İstanbul’un bütün bir konser kaydı yok. Şu pandemi sürecinde eksikliğini hissettim.

Aslı: Aslında çok fazla konser kaydettik ama hiçbirini kurgulayıp paylaşmadık vakitsizlik ve plansızlıktan dolayı. Bu süreçte birkaç parçayı YouTube’da paylaştık ama çok fazla duyurmadık. En son Babylon konserlerinden birinin kaydını paylaştık. Tamamen one-shot, kurgulamadık. Yani tek kameranın aralarda gezinerek çektiği her şey ile koyduk. Çünkü konserin verdiği hissi en iyi öyle alırız diye düşündük. Biz de özlediğimiz için normaldekinden daha fazla kayıt koymaya çalıştık bu sene.

Geçen sene pandeminin ilk aylarında evde yaptığınız kayıtları da paylaşmıştınız. Epey de moral verici olmuştu. O zamanlar herkes biraz daha tedirgindi başımıza ne gelecek acaba diye… 

Aslı: Evet ama bir taraftan da oyuncaklı bir yanı vardı ilk ayların. Panik vardı ama bir de oyun vardı. Ev kayıtları daha özeldi. Şimdi insanlar sıkıldı. Arkamızda aynı fonla kaç defa daha kayıt yapacağız? 

Albüm sadece dijital olarak yayınlandı, değil mi? Plak olarak yayınlanacak mı?

Aslı: Plak basılacak en yakın zamanda. Mayıs sonu ya da Haziran başı gibi. Ama CD çıkmayacak. Almanya’da hem CD hem plak olarak yayınlanacak. Çünkü Almanya’da hala CD’ye daha fazla talep var. 

En azından pandemi sürecinde plak satışları arttı. 

Aslı: Evet plak satışları CD satışlarından daha yüksek. İnsanların CD ile olan bağı kısa sürede koptu. Zaten bir geçiş formatıydı. Hayatlarımızın çok uzun bir süresine denk geldiği için biz fark edemedik bunu. Ama CD görevini tamamladı ve aramızdan ayrılıyor yavaş yavaş. İmhalar bile başladı. 

Aslı’nın da dediği gibi bu albümde çok fazla beste var. Bu besteler nasıl ortaya çıktı? Grup olarak bir arada mı yapıyorsunuz besteleri?

Richard: Bazı fikirlerimiz ve yapmak istediğimiz şeyler vardı. “Çiftetelli pek çalmıyoruz” dedik, “Tamer haydi bir çiftetelli yap, Aslı da sözleri yazsın”. Böyle oldu aslında. 

Aslı: Formlar seçtik aslında. 

Richard: Denemek istediğimiz formlar seçtik. Örneğin tsamiko geleneksel bir Yunan havası, bir ritim formu. Bazen karakaçan diyorlar. Tamer çok güzel bir tsamiko besteledi. Dedik ki alaturka olsun, Aslı onu Yunanca söylemesin. Türkçe bir şarkı yazsın. 

Aslı: O şarkı “Bahar” oldu işte. Çiftetelli dediği de “Kısmet”. Şarkılar böyle böyle ortaya çıktı. Richard’ın önceden yazdığı besteler vardı. Daha çok Tamer Abi ile Richard’ın besteleri var.

Richard: “Ahududu”yu aslında Büyükada’da besteledim. Çok önceden besteledim ama çekmecede kaldı. Ve bu albüme koyduk. “Kürdi makamından hiç çalmıyoruz, hadi bir tane de Kürdi makamından beste yapalım” dedik. O da “Tadım Tuzum” oldu. Ya makam, ya ritim, ya still… Bazen Yunan tarzı gibi, bazen halay gibi… Böyle fikirlerimiz vardı.

Aslı: Başlangıçtaki referanslara beraber karar verdik ama daha sonraki süreç, yani besteler daha çok Tamer Abi ile Richard’ın. Zaten bizim albüm kayıtlarında Tamer ve Richard ilk başta bütün çatıyı beraber kuruyorlar. Geri kalanımız daha sonra dahil oluyoruz. Yine öyle oldu. 

Ben ilk çıktığından beri epey dinledim bu albümü. Normalde Kolektif İstanbul albümlerini baştan sona dinlemek enerji gerektirir.

Aslı: Evet evde gerçekten olmuyor.

Bu oldu ama.

Richard: Bu biraz daha kolay dinleniyor. Bazen biraz fazla müzisyen müziği yapıyoruz. Çok karışık parçalar olduğunda orada insanlar biraz kayboluyor. Ama bu sefer biraz daha doğal ve sade bir albüm yapmak istedik. Bu albümdeki en büyük fantezimiz “M Köçek”.

Ondan biraz bahseder misin? 

Aslı: O katman katman bir oyun gibi bizim için. Şarkıları alıp deforme etmeyi seviyoruz. Bu albümde de öyle bir şey olsun mu diye konuşuyorduk. Edvard Grieg’in 1800’lerin sonlarında yaptığı besteyi 9/8’lik forma getirip çalmak istedik. O şarkının hepimizin kulağında az çok olmasının sebebi de Fritz Lang’ın M For Murder filmi. Filmde katilin sürekli ıslıkla çaldığı bir melodi aslında. Biz de hem filme hem de şarkıya referans vermek istedik. Filmin de şöyle bir hikayesi var. Döneminde, 1931 galiba, yükselen Nazizm ve Faşizme karşı sembolik bir uyarı gibi algılanmış. O yüzden de şarkı bize benzer şeyler hissettirdi. “Köçek” bizden, “M” Fritz Lang’tan, melodi de Edvard Grieg’den geliyor. 

Richard: Ve albüm de ıslık çalarak bitiyor çünkü filmde katili böyle yakalıyorlar. Galiba kör biri yakalıyor.

Aslı: Sürekli ıslıkla bu melodiyi çaldığı için öyle yakalanıyor sonunda katil.

Çok ilginçmiş. Ben bilmiyorum bu filmi. Merak ettim.

Aslı: Türkiye’de çok bilinen bir film değil. Avrupa için çok önemli bir film ama Türkiye’de hiçbir zaman adından çok bahsedilmedi.

Ama melodiyi biliyoruz.

Aslı: Evet melodi sonrasında da çok kullanıldı çünkü.

Richard sen yokken biz Minnoş’un klibinden bahsediyorduk.

Richard: Biz bu klibi yaparken çok keyif aldık ve bence sonuç gayet güzel. Parça da çok tatlı bir parça.

Aslı: Minnoş bir parça.

Richard: Eski bir türkü aslında. İstanbul türküsü gibi bir şey. Ben aslında biraz daha fazla tepki bekliyordum ama belki dönem yüzünden… Ama benim için gerçekten keyifliydi ve görüntüler gayet güzel. Stephan Talneau adlı Fransız bir yönetmen çekti. Türkiye’de belgesel yapıyor. 

Sen normalde de kaykay yapıyorsun, arada görüyorum. 

Richard: Evet benim için çok önemli bir tutku. Benim ilk enstrümanım kaykay aslında. Artık eskisi kadar iyi değilim ama hala büyük bir keyifle kayıyorum. Benim için çok eğlenceli ama düştüğüm zaman aynı şeyi düşünmüyorum. O zaman bana o kadar eğlenceli gelmiyor.

Ayrıca enstrüman tasarlıyorsun diye biliyorum.

Richard: Evet, enstrüman yapımı üzerine okudum. Türkiye’de atölyem yok ama başka atölyelere gidiyorum. Birkaç arkadaşım var. Onlar çok farklı enstrümanlar yapıyorlar. Oraya gidip makinelerde çalışıyorum ama her gün mümkün olmuyor tabii ki. Onu da çok seviyorum. Kaykay, enstrüman ve müzik beni epey meşgul ediyor.

Konuştuğumuz çok güzel oldu. Ben sizi çok uzun zamandır takip ediyorum. Konserlerde de karşılaşıp kısa da olsa konuşmuşluğumuz var. 

Aslı: Evet ben seni çok uzun zamandır tanıyor gibi hissediyorum. Nerede, ne zaman tanıştık hatırlamıyorum ama tanıyorum. 

Seninle sahneden konuşmuşluğumuz var. Richard’la da 2017’de Kadıköy Karga’da bir konser öncesinde tanışmıştık. Benim için komik bir anı. Biz konser öncesinde salonun arka tarafında arkadaşlarla oturuyorduk. Zaten orası küçük bir mekan. Epey de karanlıktı. Baktım Richard geliyor. Arkada herhalde soyunma odası vardı, oraya girecekti. 

Aslı: Evet küçük bir kulis var. 

Ben Richard’a selam verdim. Aramızda da bir iki metre mesafe vardı. Yanıma geldi, elimi sıktı, “İyi akşamlar, nasılsın?” deyip konuşmaya başladı. Sonra arkadaşlarım da bana, tanıştığınızı neden söylemiyorsun diye sitem etti. “Ben de şimdi tanıştım” dedim. 

Aslı: İşte o an tanışmış olman yetiyor. 

Richard: Çünkü çok insanla karşılaşıyoruz, bazen unutuyoruz. O yüzden unutmamış gibi yapıyoruz.

Hatırlıyormuş gibi yapıyorsun yani. Şaka bir yana, çok güzel bir sohbet oldu. Zaten çok samimi insanlarsınız. Onun da verdiği bir enerji var hem sahnede olsun, hem sevenlerinizle aranızdaki iletişimde olsun.

Aslı: Olmamak için hiçbir sebebimiz yok. Bazen bunu söylüyorlar da… Mesela Karga’da zaten küçücük bir yerde beraberiz. Aynı sebeple oradayız. Yani biz Tarkan olsaydık, Tarkan’a samimiyeti için teşekkür edebiliriz belki ama bizim için doğalında gidiyor her şey.

Richard: Biz bunu çok da seviyoruz çünkü bütün dünyada bir sürü arkadaşımız oldu bu şekilde. 

Aslı: Evet biz bundan keyif alıyoruz gerçekten. Çok arkadaşımız oldu konserlerde tanışıp sonradan iletişimimizi sürdürdüğümüz.

Richard: Birlikte proje yaptık, tatil yaptık.

Aslı: Bir de şöyle bir şey var: Bizim müziğimiz konser öncesinde çok büyük hazırlıklar gerektiren bir müzik olsaydı biz de “kulise lütfen kimseyi almayın” derdik. 

Richard: Bazen kulis salondan daha kalabalık oluyor.

Aslı: Bir de sahneden de sosyalleşiyoruz. Öyle bir müzik çünkü. Eminim bir oda orkestrası olsaydık böyle olmazdı. Zaten bizim en önemsediğimiz şey seyirci ile sahne arasındaki bağ. Dolayısıyla konser öncesinde de sonrasında da aynı şey devam ediyor. 

Ama yine de seyirci ile arasına büyük mesafeler koyan çok fazla müzisyen ve grup var. 

Aslı: Onu işin bir kuralıymış gibi yapanlar da var. Ya da gerçekten yorulanlar da oluyordur. 

Richard: Biz bundan yorulacak kadar ünlü değiliz.

Aslı: Tarkan dinleyenlerine teker teker merhaba diyemez sonuçta. Bizim için seyirci misafir gibi. Ya da o gece o işi beraber yaptığımız insanlar gibi geliyor bize. Kulise güvenlik koyalım, kimse girmesin gibi bir oyunun içine düşecek kadar yaşımız da küçük değil. 

Richard: Feedback almayı da seviyoruz. Konserlerden sonra insanlarla konuşmak ve onların ne düşündüğünü dinlemek hoşumuza gidiyor. 

Aslı: Bizim seyirciyle fotoğraf çekmişliğimiz var. İkaria’da, 2015’te. İkaria bir Yunan adası, çok ziyaret edilen, turistik bir yer değil. Orada bir festivalde çalıyorduk. Sonra iki genç adam geldi. Biri Alman, biri Brezilyalı’ymış ve ikisi de orada tatildeymiş. Konserde tesadüfen yan yana oturmuşlar, bir noktada sohbet etmeye başlamışlar ve fark etmişler ki biri bizi daha önce Brezilya’da São Paulo’da, diğeri de Almanya’da Mannheim’de izlemiş. Ve İkeria’da yan yana gelmişler. Dedim ki ben ikinizin fotoğrafını istiyorum. Yani böyle akrabalık gibi bir his aslında. Tuhaf ve keyifli. Geniş bir aile gibi. Hele aynı şehirlere tekrar tekrar gidince… Mesela biz Darmstadt’a gidince biliyoruz ki orada Dominik gelecek, fotoğrafları çekecek. Hüseyin gelecek, bütün eksik enstrümanlarımızı ondan isteyebileceğiniz çünkü çok güzel bir stüdyosu var orada. Biz bu insanların hepsi ile müzik üzerinden tanıştık. Almanya’ya gittiğimizde Münih’te bir konser olmasa bile biliyoruz ki Peter kendi kendine bile olsa bir konser organize edecek. Bazen arkadaşlarının bahçesinde konser organize eden arkadaşlarımız oluyor. O turnede o şehirde bir konser yok mesela ama biz yakından geçeceğiz ve hiçbir salon müsait değil. Hani bir şehre gidersiniz de biramı burada içeceğim dersiniz ya. Bütün bunları biliyor olmak çok keyifli. Yoksa kuliste ne yapacağız? İşin en güzel kısmı, bütün bu yolu çekilebilir kısmı bu zaten. 

Sizin epey bir yol hikayenizi de dinledim önceki röportajlarınızdan. Karadağ ve Karabağ’ı karıştırdığınız hikayeye çok gülmüştüm.

Aslı: Artvin’den otobüsle Karabağ’a gitmeyi teklif edince patladı. Adam “Mümkün değil o kadar yolu gitmeniz” diyor. Biz “Ya gidilir, ne olacak” diyoruz. Çünkü Artvin ve Karabağ arasında çok yol yok ama Karadağ deyince tabii iş değişti. Ama o bizim suçumuz değildi. Teklif geldiğinde Ermenistan diye başladı, sonra Karadağ dedi. Ben de Ermenistan’ı duyunca hiç düşünmedim. Sonrasında kendimizi Montenegro’da bulduk. 

Richard: Yanlış ülkeye gitmişliğimiz de var. 

Aslı: Şoförün bizi yanlış ülkeye götürdüğü turne var. Arnavutluk’a götürmek yerine Kosova’ya götürdü. Makedonya’dan yola çıkıyoruz ve 3 saatlik yol 9 saat oldu. Konserin soundcheck’ini kaçırdık falan. Tabii yol olunca çok hikaye oluyor. Hele bir de özel jetimizle yapmadığımız için turneleri (gülüşmeler). Daha fazla hikaye oluyor ister istemez. Tamamen organizatörlere teslim olduğunuz bir dünya var. Biz havaalanında iniyoruz, bir araç kira alıyoruz ve onunla gidiyoruz. Sonra başımıza ne geleceği sürpriz.

Richard: Ama orada böyle bir şey olması sürpriz değildi çünkü şoförle ortak dilimiz yoktu. O yüzden konuşamıyorduk. 

Aslı: Adam bizi nereye götürürse artık. Yapacak hiçbir şey yok. Büyük festivaller için her şey öncesinden belli ama biz genelde tek bir konser için gitmiyoruz. Gittiğimizde yanına bir şeyler de eklemek istiyoruz. Öyle olunca da ilginç yol hikayeleri çıkıyor.

Neyse ki yetişebilmişsiniz konsere.

Aslı: Yetiştik sayılır. Tam yetiştik diyemeyiz. Ama o çok resmi bir sahne değildi zaten. Babylon Alaçatı gibi bir şeydi orası. O yüzden kimse “Nasıl oldu da geciktiler, kapıda bekledik” falan demedi. Zaten denizdelerdi hala gün batarken. 

Ben sizin Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Hıdırellez konserinizi kaçırdığıma çok üzülmüştüm. 2018’deydi yanlış hatırlamıyorsam. 

Aslı: Evet Melike (Şahin) de vardı orada. Çok güzel bir akşamdı. Hıdırellez zaten hep keyifli oluyor. Biz ilk defa iki senedir Hıdırellez’de evde oturuyoruz. Önce Ağırkapı vardı. O çok güzel bir şeydi. Her sene bir şey yapardık ama bu sene de ateş yaktık en azından.

Seneye belki.

Aslı: Artık 5 mayıs 2022 için umut edebilelim istiyorum.

Umarım bir dahaki sefere yüz yüze görüşebiliriz. Hatta belki bir dahaki karşılaşmamız konserde olur.

Aslı: Umarım. Hıdırellez dileğimiz…