Akın Sevgör ile Söyleşi

Her durumda bağımsız üretim güzeldir. Canın istediği gibi deney yaparsın, genellikle problemleri aşmak için daha geniş bir zaman olur, fikirler arasında at koşturursun, nihayetinde de hoşuna gitmezse atarsın gider.

Son albümü Formation’ı 2019’da, müzik üstüne düşünceler ürettiği ilk kitabı İsimsiz Metin: Müzisyenin Özgür Yaratımına Dair’i 2020’de yayımlayan Akın Sevgör, önümüzdeki günleri dolu dolu geçireceğe benziyor. İki yılın ardından yayımladığı ilk teklisi “The Style of No Style”, Sevgör’den gelecek yeni müziklerin öncü temsilcisi. Sırada iki başka tekli ve beş parçalık bir solo piyano albümü var.

Geri dönüşünün şerefine Sevgör’le yeni çalışmalarını ve müzik yolculuğunu konuştuğumuz bir mektup söyleşi gerçekleştirdik.

Senden yeni bir tekli duymayalı biraz olmuştu. Bünyelere bazen bir ay, bazen de 10 yıl gibi gelen bu pandemi döneminde neler yaptın?

Selam Deniz, evet bayadır müzik yayını yapmamıştım. Pandeminin etkisi büyük elbette, çalışmayı, gelişmeyi seven biriyimdir halbuki; ama bir noktadan sonra insanın zihni dağılıyor gerçekten. Neyse ki geride kaldı. Sizler nasılsınız?

İyi diyelim iyi olalım, hepimizin zihninin dağınık olduğu bir süreç/ti sanırım. Şimdiyse çok sayıda yeni projenin ilki olan bir tekliyle geldin. Bahsettiğin zihin dağınıklığı üstüne açıklamanda vaat ettiğin üretkenlik, ortada bir süredir bu fikirlerin bulunduğunu ama kaosun içinde yeni vücut bulduklarını/bulacaklarını düşündürdü. Geçmiş krizlerin acısını çıkarıyorsun gibi hatta. Haklı mıyım?

Her şeyi uzun uzun düşünmeyi seviyorum aslında. Hani bir şey üzerine çalışıyor olmasam da zihnim sürekli düşünmekle meşgul oluyor. Uzun aralıklarla yayın yapmam da ondandır herhalde, çok kafa yormaya çalışıyorum. Süreçte bu sürekli devam eden düşünme halimin kapandığı zamanlar oldu ve bana kesinlikle iyi geldi. Dinlenmeye de ihtiyaç var. “The Style of No Style” da dahil olmak üzere bu sene yapacağım yayınlar da aynen açıklamamda bahsettiğim gibi bu süreçte rastgele ortaya çıkmış şeyler. Kaynak neresi onu çok sorgulamadım ama artık geçmiş mi başka bir şey mi…

O açıklamanın kapanış cümlesine değinmek istiyorum hemen: “Bu gibi münferit bir kompozisyonun anlatısına dair manaları ortaya çıkarma işini dinleyiciye bırakmanın  dinleyicinin müzikle ilişkisi için daha sağlıklı olduğu inancındayım.” Bu kelam aslında geçmiş müziklerine de uygulanabilir. Ve geçtiğimiz birkaç yılda dinleyici kitlenin aşama aşama arttığını gözlemleme imkanım oldu, henüz ‘mainstream’ bir konumda olmasan da Fi dizisi olsun, Cem Yılmaz’ın hakkında attığı bir tweet olsun seni yeni kulaklara ulaştıracak bolca imkan yakaladın. Bu esnada insanların müziğine verdiği -gerek bizzat gerek online- cevaplar içinde seni şaşırtan, aklına yerleşen tepkiler oldu mu? Sonuçta müzik olsun, yazı olsun bir şey üretirken aldığın dönüşlerin üreticide bir etkisi oluyor.

Doğrudur, ben genel olarak “Bu çalışmamda bunu/şunu anlattım ya da konu aldım.” demeye çekiniyorum çünkü üretimim de o hedefi baştan belirleyerek işlemiyor. Müzik yaparken sadece yapıyorum. Ben de sonradan bakıyorum ortaya çıkan şeyin ne olduğuna. Tepkileri de izlemeye çalışıyorum elbette. Özellikle aklımda yer eden bir şey yok, böyle şeyleri pek fazla hafızamda tutmuyorum açıkçası, fakat elbette gördüklerim duyduklarım etki ediyordur. Böyle şeyler bilinçdışı bir yerde gerçekleşiyor olsa gerek. Kendi kendimi de eleştirmeye çalışıyorum fırsat buldukça. Bu sıra kendi geçmişime göre bambaşka yaklaşımlar geliştirmeye çabalıyorum mesela.

Dinleyicilerin artışıyla ilgili de en memnun olduğum şey bunun doğal akışında, suni etkilerden azade bir şekilde gerçekleşmiş olması. Bu konuda her şey hedeflediğim, istediğim gibi gitti diyebilirim. Bir günde herkes tarafından tanınmak istemezdim. Kısa yoldan yırtmak amacıyla ana akımların peşine düşme eğilimi göstermenin yetenekli potansiyellerin ortaya çıkarabileceği nice özgün fikri heba ettiği inancındayım.

Kendi geçmişine göre bambaşka yaklaşımlar geliştirdiğin kısmında dört şarkısını tamamladığın beş şarkılık solo piyano albümünü de sayabiliriz sanırım. Geçmişte kullanmadığın bir enstrüman değil, ama solo yaklaşım başka bir mesele.

Diyebiliriz elbette. Yalnızca enstrüman seçimi açısından değil, estetik, teorik, kültürel pek çok açıdan farklı yaklaşıyorum. Türk müziğine ve İslam sanatlarına olan ilgim son yıllarda ihmal edemeyeceğim kadar arttı, bunların hepsini değerlendiriyorum. Daha kaygısız, çeşitli, kendi değişimimi takip ederek üretmeye çalışıyorum.

O zaman “The Style of No Style”ın daha nesnel yönüne değinelim: Yaratım sürecinde kimleri dinledin, hangi araçlardan yararlandın?

Duyduğum / dinlediğim müziklerden fikir alırım elbette ama ilham almam. Kaynağı tespit etmek gibi bir amaç da edinmiyorum kendime.

Yakın zamanda müzik ürettiğin bir proje de Alphan Eşeli imzalı Müjde filmi idi. Bağımsız bir şekilde müzik üretmekle bir sinema filmi için müzik üretmek yaratıcı direksiyon boyutunda farklı uğraşlar, farklı süreçler. Bir yönetmenin vizyonuyla paralel işleyen müzikler yapmak seni bütünüyle sana ait projelerden ne şekilde ayrıştırıyor, nasıl ikilemlere yahut netliklere itiyor?

Her iki durumun da psikoloji ve yöntemleri bambaşka bence. Bağımsız üretim doğası gereği kendi kendine karar verip uygulamayı, sonuçtan da her şeyden önce kendi kendine memnun olabilmeyi gerektiriyor. Bu da bir zorluk; çalışmasının bittiğine bir türlü karar veremediği için ilerleyemeyen çok sanatçıyla karşılaşıyorum. Halbuki bence o karar her zaman ileriye doğru atılmaya, gelişmeye doğru bir kapı açmaktır. Kimse bütün ömrü boyunca erişebileceği en verimli noktaya hiç çalışmadan, hata yapmadan, düşüp kalkmadan gelemez sonuçta. Her durumda bağımsız üretim güzeldir. Canının istediği gibi deney yaparsın, genellikle problemleri aşmak için daha geniş bir zaman olur, fikirler arasında at koşturursun, nihayetinde de hoşuna gitmezse atarsın gider. Sonuç alınsın yada alınmasın süreç zevkli ve öğretici olur yani.

Sinema için çalışırken ise bambaşka bir psikoloji söz konusu. Yönetmenle estetikte anlaşmanın önemi bir yana, bu anlaşma sağlansa bile yönetmenin dünyasında bir şeyler hiç müzisyenin kafasında tasarladığı gibi olmayabiliyor. Kabul etsin ya da etmesin her sanatçı içten içe üretiminin olduğu haliyle onaylanmasını ister, ama sinema için bu söz konusu değil. Sinema kolektif bir iş. İş birliği, yardımlaşma, karşılıklı fikir alışverişi ya da eleştirileri hazmedebilmek gibi sosyal kabiliyetleri de gerektiriyor. Sinema ile çalışmanın bende geliştirdiği, yonttuğu şeyler bunlar oldu diyebilirim.

Başka sanatçılarla (Cihangir Aslan, Redi Hasa) ortak single’larında iki tarafın içine sinen ortak bir zemin bulma süreci nasıl ilerliyor?

Kendi kendine oluşuyor böyle şeyler. Cihangir’le birbirimize pas atarak daha yaratıcı oluyoruz mesela. Birimizden biri bir fikir üzerinde çalışıp gönderiyor, öbürü onun üzerine çalışıp eklemeler çıkarmalar yapıyor vb. devam eden bir sürecin sonunda mutabık oluyoruz. Redi ile yöntemimiz bambaşkaydı. Viyolonsel kayıtları bana bir bütün olarak ulaştı, ben üzerine çalışıp dönüştürdüm. Mesela paslaşma imkanımız pek olmadı onda işte. Koşullara göre de değişiyor yani. Hiçbir şeyin bu her zaman böyledir şu şöyledir gibi bir cevabı yok.

Çocukluğunda da eğitim almış, üstüne yolu konservatuvardan geçmiş bir müzisyensin. Senin müzik var etme yolculuğuna dair soyut ya da ruhani denebilecek bakış açından farklı bir üslupta, daha kurallara dayalı bir müfredat gördüğünüzü tahmin ediyorum. Bu eğitimin içinde mevcut olan kalıplar, kurallarla ilişkin nasıldı henüz okuyorken?

Konservatuvar insanlığın şimdiye dek ürettiği pek çok müzik teorisinden yalnızca birini öğrencilerine öğretiyor. O yıllarda çocukların ne öğrendiğinin, öğrendiği şeyin doğru mu yanlış mı yeterli mi yetersiz mi, her şey bundan mı ibaret başka fikirler de var mı pek farkında olmuyorlar. Olsalar da okul zaten sistematik olarak böyle eğilimleri bastırıyor. Batı sanatlarını öğrenmek bana batının müziğe bakışını anlamak adına pek çok şey kattı, fakat bugün kendi müziğimi üretirken sorgusuz sualsiz kıstas aldığım bir literatür değil. Sonrasında pek çok başka müzik fikri üzerine çalıştım her biri idrakimi geliştirdiler.

Kurallar da bence sanıldığı kadar kötü şeyler değiller. Hatta kurallar bence gerekliler. Zira desenin tespit edilemediği yerde anlam da bulunamıyor ve/veya yalnızca yapmacık, soyut anlamlar bulunabiliyor sadece -modernitenin kendisi bunun acı bir örneği hatta bence. Kişinin kendi kuralları, çizgileri olması anlam üretebilmesi için fayda sağlar. Sadece söz konusu bir sanat dalı olunca bu kurallar hem başkaları tarafından, hem de hiçbir esneklik payı olmadan konulduğunda can sıkıcı olabiliyorlar. Bunlarla ilgili düşüncelerimi 2020 yılında yayınladığım kısa kitabım ‘İsimsiz Metin’de uzun uzun anlatıyorum.

Kişinin kendi çizgisini özgürce icra edebileceği kritik bir platform da sahneler. Müzik yasaklarından tut da mekanlar arası hiyerarşilere buralarda kendini var etmek de ayrı bir mücadeleye dönüşüyor. Sen canlı performanslarına başladığından beri bu mücadelenin ne şekilde dönüştüğünü hissettin?

Ben koşullar ne olursa olsun başarmanın bir yolunu bulmak gerektiğini düşünüyorum. Geri kalan her şey benim için teferruat.

Benim sorularım bitti, senin eklemek istediğin bir şey var mı?

Daha ne olsun. Çok teşekkür ederim alakanız ve ayırdığınız zaman için.

Akın Sevgör’ün Bandcamp profiline şuradan ulaşabilirsiniz.