NAKED: Olaylar Gelişir

 “Zaman zaman patlayan, yaralayan, fışkıran, içimizden iniltiler yaşlar ve beddualar koparan sayfalar okuyorsak, bilin ki bu sayfalar; sırtı duvara dayanmış, tek savunması sözcükler olan bir adam tarafından yazılmıştır.”

                                                                                                                              Henry Miller.

Üzerinden 27 yıl geçen bir buhrandan bahsetmek için hala  biraz asi sayılırız. Her ne kadar günümüzün modası “nihilizm” olmasa da evlerimizin kutu gibi odalarında tek başımızayken, elimizdeki ekranı kurcalarken, masamızın başında epey sıkılıp, kendimizi değersiz hissettiğimiz her an için kendimize cezalar veriyoruz.  Çünkü artık çağımız bunları pazarlayan bir çağ değil. Her birey en azından bir şeyler tüketecek kadar kendini değerli görmelidir. Kendini sev, iyi yanlarını yücelt, eksikliklerin ile barışık ol ve hiçbir şeyi kaçırma. Artık canımızın sıkıldığını sesli bir şekilde  dile getiremiyoruz. Bu bizim kendi başımıza zaman geçiremediğimizi, kendimizle zaman geçirmeyi sevmediğimizi gösteriyor (olabilir). Agresif görünmek de pek öyle popüler bir şey değil. Bunları çevremizde kimsenin bulunmadığı anlara saklayabiliriz çünkü kimseyi rahatsız etme lüksümüz yok. Enerji emen yanlarımızı özellikle başkalarının yanında rafa kaldırmalıyız. Hatta sandıklara kitlemek daha iyi olacaktır. 1993 Britanya yapımı kara mizah ve drama filmi Naked’ı izlerken, 2020 yılını karşılayan bizler elbette hayatın anlamsızlığını bir anda çözüp, başkaldıran bir insana dönüşmüyoruz. Fakat baş karakteri epey kıskanıyoruz. Çünkü o bir patavatsız ve herkesi kolayca rahatsız edebiliyor.

Fight Club ile gazı alan, “tüketim toplumuna” dahil olmamak için okuyan, okuyan ve okuyan çocuklar olarak devlet dairelerinde ve ofis masalarındaki işimizin başına geçtik. Belki ebeveynlerimiz gibi ev ve araba satın almak için çalışmıyor, yan komşumuzun özel hayatı ile ilgilenmiyor, salondaki koltuk takımını yenilemenin derdine düşmüyor olabiliriz. Bizim tüketim anlayışımız nesneden bilgiye doğru kaydı. Bilgiler edindik, sindirdik, ve ööğhk diye kustuk. Şimdi uslu uslu pozitif enerjiler ediniyor ve paylaşıyoruz. Evet, artık pozitif soluyup pozitif veriyoruz.  Fight Clup, birine izlemesi için tavsiye edilince bıyık altından gülünen bir film olmaktan öteye gitmiyor. Naked ise klişeleri arka arkaya sıralıyor.

Başrol oyuncumuz Johnny, pek bir cool. David Thewlis severler, tüm film boyunca oyuncunun çıkışlarını keyifle izleyebilir. Genç, asabi ve oldukça karizmatik bir David Thewlis sizi bekliyor. Karakterimiz, Londra sokaklarında hiçbir işi ve acelesi olmadan takılır ve tüm olaylar gelişmeye başlar. Bir sonuca varmayan bu olaylar gelişip durur. Ve filmin ortasında seyirci olarak endişelenmeye başlarız. Bu durdurak bilmeden gelişen olaylar, en sonunda yüzümüzde patlamaz inşallah diye. Spoiler: Olaylar patlamadan gelişmeye devam ediyor ve bu sizi oturduğunuz yerde epey huzursuz ediyor. Bu huzursuzluk zaman zaman ağzınızdan kaçan koca bir kahkahaya dönüşüyor, bazen de azar işiten bir öğrenci gibi utanmanıza neden oluyor. Johhny sadece rast geldiği diğer karakterlere değil, seyirciye de sopasını gösteriyor.  Filmin neredeyse dokunmadığı, laf atmadığı değer kalmıyor diyebiliriz. Ama dalga geçilen baş unsur biziz: ne yaptığını bilemeden ilerleyen, yönlendirmeye aç ve açık insanlık.

2020 yılında aylaklık ve başkaldırının tanımı değişti. 90’lar ve 2000’lerin başında yıktığımız değerlerin yerini yeniden yepyeni değerler ile doldurduk. Kutsallarımız değişti ama onlara dil uzatanları yerden yere vurma alışkanlığımız değişmedi. Bu filmi izlemek artık neredeyse imkansız hala geldi. Sahte peygamber görünümlü bir serserinin bize bağırıp durduğu, diyaloglarının sonu gelmeyen bir Britanya yapımı. Artık kimse 15 dakikayı geçen video içerikleri dahi izlemiyorken bir tiyatro oyununu anımsatan bu filmi ne diye izleyelim, üstelik hiçlikle ilgili her şeyi çözmüşken. Evet, bu dünyaya atıldık ama neden tadını çıkarmak varken kendi varlığımızı sorgulayarak onu anlamsız ve gereksiz konumuna geri itelim ki? Biz her biri özel ve şahsına münhasır insanlar olarak, anti kahramanlara artık tahammül göstermiyoruz.

Dalga geçmeyi ve karşısındaki insanı zorlamayı seven baş karakterimiz Johnny, cool görüntüsünün altında seyirciyi yavaştan zorlamaya başlar. Kendi fikirleri dışında kimseyi umursamadan sokaklarda dolaşıp, önemsiz ve yitik insanların hayatlarına kısa süreli ve rahatsız edici bir misafir olarak konuk olur. Her yan karaktere dil uzatan, onu iyice değersiz bir konuma indirgeyen Johhny’nin de aklının oldukça karışık olduğunu fark ediyoruz. Peygamberinin bile inancını ve akıl sağlığını koruyamadığını fark eden tedirgin müridleriz artık.

Film bize köstek olmak için çekilmiş. Zira kimseye bir gelecek bırakmıyor, geleceğe umutla baktığın için sana kıs kıs gülüyor. Diyaloğu bol olan bu filmin birçok fikri de var. Ama seyirci ile bu fikirleri paylaşmak yerine fikirlerini koca bir doğum günü pastası gibi suratınıza yediriyor.  Evrim hala devam ediyor; insanlık gelişen, gelişmekte olan ve gelişmeye devam etmek zorunda olan bir tür. Bunun farkında mısın? Bu en iyi halin değil ve muhtemelen en iyi diye bir halin de yok. Aynı leylekler gibi ömrün lak lak ile geçiyor.

Kıyamet günü gelecek diye hiçbir şey yapmadan ve işsizlik maaşıyla geçinen karakterimiz, aslında korkunç bir adam. Ama bir yandan da onu sevmeden edemiyoruz. Sevmekten de öte onu anlamaya çalışıyoruz. Bu baş karakterin bize en büyük tuzağı. Filmi izlemek için ekran başına oturuyorsunuz ve çok değil 20 dakika sonra artık seyirci değil, bir gözlemcisiniz. Karakterleri yargılayamıyor sadece bakakalıyorsunuz. Filmin ipleri artık Johnny’nin akıl karıştırıcı, yorucu, yıpratıcı ve sarkastik tiratlarının elinde.

Maddeden vazgeçmiş, çok okuyan, popüler kültürden kendini kurtardığını sanan biz gözlemcinin kucağına bir bomba bırakılıyor: Onca yol tepip kavuştuğumuz maneviyatın çıplaklığı ile baş başayız. Film boyunca Johhny’nin ağzına gelen her şeyi söylemesi yani zihni, Sophie’nin mazoşist yanı, Brian ‘nın taptığı vücudu, müze görevlisinin yaptığı rutin işin saçmalığı ve yalnız kadının sevgiye açlığı tüm çıplaklığı ile artık kucağımızda ve ondan kaçacak bir yerimizde yok.

İyi geçinmenin, şirin görünmenin, yaşama ve onun olağanüstü mucizelerine kucak açmanın ruhumuza iyi geleceğini hepimiz biliyoruz. Çünkü bunu öğrendik. Okuyarak, dinleyerek ve görerek. Belki de biraz başımıza kakılarak. Başkalarına bağlı olmadan yaşama arzusu duyan  ve insanın önlenemeyen yalnızlığını her fırsatta dile getiren Johnny’nin bu bakış açısına bir cevabı var:

“…temelde benim söylediğim birkaç tane yumurta kırmadan omlet yapamazsın… Ve insanoğlu sadece kırık bir yumurtadır…Ve omlet berbat kokuyor.”

Film bitiyor. Bazılarımız mutlu olduğuna dair izlenimlerini saatlik raporlar eşliğinde vermeye devam ederken bazılarımız büyük bir boşluk hissi ve gerçeklere dayanan güçlülüğü ile cesaretsiz, umursamaz ve yalnız olmaya doğru aylak bir adım atıyor.