Dünya üstü bir düzlemin namelerini taşıyor ruhunda Uç Uç, içinde nice gizem barındıran bu dopdolu ruhu bizimle paylaşırlarken çok sürükleyici bir hikayeyi dinlercesine vakit kavramından sıyrılıyoruz. Belki de başkasına ait bir hikaye kendi gözlerimize aktarılıyor. Anlatılanın öznesi haline geliyoruz, nice başarılı sanat eserinde olduğu gibi. Ağaçların gölgesinde bize ait bir habitat düşlüyor, hiç yoktan daha iyi bir yaşamı ve tabiatı şekillendirmekle mükellef oluyoruz sanki. Çiçeklerin büyüyüp solduğunu, yıllar sonra aynı toprakta bir fidanın filizlendiğini görüyoruz. Değişmez ölümlülük gerçeğine karşın yaşamın -hem de mütemadiyen önceki nesilden güçlü yaşamların- ağır bastığı, durmaksızın kendini geliştiren bir ütopyaya ışınlanıyoruz.
Bunca duygunun ve ruhaniyetin böylesine ideal bir dünyayı tasvir edişinin sırrı, hatırı sayılır ölçüde müziğin profesyonelce icra ediliyor, çoklu ritmlerle daima baş döndürücü-büyüleyici kalabiliyor, kısacası varoluşun içindeki matematiği görebiliyor olmasında gizli. Bütün duyduklarımızı fiziksel boyuta taşıyan, devamlı varlığını hissettiren bir altın oran var sanki, onsuz aynı olmayacak bu hayali bereket topraklarında soyut olanlar, somuta yol açıyor, görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçeklik halini alıyor. Uç Uç da üç aşağı beş yukarı bunu temenni etmiş gibi:
Uç Uç, dünyada olmayan bir yerdir. Bir sohbet etme formudur. (…) Nefes alıp vermekten daha önemli bir şeyin olmadığı bir anın formudur. Mutluluğun / meditasyonun / şifa niyetinin ve kalp sıcaklığının ve paylaşmanın bir formudur. Müziği yapan insanlar neyse, onun müziğidir. (…) Umarım Uç! Uç! formsuzluğun form olduğu yer olur. Her şeyin, müziğe/sese tercümesi olur.
Uç Uç’un Youtube mecrasından yaptığı beyan.
Seçkinin maddi dünyanın hüznüne ayna tuttuğu son parçası “Extremely Sorrowful Tune“‘da Mike Leigh imzalı kült film Naked‘tan alıntı bir ses kaydına kulak veriyoruz: “(…) Size tabiatı açıklıyorlar, sıkılıyorsunuz. Bedeninizdeki yaşamı açıklıyorlar, sıkılıyorsunuz. Evreni açıklıyorlar, sıkılıyorsunuz. Bu yüzden de daha ucuz zevklerin peşine düşüyorsunuz. (…) Benim hakkımda istediğini söyleyebilirsin, ama sıkılmış falan değilim.” Bu noktaya kadar müziğin kafamızda canlandırdığı sahnelerin peşinden gelen, kafamızı ucuz zevklerden kaldırıp daha yüce olana bakmaya teşvik eden bu repliğin zamanlaması doğrusu oldukça manidar. Albümün bitiş çizgisine gelene kadar sayısız şey hissetmiş, büyük şeyler düşlemiş olabiliriz, ama sıkılmış falan değiliz.
The Constant Fear of Being Judged (By You)‘ya “50 dakikada 5 parça içerdiği”, “klasik müziği cazvari ve deneysel-progresif tatlarla sentezlediği”, “ince işçilik ürünü bir prodüksiyona sahip olduğu” gibi albümün objektif özelliklerini öne çıkaran bir inceleme elbette -hem de harika bir kalemle- yazılabilir. Ancak böylesine maddi bir tercih, tam da gözlerimizin önünde tarifsiz tasvirler yaratan bu yılmaz ruha bir noktada zıt düşecektir. Durum böyleyken bu yolculuğa bizzat çıkıp sürprizleri kendi gözlerinizle görmeniz en doğrusu olacaktır. Belki günün sonunda ütopyalara giden yola dair yeni tüyolar da edinirsiniz.
Uç Uç’un davullarında Mustafa Kemal Emirel, piyanosunda Onur Nevşehir, elektronik cihazlarında Barış Ergün, elektro gitarında Bahadır Kartal, basında Taylan Öner yer alıyor.