Fontaines D.C.- Skinty Fia

Fontaines D.C.’nin son albümü Skinty Fia ile ilgili henüz teklilerin ortaya çıktığı dönemlerde bile dikkat çeken ilk şey, gitmeyi seçtikleri sesin geçmişe bakmasıydı. Jackie Down the Line, film göndermeleriyle dolu gibi hissettiren ve 90’lar kokan klibiyle yayınlandığında aslında neyi beklememiz gerektiği bizim adımıza belirlenmiş gibiydi. Albüm de göndermelere oldukça sıcak baksa da salt onlara dayandığını söyleyemeyiz.

Skinty Fia; Joy Division, Primal Scream, The Verve gibi isimlere yakın olacak şekilde 90’lar İngiliz alternatif sahnesine göz kırpıyor. Geçmişe gidip bu albümü o yıllarda listelere sokarsanız bugünden o zamana bakarken andığımız albümlerden olması mümkün. Bu bir iltifat gibi duyulabilir ancak bu cümleyi neden gelecek için kurmayı seçmediğimi sormak da lazım. . İleriki adımı, yeni sesi sunmak zorunda mıydılar? Hayır.

Iceage

Mmm belki de evet, en azından benim için belli ki öyleymiş. Bu beklentinin sebebi de muhtemelen güncel İngiliz sahnesinin sıradaki adımını heyecanla bekleyerek bu bayrağı taşıyabileceklere Fontaines D.C.miz, Protomartyr ve Iceage gibi grupları oylamam. Hadi bu noktada albüme adını veren Skinty Fia’ya ayıp etmeyelim tamam, saydık. Ama sadece Skinty Fia’nın verdiğini farklı boyutlarda sunabilecek bir albüm çıkmış olsaydı çok daha mutlu olurdum. Tüm bu lafları geveleyince noldu şimdi, albüm yetersiz mi oldu? Hayır.

Belki fazla kişisel bir albüm yorumlaması oluyor ama benzer hislere sahipseniz siz de bu kişisel görüşleri anlayışla karşılayacaksınızdır diye umuyorum. İngiliz bir gençten daha fazla kendimi İngiliz müziğine adadığım bir gençlik sonrası bu albümü sevmemem gibi bir şey yok bir kere. Utanarak söylemeliyim ki başlar başlamaz bağrıma bastım. En az bir kere 90’lar İngiliz sahnesine düşmüş, 24 Hour Party People dünyasına dalmış bir insanın keyifle bu albümü sindireceğini de iddia edebilirim. Ki Grian Chatten yine bu albümde de söyleyeceklerini Tony Wilson gibi gözlüğünün üstünden bakarcasına döküyor.

24 Hour Party People [2002]

İngiltere, İngiltere deyip durduk ama durum şu ki bu bir İrlanda grubu. Bu albüm de zaten Englishman in New York misali, bir “Irishman in London” albümü. O zaman grubun önceki albümlerine de hakim olan yerini sorgulama, var olduğu konum ve durumdan soyutlanma gibi konularının bu sefer karşımıza güzelce sindirilmiş bir formda çıkma vakti gelmiştir. Bu gergin konular önümüze serpiştirilirken albüm boyunca iç titretme görevi de basla davul arasında paslaşılıyor. Bunu da dinlememek olmaz şimdi.

Gurbet albümü olması vurgusunu her köşede okuyabilseniz de burada safi bir özlem olduğunu zannetmiyorum. Albüm her ne kadar In ár gCroíthe go deo gibi yakın zamanda yaşanmış bir ırkçılık haberine gönderme yapan bir parçayla açılsa ve Bloomsday’in adını verdiği bir parçaya sahip olsa da özellikle I Love You’yu dinlerken grubun geriye bakıp İrlanda’yı romantize etmekten çok uzak olduğunu görüyoruz.

But this island’s run by sharks with children’s bones stuck in their jaws

Now the morning’s filled with cokeys tryna talk you through it all

I Love You

Bu albüm örnek gösterilerek Mayıs ayında çıkacak her albümün açılışını, ilahi bir duyguyla söylenen Latince sözlerin yapacağına dair bir şartname önüme sunulsa derhal kabul ederim. Yakın dönem dizi müzikleri için de birinin el altından böyle bir antlaşma imzalattığını savunmak istiyorum. Fleabag ile mi başladı ki bu? Sonra Euphorialara kadar gitti. Neyse. Çok iyi giriş. Albümün özetleyici- böyle de denmez gerçi öz diyelim- parçası Big Shot da bu parçayı takip edince nefis oluyor.

You’ve been through the war

But you’ve nothing to show

I traveled to space

Found the moon too small

And home is a pin

Rusting through a map

I go there to pray

Do my resting at mass

Big Shot

Bu albümde yeterince anılmayan ancak ilgiyi hak eden parça ise Bloomsday. Conorlara buradan teşekkür ediyoruz. Hikaye anlatıcıları Roman Holiday ve The Couple Across the Way ise kesinlikle grubun ileriki albümlerinde de görmeyi hak ettiğimiz harika parçalar olsa da Bloomsday ile Skinty Fia art arda gelseydi ne kadar daha iyi işleyen bir albüm olacağını düşünmeden edemiyorum. Son Bloomsday’ine Dedalus yerine bir Sith lordu kılığında gitmiş bulunan Chatten, sonra bir dükkana oturup çay içerek masal anlatıyor sanki. Olmaz. Şu albümlerin sıralamalarını düzgün yapın. Sanırım söyleyeceklerim bu kadar.