Warm Exit: “Kahkahaların Ortasında Odayı Terk Etmek”

Son güncelleme:

Brükselli pek heyecan verici post-punk ekibi Warm Exit, ilk albümleri Ultra Violence‘ı geçtiğimiz günlerde yayımladı. Bizi çokça etkileyen bu çıkışın ve grubun hikâyesini öğrenmemiz lazımdı. Grup da sorularımızı uzun uzun, tatlılık ve içtenlikle yanıtladı.

Çok öngörülebilir bir soruyla başlayalım: Warm Exit nedir, nasıl ortaya çıktı?

Warm Exit’in bugüne dek o kadar çok şekli ve formu oldu ki hepsinin izini sürmek mümkün olmayabilir, ama yine de deneyelim. Bir zamanlar Valentino (gitar ve vokal) bir punk grubu kurma fikriyle yola çıktı. Tino’nun ilk grubu falan da değildi bu, işini biliyordu. Kafasındaki konsepti gerçeğe dökmek için Brüksel’den bazı güzel insanları bir araya getirmeyi başardı, ancak o kişiler nihayetinde terk etti. Sonra Tino bir noktada hâlâ bile çok genç olan Max Poelmann (bas) ile tanıştı. Max kısmen göçebe bir hayat sürdürmüş, dünyayı gezmiş dolaşmış, en sonunda daha yeni Brüksel’e yerleşmişti. Martin Dubessay de onlara davulda katılınca birlikte egg punk’a evrilen bir konsept inşa ettiler. Martin o zamanlar davul çalmayı doğru dürüst bilmiyordu, kaldı ki hiçbirimiz enstrümanlarımızda virtüöz değiliz zaten. Hem Martin o günden bu yana hepimizden sıkı çalışarak harika bir davulcu oldu. Artık metronomlar bile kıskanıyor kendisini. Egg punk tarzı bir yerden sonra sıktı ve var olan bir konsepte daha endüstriyel ve daha az zıplamalı bir sound katmak istedik. Her şeyi bir formüle oturtmak içim synth çalan birine ihtiyacımız vardı.

Bir süre synth çalan farklı farklı insanları denedikten sonra bu fikirden vazgeçmiştik. Fikir dirildiğinde Joris bir provamıza katıldı ve çok geçmeden Warm Exit’in dördüncü üyesi oldu. Bu ilk albümün overdub’larını kaydettiğimiz son hafta yaşandı, haliyle Joris’e tek seferde çok yük binmiş oldu. Zavallıcık.

Bizim hikâyemiz bu sanırım. Anmadan geçtiğimiz çok isim oldu, ama onlar kendilerini biliyor ve kendilerini hâlâ çok seviyoruz. Düşününce biri bize Wikipedia sayfası hazırladığı vakit grup üyeleri geçmişimiz çok tuhaf duracak. O da yakın bir zamanda olmayacak zaten.

Warm Exit (Sıcak Çıkış) isminin bir hikâyesi var mı?

Bize göre “sıcak çıkış” kelimesi, yok oluş öncesi son bir epik patlamayı temsil ediyor. Yavaşça silinip gitmenin tam tersi yani. Görkemli bir ölüm, bir şaka patlatıp gelen kahkahaların ortasında odayı terk etmek gibi… Bilimsel olarak kanıtlandığına emin olmadığımız bir teori var, belki duymuşsundur: Ölmek üzere olduğun an beynin vücuduna DMT salgılarmış, bu sayede yaşam ile ölüm arasındaki o geçiş anı yumuşarmış. Yani ölüm anında beynin çalışır haldeyse yaşamak dediğimiz tecrübeyi absürt bir psikedelik diyarda noktalıyorsun. Kafan aşırı güzel oluyor. Bizce bu çok şairane bir şey.

İlk albümünüz Ultra Violence (Ultra Şiddet) yeni yayımlandı ve diyebilirim ki müzikal düzlende başlığın hakkını veren bir iş olmuş. Stüdyoya girerken hedeflediğiniz sound’un bu olduğunu biliyor muydunuz?

Dediğimiz gibi başta proje çok daha egg-punk odaklıydı. 4 şarkılık bir EP kaydetmiştik, sanırım ondan bir yıl sonra da yaratıcı düzlemde bir çıkmaza girdiğimizi fark ettik. Biz de yeni bir yaklaşım edindik. Her birimiz müzik düzeyinde farklı ufuklardan geldik, bunun da etkisiyle birçok farklı ilhamı bir araya getirme kararı aldık. Post-punk’ın güzel tarafı da bu zaten, içine bir sürü şey atabiliyorsun. Zor olan kısım müziğinde ilham varken bir şekilde tutarlı kalmak.

Daha şiddetli, sonik, frontal ve endüstriyel; bir o kadar da ilginç yapılara ve aykırı melodilere sahip bir şey istediğimizi biliyorduk. Hedeflediğimiz şeye dair bir görüşümüz vardı; ancak ortaya çıkan fikirlerin çoğu stüdyoda, kayıt esnasında belirdi.

Albüm yaratım sürecini aklınıza gelen üç spesifik anıyla detaylandırabilir misiniz?

Zor bir soru bu. Albümü yazıp kaydetmesi iki yıl sürdü, sürecin tamamı da iyisiyle kötüsüyle, eğlenceleri anlar kadar şüpheler ve tartışmalarla geçti. Ama elimizden geleni yapacağız.

İlk olarak stüdyoda geçirdiğimiz ilk günü hatırlıyoruz. Bir grup olarak bu tarz deneyimlerimizin ilkiydi, önceki EP sadece Tino ve Max tarafından kaydedilmişti. Çok heyecanlıydık ve oracıkta “Ultra Violence” ve “T.V.” şarkılarını kaydettik. O noktadan sonra süreç yavaşladı. Bize o zamanlar kaydın ilk günü ile albümün yayımlanması arasında iki yıl olacağını söyleseydin muhtemelen “Hadi oradan” derdik. Ama sahiden böyle oldu. O iki yılda birçok saatimiz kayıtlarla, yeniden yazımlarla, bir sürü konserle ve bilardo masası partileriyle geçti. Sonuca fazlasıyla değdi.

İkinci olarak Martin “Positive Anxiety”nin vokallerini kaydederken ses mühendisimiz Mathieu Versini şarkıya autotune koymak gibi harikulade bir fikre kapıldı. Korkunç tınlıyordu ortaya çıkan şey, ama ayrıca çok da komikti. Bu versiyonu kullanmadık, ama saatlerce gülmemizi sağladı. Öyle çok önemli bir parça olmadı, ama üç gün üst üste kayıt yapınca çok yorgun ve stresli oluyorsun. Azıcık eğlenmek de çok iyi gelebiliyor hâliyle.

Son anı kayıtlardan değil, turneden ve grup için bir şaka malzemesine dönüştü artık. Sanırsam geçen senenin haziran ayıydı, Almanya’daydık. Berlin’deki Loophole adlı mekanda çaldık, çıkışında bir adam yanımıza geldi. Büyülenmişti, gören ilahi bir ışıkla karşılaşmış sanardı. Tatlı ve havalı biriydi, bizi uzun uzun övdü. Bir noktada bize “Çocuklar, inanın, bir seneye IDLES’tan büyük olacaksınız.” dedi. Biz de bunu hedef belledik. Kolay iş , alt tarafı son 10 yılın en başarılı grubu onlar, nedir ki? Kasımda “Dostlar, yarım yılımız kaldı, IDLES’tan büyük olacağız!” diyorduk. Bir kere de Martin prova odasında davulunun arkasında üzgün üzgün otururken  Max’e “IDLES’tan büyük olmamıza ne kadar kaldı?” diye sormuştu. “Sadece sekiz ay, dostum. Moralini bozma.”

Bu albümden yaratması en zor ve kolay ikişer şarkıyı anacak olsanız bunlar neler olur?

En kolay olanlar “T.V.” ve “Positive Anxiety”. 

“T.V.” albümün yapısal olarak en klasik manada ‘punk’ şarkısı. “Positive Anxiety”yi yapması da son derece kolaydı, albümün içinde öne çıkan bir parça olmasına rağmen. Sanırım kaydetmesi bir öğleden sonramızı aldı sadece; sonra da birazcık vokaller üstünde uğraştık. Çoktan hazır bir şarkıydı, meltem gibi esti stüdyoda resmen.

En zor iki şarkı “Damages Become A Necessity” and “Extraordinary Murders”.

“Damages Become A Necessity” tek bir şarkıda birleştirdiğimiz üç şarkıyı içeriyor, yolculuğun başından on farklı forma büründü.

“Extraordinary Murders” az daha albüme girmeyecekti. Onun da birçok farklı versiyonu vardı ve açıkçası bir noktada hepten salmayı düşündük. Ama direnesimiz tuttu, sonuçta üstünde o kadar uğraşmışız, o kadar saatimizi bir hiç uğruna harcamak büyük hayalkırıklığı yaratacaktı. Biz de bir şeyler denemeye devam ettik ve neticede bize kalırsa albümün en güçlü şarkılarından biri oldu.

Ortak müzikal ilhamlarınız içinde kimler var?

Hepimiz Fat White Family’ye bayılıyoruz. Songs For Our Mothers tek kelimeyle harika bir albüm. Dinlemeyen herkes koşup dinlesin! Bu grupla ilgili en güzel şey ise hepimizin farklı şeylere ilgi duymasu ve müzikal arkaplanlarımız çeşit çeşit olması. Valentino uzun zamandır yeraltı müziğinin tutkunu; eskiden psychedelic rock’a düşkündü, ancak post-punk, noise ve body müziklerine hep çok ilgiliydi. Max’in esas modu 1970’lerin yoğun gitarlı müzikleridir, ancak Mac Demarco gibi slacker indie pop ve lo-fi kişileri de dinler. Magic Max adlı solo projesinde bunu görebilirsiniz. Martin’in (@_ohn_) bir DJ olarak elektronik müzik kütüphanesi geniştir ve her türü dinler; ancak elektronik bas müzik ve body müzik onun için bilhassa önemlidir. Joris ise Aufhebung adlı bir doom metal grubunda çalıyor, küçükken tam bir metalciymiş; yani o da öyle bir niş zevke sahiptir.

Yani çeşitli şeyler dinleyen bir grubuz, ama elbette kesişim kümesinde de dinlediğimiz epey müzik var. Öyle olmasa bu grup işi birazcık zor olurdu. Bizde ortak olan şey, spesifik türlerden ziyade spesifik sanatçılara, hatta şarkılara olan ilgimiz. The Birthday Party’yi hepimiz seviyoruz, The Fall’u da; ayrıca PiL, Dead Kennedys, LCD Soundsystem… Italia 90, Gilla Band, Psychotic Monks gibi daha güncel şeylere de düşkünüz. Bonnie Tyler’ın tüm albümlerinin de özel bir yeri var; turne karavanımızın kraliçesi kendisi. Ha, bir de Easy Ego. Bir dinleyin.

Hızlı bir oyun oynayalım, hile yapmak yok: Müzik dinleme platformunuzun arama geçmişine baktığınızda karşınıza çıkan son üç şey nedir?

Martin’in Spotify’ı:

Slaves – “The Hunter”

Gilla Band – “Post Ryan”

France Gall – “Poupée de Cire, Poupée de Son”

Warm Exit için sırada nasıl planlar var?

Bu sene birçok konser vereceğimiz, yani işler halihazırda yoğun. Brüksel’de yepyeni bir müzikal ekosistem içinde bir stüdyo inşa ediyoruz, adı da B.U.N.K. (Brussels Underground Noise Klub) Birçok sanatçı ve müzisyenin terk edilmiş bir ofis binasında kendi çalışma alanını inşa edeceği kolektif bir proje olacak. Çok heyecanlı olduğumuz bir konu.

Şimdiden canlı icra ettiğimiz yeni şarkılar var, çok yakında stüdyoya geçip yeni albümü kaydedeceğiz.

Sevgili Max solo projelerine odaklanmak için gruptan ayrılıyor, bu da demek oluyor ki artık bir üyelik boş yerimiz var. Bizim için büyük bir değişim olacak ve bu konuda üzgün olsak da yeni biriyle müzik yapmak için sabırsızlanıyoruz! Daha şimdiden bizim için Colorado’dan Brüksel’e taşınmaya gönüllü biri bulduk, netleşmese de onore olduğumuz kesin.

Şarkı sözlerinizden birini bundan 100 yıl sonra müzisyenleri onore eden bir parkta adınıza dikilecek bir anıta kazıyabilseniz hangi sözünüzü seçerdiniz?

Açıkçası Valentino sürekli mikrofona ne bağırıp duruyor hiçbir fikrim yok. Şiddetle ilgili bir şeyler sanırım?

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Acil bir şey yok ama bu röportaj için sana çok teşekkür ederiz Deniz. Harika platformunuzda bize yer ayırdığın için de. Dönmemiz biraz uzun sürdüğü için üzgünüz, basçımız Max’in ayrılığını açıklamasına denk geldi; bu da bizde bir süre iz bıraktı.

Okurlarınıza ekleyeceğimiz bir şey olabilir ama.

İlgilisine duyurulur: Lütfen bize Türkiye’de bir turne ayarlayın. Harika ülkenizde çalmayı ve sahnenizi yakından keşfetmeyi çok istiyoruz. Ağırlığımız kadar lahmacun ısmarlamanız karşılığında çalarız.

Warm Exit’in Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.