OSLO 20170217 : ULVER promotion pictures. For upcoming album The Assassination of Julius Caesar.

Ulver – Flowers of Evil

Ağustos ayında 12. stüdyo albümü Flowers of Evil ile dinleyicileri buluşturan Norveç’in kült müzik grubu Ulver, aynı zamanda grubun 25 yıllık geçmişini konu edinen bir de kitap yayımladı.

93 yılında Kristoffer Rygg tarafından kurulan topluluk, black metal ile başladığı müzik kariyerine birçok deneysel albüme imza atarak devam etti. Müzik tarzında değişime pek de sıcak bakmayan underground müzikseverleri kendi deneysel yolculuğunda peşinden sürükleyen grup, buna rağmen geçmişten bugüne dinleyici kitlesinin ilgisini ve saygısını kaybetmeyen nadir oluşumlardan diyebiliriz.

2017’de çıkardıkları The Assassination of Julius Caesar albümüyle yakın takipçilerini bir kere daha ihya eden topluluk, synthpop – darkwave etkilerinin hüküm sürdüğü bu albümde adeta heybesinde biriktirdiği müzikal zenginliği paketleyerek bize servis etmişti.

25 yıllık müzik kariyerinde doğumundan bugüne dek ortaya koyduğu tüm albümlerde tarz gözetmeksizin içindeki karanlıktan ödün vermeyen grup, 2020 ortasında çıkarttığı Flowers of Evil
ile tematik olarak Julius Caesar’ın devamlılığı sayılabilecek bir synthpop albümüyle bizleri buluşturuyor.

Albümün ilk kliplendirilen parçası “Russian Doll“’da geçmişinden izlere rastlamayan eski Ulver dinleyicisi yoktur sanırım. Ulver’in kült black metal albümü Bergtatt’a ait tişörtü ve deri ceketiyle tipik black metal dinleyicisi imajında olan genç bir kadının dansını izlediğimiz video, grubun geçmişiyle bugün arasında oluşturduğu derin bağı gözler önüne sererken bizim de kalbimizi fethediyor.

Flowers of Evil’in genel sound’unu değerlendirecek olursak düşük tonlu gitarlar ve minimal davul partisyonları ile bir önceki albüme göre daha sakin ve sade bir sound’un hakim olduğunu söyleyebiliriz.
Kristoffer Rygg’in eşsiz sesini oldukça ön planda hissettiğimiz albümde Ulver’in diskografisindeki müzikal değişikliklere rağmen bestelerdeki derin ve düşünülmüş kompozisyonlar her zamanki gibi parçaların tümüne sirayet ediyor.

Albüm genelinde yoğun şekilde hissedilen 80’ler synthpop etkisi yer yer öyle dozlara varıyor ki dalgın bir anınızda Depeche Mode albümü dinlediğinizi sanabilirsiniz. Özellikle albümün 4. parçası olan “Hour of the Wolf” bu etkiyi oldukça bırakıyor.

90’ların başında müziğe black metal ile başlayan grup, Kristoffer Rygg’in müzikal vizyonu ile her yeni albümde dinleyicilerinin radarına takılmayı başaracak gibi duruyor.