Animal Collective emekçisi Noah Lennox -namıdiğer Panda Bear- ile son albümü Sinister Grift üstüne bir sohbet…
Selam Noah. Nasılsın? Turne nasıl gidiyor?
Noah Lennox: Şu an dört-beş günlük bir ara verdik, sonra Rewire Festivali var. Yarın Hollanda’ya uçuyoruz, ondan sonra da tam bir ay boşuz. Hepimiz biraz yorgunuz sanırım ama konserler gayet iyi geçti. Yani çok da şikâyet edeceğim bir durum yok.
Pek çok insan gibi ben de yeni albümün Sinister Grift’e bayıldım. Bu albüme dair aklına gelen rastgele üç anı üzerinden şarkıların yapım sürecini anlatabilir misin?
Teşekkürler! Sanırım ilk olarak 2019 gibi bir festivalden teklif aldım. Uzun zamandır bir Panda Bear konseri vermemiştim, yeni şarkılar yazıp ilk defa orada çalmak güzel olur diye düşündüm. Ama günün ortasında, açık havada yapılan konserler her zaman zorlayıcı oluyor; ben de en nihayetinde bunun kötü bir fikir olduğunu anladım. Bir de kimsenin bilmediği bir sürü yeni şarkı çalmaya çalışmak durumu daha da zorlaştırıyor. Gayet iyi çaldığımı düşünüyorum; ama seyirciden pek bir tepki aldığımı söyleyemem. O dönem yaklaşık beş şarkı yazmıştım, bunları da çoğunlukla gitar ve drum machine ile çalmıştım. Sonraki birkaç yılda birkaç demo daha yaptım ve elimde belki de bir albüm oluşturacak kadar şarkı olduğunu düşünmeye başladım. “Neden olmasın?” dedim ve birkaç şarkı daha yazdım; çünkü her zaman ihtiyaç duyduğumdan fazlasına sahip olmayı seviyorum. Bu şekilde o şarkılar içinden en iyilerini seçip, albümün anlatacağı hikâyeyi sıralamak daha kolay oluyor.
Josh’tan (Deakin) yardım istedim. Animal Collective’in Bridge to Quiet diye bir EP’sini mikslemişti. COVID zamanlarında yaptığımız bir işti, miksini çok beğenmiştim. Deakin’in orada kendi ait bir sound bulmaya başladığını da hissediyordum. 2020 gibi ise burada, sokağın köşesinde kendi küçük stüdyomu kurdum. Bu benim ilk özel üretim alanım. 20 yıldır hep başka gruplarla ya da arkadaşlarla alan paylaşmıştım. Hep hayalini kurduğum o küçük dünyamı sonunda inşa edebildim. Bu yeni alandaki ilk büyük projemi Josh’la meydana getirmek geçmişimle güzel bir paralellik de üretti gibi, çünkü müzik kaydetmeye yine onunla birlikte 30 yıl önce başlamıştık. Ne uzun zaman geçmiş.
Başta konuştuğumuz fikir, klasik bir grup formatında kayıt yapmaktı: vokal, gitar, bas, davul… Aslında kafamda daha çok klasik bir reggae grubu formatı vardı, Reset’te olduğu gibi. Orada her parçaya fazladan bir perküsyon eklemiştik, Pete’in fikriydi. Ben de bu düzeni yavaş yavaş çözmek ya da bulanıklaştırmak istiyordum. İlk fikrim buydu. Bu ilk vizyonu en çok yansıtan parça “Elegy for Noah Lou” olsa gerek, biraz da diğerlerinde yakalayabilirsin. O şarkı, aslında albümün tamamının nasıl duyulacağına dair kafamdaki fikri en net şekilde yansıtıyor. Kayıtlar devam ettikçe reggae grup formatı zaten yeterince doyurucu ve tatmin edici gelmeye başladı. “Bunu başka bir yere evriltmeye gerek var mı?” diye düşündük ve pek gerek duymadık.
Sanırım şarkılarda halihazırda yeterince rol oynadığımı düşündüm. Tüm enstrümanları ben çaldım, vokalleri de ben yaptım. Sonra da dış seslere ya da karakterlere ihtiyaç duymaya başladım. Şarkılarda “Buraya şöyle sağlam bir gitar solosu lazım!” dediğim yerler vardı ve aklıma ilk gelen kişi Patrick (namıdiğer Cindy Lee) idi. Şanslıyım ki o da bu ortaklığa hevesliydi. Her şey elimizle koymuşuz gibi yerine oturdu. Ama bazı anlar vardı ki oraya koymak istediğim şeyi ben sağlayamıyordum, bu çok açıktı. Bu yüzden başka yerlere bakmaya başladım. Albümü yapmadan birkaç yıl önce Brian’dan bana bir “sesler klasörü” hazırlamasını istemiştim. Nihayetinde o seslerin çoğunu albümde kullandık. (Animal Collective’den) hem Josh hem Brian projede yer aldığı için Dave’e de yer yaratmaya çalıştım; herkesin bu projede temsil edilmesini istiyordum. Bütün bu hareketlerimi öyle planlı biçimde harekete geçirdiğimi söyleyemem, bu da zaten bana özgü bir özellik. Genelde kalbimin götürdüğü yere giderim, bir şey doğru hissettiriyorsa oraya yönelirim.
Sinister Grift’te dediğin gibi birçok isimle çalıştın. Dahil etmek isteyip de bir şekilde edemediğin başka isimler oldu mu?
Evet, oldu. Sadece bir kişi ama, o da ikinci parça “Anywhere But Here”in hikâyesiyle ilgili. Bu şarkıya dair ilk düşüncem, kızım Nadja’nın şarkıya bir şeyler yazması ve vokal yapmasıydı. Süreç ilerledikçe bunu başka birinin yapması daha makul olacak gibi gelmeye başladı. Bir an Pete’i düşündüm, sonra Dean Blunt’a sordum. Bir süre üzerinde çalıştı ama olduramadık. Bazen böyledir işte, bir şarkını içinde kendine yer bulamaz ya da içinde sevdiğin bir şey yakalayamazsın. Bana da çok olur. Sonra yine dönüp Nadja’ya sormaya karar verdim. Bence en hayırlısı oldu. Sonuç aşırı iyi zaten. Neyse, neticede Dean bu albümde kendine yer bulamayan tek isimdi.
Bu albümdeki parçalar içinde en kolay ve en zor yonttuğun iki şarkıyı seçmeni istesem bunlar hangileri olurdu?
“Just as Well” büyük ihtimalle en zoruydu. En uzun süre boyunca içime en az sinen şarkı oydu. Daha çok aranjman kısmıyla ilgiliydi bir tatminsizlikti. Josh için de aynı durum geçerliydi sanırım, şarkının hafifliğiyle sert rock tarafı arasında gidip gelen bir kontrast vardı ve bununla baş etmek gerçekten zordu. Benim için olayı toparlayan şey, ilk kayıtları yaptıktan sonra bir arkadaşımın Prophet-5 synthesizer’ını ödünç almam oldu. Şarkılarda “Buraya bir şey lazım!” dediğim yerlere küçük synth dokunuşları yaptım. O dokunuşlar, parçada eksik her şeyi bir araya getirdi. Ama neticede bayağı bir uğraştım.
En kolay şarkı ise sanırım “Defense”ti. Çok fazla bir şey denememize gerek kalmadı. Her şey hemen yerli yerine oturdu. Patrick’in solosu tak diye çıkıverdi. Albüme dağılmış üç dört küçük bölümü daha var, ama onları oraya yerleştiren Patrick değildi. Bana “İstersen kullan, istersen kullanma” gibisinden bir sürü şey gönderdi. Ben de neredeyse hepsini kullandım sanırım. Belki sadece minicik bir şeyi kullanmamışımdır, geri kalan her şey aranjmanda kendine kolayca yer buldu. Gerçekten hızlı ve kolay bir süreçti yani.
Pek çok enstrüman çalabiliyorsun. Gelecekte üstüne daha çok düşmek istediğin bir enstrüman var mı?
Üflemeli çalgılar belki, mesela trompet güzel olabilirdi. Hayatımda birkaç kez denedim ama dudak ve ağızla yapılan o hareketi asla tam anlayamadım. Belki biraz ders alsam çözülebilir. Ama sanırım benim için daima “daha fazlasını yapabilirim” hissi uyandıran esas şey davul. Hep geliştirmekte olduğum bir şey gibi geliyor bana.
Ben senin kadar enstrüman çalabilmeyi istesem de başaramam, bu yüzden yaptıkların halihazırda oldukça etkileyici.
Sağ ol dostum. Ben kendimi daha çok her şeyi azar azar bilip hiçbirinden uzmanlaşamayan biri gibi görüyorum. Evet, birçok şey yapıyorum ama hiçbirinde çok iyiyim diyemem. Hepsi ortalama düzeyde kalıyor. Bunun biraz da Animal Collective’le uzun süre çalışmamdan kaynaklandığını düşünüyorum. Başlarda hep Dave’in şarkılarını desteklemeye çalışıyordum, şimdiyse Josh’un şarkılarını… Birisi bir şarkı getirdiğinde, onun içine nasıl dahil olacağımı bulmam gerekiyor. Bu da bazen davul çalmak, bazen vokal yapmak, bazen başka şeyler demek. Bir başkasının fikrine ya da vizyonuna destek olma konusunda bayağı deneyim kazandım, sanırım bu yüzden böyle oldum.
Müzik videoları izlemek şahsen en sevdiğim hobilerden biri ve senin videolarını da çok seviyorum. Videolarla nasıl bir ilişkin var, favorilerin var mı?
MTV’yle büyüdüm. Amerika’da ESPN diye büyük bir spor kanalı var ya, işte onu ve MTV’yi izlerdim sadece. Nispeten basit ama çarpıcı görsel fikirleri olan, biraz da “muzip” videoları seviyorum. Justice’in tişörtlü videosu mesela, bayılıyorum. Müzik ve video konseptinin bir araya gelip yeni bir şey yarattığı o sinerji hissi hoşuma gidiyor, çok havalı geliyor. Büyük bütçeli, kısa filmi andıran, hikâyesi olan videolardan ise çok hoşlanmıyorum. Michelle Gondry’nin videolarını bayağı seviyorum, mesela Kylie Minogue’a çektiği bir video var, şehirde dönüp duruyor ve bazı olaylar tekrar ediyor. Muhteşem bir video. The White Stripes’ın tüm videoları da çok havalı. Genelde ilgimi çeken videolar bu tarz oluyor.
Üzücü bulduğum kısım, plak şirketlerinin “etkileşim” dediği şeyi artırmak için artık her şarkıya bir video çekmeyi şart koşması. Keşke öyle olmasa ama insanlar böyle varlıklar işte, yapacak bir şey yok.
Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. Senin anıt taşında hangi şarkı sözün yazsın isterdin?
Zor soru! Beni hazırlıksız yakaladın, o yüzden sezgisel davranacağım. Belki birkaç gün düşünsem farklı bir şey derdim ama ilk aklıma gelen “Buoys”tan bir söz. O şarkının tamamı, bana çok özel gelen bir yerden insanlık hâlini anlatıyor. Muhtemelen şu kısım olurdu: “Lit from a light within, made from a brittle thing.” — yani “İçten bir ışıkla aydınlanmış, kırılgan bir şeylerden yapılmış.” O kıtanın tamamı olabilir. Sinister Grift’ten bir söz düşünürsem de belki şu dize olurdu: “My engine’s running, I can feel the miles.”
Panda Bear’ın Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.