Michael Mann’in Hannibal Lecter’ını yeni yeni tanımaya başladığımız 1986 yapımı bir filmi vardır; Manhunter. İzledikçe polisiye ve gerilimden daha derinini hissedersiniz. Dolunayda cinayetler işleyen bir Diş Perisi‘nden bahsedilir. Tam Noonan filmde Francis Dolarhyde olarak karakteri muhteris bir ilah rolünde izletirken perdede bir tablo belirir; Kızıl Ejder ve Güneşle Giyinen Kadın. Çizeri için bir meczup, katil, sapık, vizyoner, dindar ya da dahi ve daha da benzerleri? William Blake gözlerinin değil ruhunun gördüklerini gösteren bu tabloyu vahiy-şiirlerinin bir tezahürü olarak gösterir. Ve ilk prophecy (vahiy) adını verdiği eseri Amerika: Bir Vahiy‘de bizi bir dilemmanın ortasında bırakır;
Arzularının yangınları içinde yürür insan…
Arzu ve yürümek. Hissetmek ve hareket etmek. Tinsel ve özdeksel. Hangisinin ulaşılabilir olduğu, hala nefes alıyorken hangisinin o nefese anlam yüklediği ya da hangisinin nefsi var ettiğinin yanıtını yaşayarak bulmaya çalışırken, 1700lerde birisi bir şeyler yazdı. Bir şeyler çizdi. Kadınlığı zambak, bulut ve solucanla anlattı. Özgürlüğe aşk ve kıskançlığı verdi. 18. yüzyıl Amerikasında akıl ve devrimin mücadelesini yazdı. Asya’da Adem’in tezahürünü, Afrika’dan Asya’ya uzanan yaratılış kökenlerini şiiriyle mümkün kıldı. Blake, tam da şu zamanda ihtiyacımız olan tinsel‘i bize geri verdi.
18. yüzyıl edebiyat ve sembolizminin vizyoneri William Blake, henüz dört yaşındayken gördüğü düşgörüleri, en az yeni yeni okumaya başladığı İncil kadar derinden etkiledi. Tanrı’yı ölen kardeşinin penceresinden kendisine bakarken gördüğünü söylediğinde ötelendi. 21 yaşında gravür sanatında bir profesyoneldi. Amerikan ve Fransız devrimlerinin ideallerinden etkilendi, Kilise düzenine düşmandı. Michelangelo ve Raphael gibi erken dönem klasiklerinden etkilenmeyi sürdürürken notlarına eklediği, “Genelleştirmek aptallaşmaktır; özelleştirmek, tek başına üstün bir ayrımdır” (ideolojiden çok sanat anlayışı dahilinde değerlendirilmeli) eserlerinin mottosunu oluşturdu. Dante Alighieri’ye olan ilgisi patronunun 1826’da kendisinden resmetmesini istediği İlahi Komedya’nın ilk parçasını oluşturan Inferno‘yu resmederek mistik dünyasını görselleştirdi. Şiirleri, resimleri, gravürlerini hep bir bütün olarak tutan Blake, masumiyeti ve adaletsizliğe olan tepkisini şiirlerinde yaşatırken, Tevrat ve İncil’in temellerini adeta yıkarak mitolojik dünyasını tablolara geçirdi.
Kaan H. Ökten’in çeviriden çok Blake’in devrimci ve mistik ruhunu tam anlamıyla hissettirdiği Illuminated Prophetic Books adlı, sekiz çalışmadan oluşan bu imgelem dünyasına girme (aslında henüz adım atma) şansım oldu. Vahiy Kitapları, satırları hayal dünyanızla birleştirerek okurken Blake’in gravürleriyle ara ara o hayal dünyanıza başka boyutlar katıyor.
Neden bir Dil, ki her bir yel onu bala bulamış?
Neden bir Kulak, ki yaratılmışları içine çekme şevkiyle dolu bir girdap?
Neden bir Burun Deliği, dehşet, titreme ve korkuyu içine çekecek kadar geniş?
Neden körpe bir gem, gençlik ateşiyle yanan oğlanın üzerine vurulan?
Neden küçük bir ten perdesi, şehvet yatağımızın üzerine çekilmiş?
Thel’in Kitabı adını verdiği kitabın ilk şiiri, kadınlığın aranışını, cinselliğin sorgulanışını, tecrübenin doğasını Har Vadisi’ne sığdırarak anlatıyor. Thel, cinsiyetinin hakikatini Vadideki Zambak’ta ararken karşılığını bekaret’te, Bulut‘a sorarken cevabını ilişki’de buluyor. Solucan‘la karşılaştığında gebelik, Bir Avuç Balçık ise annelik ile cevap veriyor. Şehvetten, ebediyetten, meçhullükler dünyasından korkan Thel, bakireliğine sığınarak vadisine geri kaçışıyla serüvenini noktalıyor.
Var git sor yaban eşeğine neden reddettiğini sırtlanacağı yükü ve sor mülayim deveye
Neden sevdiğini insanoğlunu: sebebi göz, kulak, ağız veya ten midir
Yahut nefes alınan burun mu? Asla: zira kurtla kaplanda da var onlar
Var git sor kör solucana kabrin esrarını ve neden büklüm büklüm
Sevdiğini ölülerin kemiklerine dolanıp sarılmayı; var git sor muhteris yılana
Zehrini nereden aldığını ve kanatlı kartala neden sevdalı olduğunu güneşe;
Ve sonra koş gel bana, anlat bakalım insanoğlunun efkarını, uzun zamandır saklı kalan
Albion’un Kızlarının Görüleri, yine mitolojik denilebilecek karakterler (aslında her biri birer kherubim) üzerinden geleneksel algıları yıkan deneyimleri betimliyor. Kadın olarak bastırılmış aşkı temsil eden Oothoon‘un iki duygu arasında bigane kalışını izliyoruz. Vicdan ve iradeyi barındıran, özgürlük algısını yıkan Oothoon, duyguyu temsil eden Theotormon ve aklı temsil eden Bromion‘a olan sevgisini anlatıyor. Görüler, günah anlamına gelen Leutha Vadisi‘nde geçiyor. Hayatı boyunca Londra’dan ayrılmayan şair, burada mekanın boyutlarını önemsemeyerek Oothoon‘u Amerika’nın teselli arayan ruhu olarak betimliyor. Dönemin toplumsal yapısını bu satırlarıyla da yıkan Blake, tartışma yaratacak bir özgürlük havası içinde. Masumiyetten çok deneyimi yaşayan karakterlerin var olan her şeyin kutsallığını kabul etmesiyle serüven noktalanıyor.
Bekaret peşinde koşan o soluk benizli dinsel şehvet düşkünlüğü
Bulsun aradığını bir fahişede ve sade bir esvapta, dürüstlüklerine henüz
Halel gelmemiş olanlarda, lakin her akşam ve her sabah beşiğinde geçilse de ırzlarına;
Zira yaşayan her şey kutsaldır, yaşam yaşamda bulur zevkini;
Zira tatlı zevklerin ruhunun asla geçilemez ırzına
Bir yangın sarar yerküreyi ve fakat insanoğlunu yakıp yutmaz;
Arzularının yangınları içinde yürür insan; ayakları olur tunç
Dizleri ve beli tıpkı gümüş ve göğsü ve başı adeta altın
Amerika: Bir Vahiy, Blake’in gravürlerini siyah-beyaz yaptığı, Fransız Devrimi’ni yansıttığı çalışması. Tarihe sorgulayan bir bakış açısıyla yaklaştığı bu serüvende devrimi temsil eden Orc‘un, hayal gücünü temsil eden Urthana ile karşılaşmasıyla mücadele dolu bir dönem başlıyor. Otoriteye karşı duran radikal görüşleri Blake’in 18. yüzyıl Amerika’sını bize tüm acımasızlığıyla tahayyül ettiriyor.
Beş pencere aydınlatır dehlizine kısılmış İnsanoğlunu: biri sayesinde hava solur;
Biri sayesinde işitir feleklerin nağmelerini; biri sayesinde ebedi bağ ve bahçeler
Serpilir, üzümlerinden rızıklanabilmek için; biri sayesinde bakıp da
Görür küçücük bir kısmını ebedi dünyanın, her daim büyüyen
Biri sayesindeyse kendisi çıkıp gider dışarı ne zaman istese; ama yapmaz bunu
Çünkü kaçak zevkler tatlıdır ve gizlice yenilen nimet lezzetli
Devamında gelen Avrupa: Bir Vahiy, süregelen rejimi büyük bir karamsarlıkla satırlıyor. Hayal gücünü temsil eden Urthana‘nın istirahati, Tanrı’nın yeryüzündeki meşum figürünü temsil eden Urizen‘in ise zincirlerinden kurtuluşuyla başlayan serüven, merhametin (Palamabron) öfkeyle (Rintrah) kavgasını anlatarak devam ediyor. Rejimi, madde dünyasını; yıkımlar ve felaketlerle anlatan Blake’in özgün dünyası burada da hayal dünyamızı canlandırır nitelikte.
Adem titredi! Nuh sönüp yok oldu! Güneş altındaki Afrikalı siyaha çaldı
Bahşettiğinde Rintrah Soyut Felsefeyi Doğu’daki Brahma’ya
(Gece seslendi Buluta:
“Bak hele şu İnsan suretindeki ruhlara, mütebessim riyakarlara, harbederler
Birbirlerine karşı; bırakın öyleyse harbededursunlar ve ebedi Elementlerin kölesi kalsınlar.”)
Nuh suların dibine daldı
İbrahim Kildani yurdunun yangınlarından kaçtı
Musa Sina Dağı’nda kapkara vehimlerin suretlerini gördü
Los’un Şarkısı, bu defa Asya ve Afrika’yı ele alıyor. Kiliseler, Şifahaneler ve Sarayları örülmüş birer tuzağa benzeterek dayanaksız bir dine teslim olmanın kötülüğünü anlatıyor. İnsanlığın hikayesini de bir düşüş içinde ele alan Blake, felsefe dünyasını da katarak serüvenini “özelleştiriyor”.
Merak, huşu, korku, şaşkınlık
Ebedilerin yüz binlercesi taş kesilmişti adeta
Tefrik olunca ilk kadın sureti
Adını merhamet koydular ve kaçtılar ondan
…
Böylelikle başladılar karanlıkların perdelerini dokumaya
Boşluğun etrafında başladılar devasa direkler dikmeye
Direklere altın halkalar da raptettiler
Sonsuz bir emekle Ebediler
Bir kumaş dokudular ve adına Bilim dediler
Urizen’in Birinci Kitabı, Blake’in görüşlerini/görülerini en iyi çözümleyebileceğimiz kısım. Akıl ve insan zihninin ayrımını temel alan bu bölüm, insanın doğum öncesinden vücut buluşuna kadar olan süreçte bize maddiyat ve maneviyatı sorgulatıyor. Dokuz bölüm boyunca süren bu müphem hava, aklı yaratıcılığın gücüyle var ediyor. Blake’in kendi mütedeyyinliği Urizen‘de şekil buluyor. Hayal gücüyle (Los) çatışması çatışması sonucu aklı temsil eden meşum Tanrı figürü Urizen sonunda, maddi dünyanın yaratıcısı olarak dört elementi temsil eden oğullara sahip oluyor.
Zira Urizen’in soyutluk uyuklamaları esnasında
Ebediyetin ilanihaye asırlarında
Neşe Sinirleri eriyerek akıp gittiğinde
Koyu mavi göğün üzerinde bembeyaz bir Göl
Huzursuz bir acı ve kederli bir ıstırap içinde
Bir bakmışsın yayılan, bir bakmışsın çabucak yeniden toparlanan
Ahania’nın Kitabı, beş bölümden oluşan ve ateşi temsil eden Fuzon karakteri üzerinden anlatılan serüven. Urizen‘in boyut kazandığı Ahania‘nın günah halini alışı anlatılıyor. Urizen‘e mevcudiyetsizlik olarak baş kaldıran Fuzon, Mısır’da hicret eden bir sütun olarak, akla/düzene/ufka karşıysa “mevcudiyetin en kadimi” olarak tanımlıyor kendisini. Burada Blake Arap Diyarı’na da gönderme yaparak, Musa’nın on emri aldığı söylenilen Sina Dağı‘nın, Urizen‘in Fuzon‘a fırlattığı Kaya’nın yeryüzüne düşmesiyle oluştuğundan bahsediyor. Ahania‘nın insan ruhu, ebedi ilim ve hakirliğe olan ağıtlarıyla eser noktalanıyor.
Dokuz asır geçip tamamlamıştı devrini
İşte o zaman Los ışıl ışıl parıldayan kütleyi ısıttı yeniden, döktü
Onu Derinliklerin içine: Derinlikler kaçıştı
Sağa sola yoğun dumanlar halinde: Güneş
Tam bir dengede duruyordu artık. Ve Los neşe içinde gülümsedi
Uzandı, Urizen’in muazzam Omurgasını kavradı
Büktü onu aşağıya, ışıl ışıl bir yanılsamaya dönüştürdü
Kitaptaki son şiir olan Los’un Kitabı, Urizen’in Birinci Kitabı‘ndaki serüvenin Los tarafından anlatılmasına dayanıyor. Urizen‘in yaratılışı, dini temelleri; edebiyat ve şiiri temsil eden, şeylerin sonsuzluğunu gören Eno tarafından anlatılıyor. Los tarafından evrenin şekillenişini anlatan bu beş bölüm, açgözlülük, haset, öfke, direşkenlik gibi kavramları betimleyerek başlıyor. Los‘un düşüşünü yanılgılarıyla, dipsizlikten kurtuluşunu insana vücut buldurmasıyla tanımlıyor. Urizen‘in beyni ve kalbinin ırmakları oluşturarak yok olmasıyla da serüven bitiriliyor.
Kitaba başlamadan önce Blake’e ait karakterleri tanımlayan sözlük tabi ki okunmalı. Fakat sözlüğün veya kalıplara girmiş anlamlarda daha deruni şeylerin bu satırları okurken şekillendiği unutulmamalı. Gravürleri ve şiirlerinin ötesinde, çok daha sonsuz bir evrene çağırıyor Blake bizi. Aynı dönemde yazılan diğer “yaratılmış dünya”larla karşılaştırma yapma niyetinde değilim. Sadece Blake’in, değerler dünyasının edebi dille nasıl aktarılabileceğini gösteren, hatta bu değerleri sorgulatarak aslımıza nasıl ulaşabileceğimize yönelik bize bir kapı daha aralayan emsalsiz bir kişilik olduğuna inanıyorum.
Kalp gözünüzün mevcudiyetine inanmak istediğinizde, William Blake raflarda bir yerlerde yeltenmenizi bekliyor 🙂