EARTHLESS’tan Yeni Albüm: İblislerin Geçit Töreni

Stoner rock çalması keyifli, dinlemesi nispeten kolay ama özgün olarak üretimi oldukça zor bir tür diye düşünüyorum. Onca yıldır düzinelerce stoner icra eden yerli ve yabancı birçok gruba denk gelmeme rağmen, günün sonunda kendimi yine dönüp Kyuss, Sungrazer, Electric Wizard gibi grupları dinlerken buluyorum. Bu tercihe biraz daha detaylı bakınca,  bu isimlerin ortak özelliğinin Black Sabbath’ın açtığı yolu yeniliklerle dallandırıp budaklandırabilmeleri olduğunu görüyorum. Bugünkü yazıda bu yeniliklerin yanı sıra, sizi gulyabaniler ile dolu bir yolculuğa çıkaracak, daha şimdiden 2022’nin nazarımdaki en önemli albümleri arasına girmiş olan bir epik çalışmayı inceleyeceğim.

San Diegolu üçlü EARTHLESS, üç parçadan oluşan ve toplam bir saat süren öyle bir enstrümental albüm yapmış ki, daha ilk dinlediğim anda vuruldum Night Parade Of One Hundred Demons’a. Hyakki Yagyō olarak bilinen bir Japon efsanesini konu alan albüm, konseptin hakkını veren iniş çıkışlarla dolu. Hyakki Yagyō, yani “Yüz Şeytanın Gece Geçit Töreni” hikayesinde iblislerin, gulyabanilerin, kısacası bilimum öcülerin doğaüstü dünyalarından kopup Japon sokaklarından geçtiği bir geceden bahsediliyor. Grubun basçısı Mike Eginton, albüm için ilham aldıkları efsaneyi şöyle anlatıyor:  “Geleneksel Japon hayalet hikayelerinden oluşan bir kitapta ‘Yüz Şeytanın Gece Geçit Töreni’ne rastladık. İnsanların saklandığı ve çılgınlığı duyabildiği ama göremediği fikrini seviyorum. Bilinmeyenden korkmak.”

Hyakki Yagyō tabirli Albüm Görseli

Albümü dinlemeden önce ne yapıyorsanız bırakın, çünkü bu destansı albüm aceleye gelmez. Night Parade Of One Hundred Demons, son yıllarda birçok sebepten dolayı hayatımıza hemen her alanda dahil olan hızlı tüketimin tam aksi. Ayak üstü hamburger değil, mezesi ve muhabbeti bol rakı masası sanki. Fırsat bulup bir saatinizi ayırın ve EARTHLESS’ın yarattığı o geniş vadideki kıvrım kıvrım, iç içe geçmiş patikalardan yürüyün. Albümün geneline baktığımızda da görüyoruz ki müzisyenler de hiçbir şekilde acele etmemişler. Bölümleri, ayarını koruyarak uzatabildikçe uzatıp, dinleyicinin zihnine çeşitli manzaraları kazımayı hedeflemiş gibiler. Bu harika yolculuğu tam randımanla deneyimlemek için albümü aşağıdaki spoiler içeren bölümleri okumadan önce dinlemenizi öneriyorum.

Albümün açılış parçası “Night Parade Of One Hundred Demons Pt. 1″, sakin ve atmosferik bir havada açılıyor. Neredeyse meditasyon için dinlenebilecek kıvamdaki bu bölümde, aralıkları uzun tremolo gitarlar, yer yer yükselen ziller, rüzgar sesleri ve ambiyans synth padleri ile uçsuz bucaksız bir alan resmediliyor.  İlerleyen dakikalarda parçanın ve albümün genelinde çıldıracak olan solo gitarların ilk tınılarını duyuyoruz. Gitarın gamsızca vurduğu akorlarla hafif bir modal değişime gidiliyor. Bu noktada bir yükseliş, umut ve coşku hissiyatları barındıran notalar dikkat çekiyor; Lydian modun özellike #4 notası (birçok film müziğinde de bu görkemli #4 yükselişinin örnekleri vardır, misal Jurassic Park). Ve böylece intro sakince bitiyor. Bir sessizlik.

Takip eden bölümde gerçekten de şeytanlar sokağa dökülüyor. Vurucu, Sabbath ayarında bir temayla başlayan ana rifften sonra parça iyice genişlemeye başlıyor. Yorulmak bilmez tom vuruşlarıyla dolu davul ritmi üzerine, her notasından keyif alacağımız bir lead gitar bal sürüyor. Öyle ki çalan kişi de gitarın duyuluşunu çok sevmiş olacak ki notaları uzattıkça uzatıyor, amfiden gelen geri beslemelerin tadına varıyor. Bu bol tomlu davul ritmi de akıllara Kyuss’tan Demon Cleaner’ı getirmiyor değil. Konsept albüm çerçevesinde düşünürsek güzel bir ironi olmuş, ne derece düşünülmüştür bilemem. İlginçtir, uzadıkça uzayan jam sessionlar insanı bayabilir ancak bu parçada sağlı sollu farklı unsurların girip çıkması, lead gitarın sürükleyiciliği ve tüm grubun performansındaki doğallık ile yirmi dakikanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile. Birçok sürprizle özene bezene yükseltilen titreşimler doruk noktasına ulaştığında, bu tuhaf yolculuğun henüz yeni başladığını hissediyoruz. Hele o sondaki yarım zamana düşüş gerçekten “oturaklı” kelimesinin gerçek anlamını taşıyor.

Pt. 2 oldukça hipnotik başlıyor. Saykodelik gitar tınıları altını dolduran, bir tür ritüeli veya kabileyi çağrıştıran davullar tansiyonu yavaş yavaş yükseltiyor. Bir şeylerin patlak vereceği belli. Başımıza gelecekleri beklerken kendimizi iyice bu müziğe kaptırıyor, çöllerde kayboluyor ve bir kum fırtınasının içine doğru çekiliyoruz. Bir noktadan sonra neyin ne zaman olduğunun veya ne zaman olacağının bir anlamı kalmıyor. Oranssi Pazuzu’nun geçtiğimiz yıl çıkardığı albümünden beri insanı bu kadar içine çeken bir şey dinlememiştim. Bu parça gerçek bir girdap! Zamanla beklenen oluyor ve 6/8’lik dört nala koşturan davul ve bas ikilisi üzerine hortlayıp da gelen bir sürü çılgın gitar solosu! Aman yarabbi, biri bitiyor diğeri başlıyor, oradan oraya savruluyoruz ve derken hop! İlk parçadaki tema çarpıyor yüzümüze. Dinledikçe “bu kreşendonun sonu neresi diye”düşünürken iblisler işaret parmaklarını dudaklarımıza dayıyor ve “keyfine bak zavallı ölümlü, daha neler neler olacak” diyor.

Albümün üçüncü parçası “Death to the Red Sun” gerçek bir kapanış parçası. Ağır ağır yükselen bu parçadaki Sabbathvari rifflerin yanı sıra, dinledikçe kulağa daha güzel gelen fuzz gitar akıyor gidiyor. Dinleyici, müzisyenlerin bu parçayı kaydederken aldığı keyfi her notada hissediyor. Birbirine kilitlenmiş gitar-bas-davul üçlüsünün üstün müzisyenliği takdire şayan; hiçbir nota, hiçbir vuruş boşluk doldurmak veya zaman geçirmek için değil; aksine melodik, groovelu ve olduğu yerde anlamlı. Bu parçayı dinlerken sesi açtığımı fark ettim; gitardaki en ufak pena dokunuşunu ve teller üstündeki parmak seslerini en ince nüansa kadar duyabilmek için. Gerçekten insanı hayran bırakan görkemli bir performans.

Böylece gün batımına doğru doğaüstü yaratıkları geldikleri yere uğurlarken, bu ürkütücü ama merak uyandırıcı geçit töreninin görüntüleri zihnimize mühürleniyor. Büyülenmiş bir halde yaşadıklarımızı şöyle bir gözden geçiyoruz olduğumuz yerde.  Kapatırken şunu da ekleyeyim ki övmelere doyamadığım bu albümü Nuclear Blast etiketiyle görmek biraz şaşırtıcı. Yıllardır özellikle Sepultura, Overkill, Opeth, Meshuggah -liste uzar gider- gibi isimlerle metal piyasasında büyük bir pay sahibi olan bu plak şirketinin, böyle yenilikçi bir stonerrock/krautrock albümünü yayımlaması Nuclear Blast’a olan saygımı arttırdı. Keyifli dinlemeler efendim.