Tool hayranları yeni albümü beklerken önceki buluşma 10,000 Days‘ten bu yana 13 yıl geçti. (İlginçtir, on bin gün 13 yıla tekabül etmiyor.) Onca sürede insanlar çoluk çocuğa karıştı, meslek sahibi oldu, saçları döküldü, yüzlerindeki kırışıklıklar arttı. Gençlik yıllarına dair çokça şeyden hayatın temposu yüzünden vazgeçtilerse de içlerindeki Tool sevdası baki kaldı. Leyla’yı arayan Mecnun misali hasretle doldular. Acılarını biraz törpülemek umuduyla internetin bize sunduğu nimetlerden meme‘lere başvurdular. Bugün itibariyle bu uzun ve sancılı bekleyiş tarihe karışıyor, belki 20, belki 30 yıllık yeni bir bekleyiş başlıyor. Zira bugün, Tool’un yeni albümü Fear Inoculum‘u piyasaya sürdüğü gün.
Fear Inoculum‘u doğuran böylesine heyecanlı bir ortamın yarattığı tehlike bariz şekilde ortada: Beklentiler büyük, dağ fareyi doğurmasın sakın? Albümü dinleyince bu şüpheye verdiğimiz cevap nedir peki? Muhtemelen şu: “Bilmem ki.” Fear Inoculum, görkemli olduğu kadar içine kapalı, orijinal olduğu kadar tanıdık, ulaşılabilir olduğu kadar kapalı bir kutu. Önceki çoğu Tool albümü gibi gerçek değerini ölçebilmek için 10, 20, 50 kere dinlenmeyi talep ediyor. Açıldıkça içinden yeni kutular çıkan Pandora’nın kutusuyla karşı karşıyayız. Kah üzüyor, kah coşturuyor, kah hissiz bırakıyor, heyhat ne olursa olsun dinletiyor kendini. “Gerçekliğin aldatmacaları” teması üstünden yürüyen bir albüm için nasıl da münasip bir durum bu! En azından bu aldatmacanın hangi ucunda olduğumuzu anlayabilseydik güzel olurdu.
Kudretli olsa da bir şekilde önceki bütün Tool şarkılarını andıran açılış “Fear Inoculum”a önceden kulak vermiştik. Elektronik beat’leri takiben artık bir nebze yaşlanmış Maynard James Keenan‘ın sesi ayini başlatıyor: “Bu bağışıklığa şükürler olsun / Nefes ver, içindekini kov / Hikayemi baştan yarat / Kinayeli ağıdımı doku.” Bir vudu büyücüsü bizi tesirine almaya çalışıyor sanki. “Düzenbaz diyor ki / Sen bana aitsin / Başkalarının ışığını solumak istemezsin.” Onuncu dakikada artık dönüşsüz bir yola girmiş bulunuyoruz, enfes şarkı “Pneuma” başlıyor. Davulcu Danny Carey‘nin albüm boyunca üstleneceği baskın rol burada iyice ayyuka çıkıyor. Şarkının kendisi ise adeta bir zaman makinesi gibi: 60’ların ham rock’n roll’u, 70’lerin keyboard partisyonları ve 80’lerin metal ruhu sırasıyla yanımızdan şöyle bir tebessüm edip geçiyor. Sürekli evrim geçiren, yeni baştan doğan, her hayatını da oldukça iyi değerlendiren bir şarkı “Pneuma”. Sözler ise elbette gizemi derinleştiriyor: “Çocuğum, uyan / Çocuğum, ışığı serbest bırak / (…) / Uyan ve hatırla / Tek nefesten, tek kelimeden doğduğumuzu / Hepimiz tek bir kıvılcım, güneşi oluşturuyoruz.”
Önceden konserlerde çalınan “Invincible” ve bilhassa “Descending” daha durağan seyrediyor, güzelliklerini yavaş yavaş ve -ne yalan söyleyelim- biraz gecikmeli gösteriyorlar. “Invincible” yolculuğu sonunda adına yaraşacak biçimde güçlense ve takdirimizi kazansa da “Descending” pek bir yere varmayı başaramıyor. Yine de dinleyene eğlenceli bir yere iniş deneyimi sunduğu kuşku götürmez. Justin Chancellor’un hakimiyetindeki bas, sonunda kendini Adam Jones‘tan harika bir soloya nakledince bu şarkıyı da affetmeyi başarıyoruz. “Culling Voices” daha da yavaş bir biçimde vücut bulsa da içerdiği ambient dokunuşlar ve bir filmin arkaplanına yakışacak ruhu yeterince tatmin edici. “Sakın onu bana doğru uzatma / Bak sakın diyorum” sözleriyle giderek tehditkarlaşan bu şarkıyı Tool diskografisinin belki de en garip bestesi “Chocolate Chip Trip” takip ediyor. Biz diyelim Pink Floyd kalkıp Trent Reznor‘la işbirliği yapmış, siz deyin birkaç yapay zeka Tool’un stüdyosunu işgal etmiş, öylesine orijinal tınlıyor.
Albümün zirve noktası birçok kişiye göre kapanıştaki “7empest” olacağa benzer. “Sakin ol, sakin kal, sakin ol… S..tir, işten yeniden başlıyoruz,” sözleriyle önümüzdeki fırtınadan haberdar oluyor, Keenan’ın albümdeki en agresif vokal yaklaşımı ve ses düzeyi artırılmış gitarlarla kafamızı sallamaya koyuluyoruz. Birçok açıdan uzun yıllar sandığa kapatılmış bir Tool bestesini dinliyor gibiyiz, tüm ekip Undertow‘da tınladıkları kadar genç tınlıyor. Haliyle ucundan nostaljik ve güçlü bir deneyim yaşıyoruz. “Bir fırtına kendi doğasına sadık olmalı / Bir fırtına tam da öyle olmalı,” gibi sözler, ortalarda bir yerde Adam Jones’tan gelen harikulade dokunuşla bünyemizi hepten coşturuyor. Kimi zaman bir Meshuggah şarkısı izlenimi de veren bu kapanış, 16 dakikalık süresi boyunca dinleyeni asla sıkmıyor.
Fear Inoculum‘un ayrıca ikramiye olarak 3 geçiş parçası var: “Litanie contre la Peur” ile “Legion Inoculant” bize fazladan pek bir şey sunmasa da albümün atmosferine güç katıyor. Gerçek kapanış “Mockingbeat” ise kendi sırlarını taşıyan, hakkında teoriler oluşturulabilecek ve bir nebze şaka gibi duran bir ilginçlik. Neticede bu oldukça uzun (ama yeterince uzun olmayan) seçki, 13 yıllık beklentilere sahip olan hayranları azıcık üzebilir. Enerji, katmanlılık ve akıcılıkta pek bir sıkıntı göremesek de insan ister istemez bundan daha orijinal ve vurucu şarkılar bekliyor. Elbette zamanla fikrimizin değişmesi mümkün, o yüzden bu inceleme şimdilik puansız kalacak. Vakti gelince yeniden yüzleşmelerde görüşmek dileğiyle.
PUANLAMA: Yıllandırılmalı /10