Alan Cross’un makalesinden Türkçeye çevrilmiştir.
Müzik dağıtımının geleceği streaming‘de, yani veri akışında yatıyor. 50 milyonu aşkın şarkıya cep telefonlarımızdan bedavaya (ya da bedava fiyatına) erişebilmek, elverişli olduğu kadar zehirleyici de. Ne de olsa bir zamanlar ancak hayalini kurabileceğimiz nihai müzik kutusu, artık avucumuzun içinde.
Plak şirketlerinin bu duruma bayıldığı ortada. Büyük şirketlerin hepsi artık veri akışı yoluyla diğer yöntemlerden daha fazla gelir elde ediyor. Dobra konuşacak olursak, kendileri fiziksel ürünlerin olduğu gibi ortadan kalkmasından da gayet memnun olurdu. Zira imalat, ardiyecilik, nakliyat ve birbiri ardına kepenk kapatan plak dükkanları gibi sorunlar böylece ortadan kalkmış olur.
Veri akışı teknolojisi sağolsun, günümüzde müzik talebi de, müzik tüketimi de hiç olmadığı kadar yüksek bir noktada. Heyhat mülkiyet olmaksızın müziğe erişim sağlayan böylesi bir devrimin olumsuz yönleri de var. Müziğin geleceğine dair kötü şeylere delalet edebilecek bir değişim bu.
Verilerin Müzik Besteleme Sürecindeki Rolü Artıyor
Bütün streaming platformlarının arkasında kullanıcıların nasıl müzik dinlediğini derleyip işleyen devasa sunucu çiftlikleri var. Bu veriler, hangi şarkıların hayranlar arasında yankı uyandırıp hangilerinin uyandırmadığını belirlemede kullanılıyor. Bu meseleyi biraz eşeleyince hit bir şarkı yaratacak ortak verileri bulmak da mümkün oluyor.
Milyarlarca veri akışının geçmişine bakarak örnek verecek olursak, dinleyicilerin yüzde 24’ünün ilk 5 saniye içinde sıradaki şarkıya atlayacağını öngörebiliyoruz. Yüzde 29’u 10 saniyenin ardından cayacak, yüzde 35’lik bir kesim, ilk 30 saniye içinde yoluna devam etmiş olacak.
Bu sayılar önem arz etmekte, zira bir streaming platformu, 30 saniyeden fazla dinlenmemiş bir şarkının parasını çıkaramaz. Bu sebeptendir ki yapımcılar ile şarkı yazarları, ödeme alabilmek ilk 30 saniyeyi ellerinden geldiğince doldururlar. Böylece şarkının giriş kısmı kısalır, nakaratlar en öne alınır, ‘yakalayıcı’ melodiler daha şarkı ilk dakikasını doldurmamışken, önden sunulur.
Dikkat çekmeye yönelik müzik besteciliği metoduna verilebilecek en iyi güncel örneklerden biri, Taylor Swift şarkısı “Me”‘nin ilk 40 saniyesi. Dinleyin, bir melodiden diğerine nasıl şak diye sürüklendiğimizi kendiniz görün.
Şarkıların Süresi Kısalıyor
Verilerce belirlenen bir diğer eğilim de şarkıların süresi. Bruno Mars’lı “Uptown Funk” gibi hit şarkıların yapımcısı Mark Ronson, Spotify’daki bir pop şarkısının en etkili olduğu sürenin 3 dakika 20 saniye olduğunu söylüyor. Bu süreyi aşarsanız, şarkınızın atlanması riskini üstünüze alırsınız. Her ne kadar sanatçıya 30 saniyenin ardından ödemesi yapılsa da, Spotify insanların bir şarkıyı ne sıklıkla atlayacağını not düşüyor, kendi algoritması içindeki talep reytingini düşürerek şarkıların çalma listelerine girmesine mani oluyor. Son verilere göre ise kullanıcıların neredeyse yarısı bir şarkı bitmeden diğerine geçiyor.
2018 yılında Billboard’ın piyasadaki en gözde 100 şarkıyı belirleyen listelerinde ortalama şarkı süresi 3 dakika 30 saniyeydi. Son üç yıl içerisinde iki buçuk dakikayı geçirmeyen şarkılar yüzde 6 oranında arttı. 2000 yılında ise ortalama şarkı süresi yaklaşık 4 dakika idi. İki buçuk dakikanın altında seyreden neredeyse hiç şarkı yoktu.
Anlaşılan o ki bir şarkının süresi kısaldıkça algoritmaların gözüne girmekte. Haliyle bir sanatçıysanız, dinleyicilerin daha çok döndürmesi için daha kısa şarkılar yazmayı gözden geçirmelisiniz. Dinlenme sayısı nakittir ne de olsa. 9 şarkılık rock epiklerinin de devri de buraya kadarmış demek ki.
Plak Şirketleri Bu Veriden Yararlanıyor
İnsanların müziği nasıl tükettiğine dair fersah fersah veri söz konusu olduğunda plak şirketleri iyice doyumsuzlaşıyor. Onların kanısına göre ellerindeki veri ne kadar fazla olursa, bir hezimet yaşamaları ihtimali de o kadar azalacak. Bir yandan da yapay zeka ile bir şarkının hit olma ihtimalini inceleyen Hit Song Science gibi programlar var. Şirketler de yıllardır herhangi bir şarkının başarısını öngörmek amacıyla böyle teknolojik aygıtlardan yararlanmakta.
Diyelim ki verilerden yararlanarak hit şarkılar yazabiliyorsunuz. Heyhat bu verilerin izinden gitmek, birbiriyle aynı tınlayan sayısız şarkı yaratmayacak mı? Önceden yapılanları kopyalamamak mümkün mü?
Stüdyo Albümü Formatı Tehlike Altında
Müzik indirme programı Napster’ın 1999’da ortaya çıkışıyla, insanlar albümler yerine şarkıları teker teker indirme alışkanlığı edindi. Ardından Steve Jobs 2003’te iTunes ile alakart menü usulü şarkı satışına başladı. Böylece o güne dek yıkılmaz görülen, müzik endüstrisinin para birimi konumundaki stüdyo albümleri çöküşe geçti. Keyfimize göre albümden şarkı çıkarıp sevdiklerimizi satın alabilmek, daha çok streaming devrinde ayyuka çıkacaktı.
Hayranlar bariz biçimde teklileri tercih ediyor, albümde gizli kalmış diğer şarkıları ise ıskalıyor. Bu şarkıları Spotify’a koysanız da dinlenme şansları inanılmaz düşük.
Sanatçılar da yavaştan bu duruma ayıyor. Niye tam takviyeli bir albüm kaybetmenin zahmet ve masrafına giresiniz ki? Gruplar sık sık bana bunu soruyor, onca çabaya değer mi, merak ediyorlar. “Belki bir kısaçalar yayınlamalı, olmadı üst üste birkaç tekli çıkarmalıyız.” Evet, belki de doğru hareket budur.
Sistemle Dalga Geçmek
Veriler, kendilerine karşı bir silaha da dönüştürülebilir.
The Pocket Gods adlı Britanyalı grup, 30 saniyeden uzun şarkılar yazmanın onlara yaramayacağını anlamış. Bu yüzden 2017’de yayınladıkları 100×30 (The Future Of Music) adlı albümleri, süreleri ayrı ayrı 42 saniyeyi geçmeyen 100 ayrı şarkıdan oluşuyor. Buradaki amaç da kısa şarkıların daha hızlı biçimde döndürülmesi, yani veri akışından daha fazla kar sağlamak.
Michiganlı ekip Vulfpeck, daha da zekice bir hamle yaptı. Sleepify adlı albümlerinde baştan sona sessiz 30 saniyelik şarkılarla karşımıza çıktılar. Hayranlarından albümü durmadan döndürmelerini istediler, böylelikle tek bir notaya basmadan kar elde edebileceklerdi. Sahiden de -Spotify onlara ikaz ışığı yakana dek- 20 bin dolar hasılat elde etmeyi başardılar.
Giderek Büyüyen Sahte Sanatçılar Belası
Streaming platformlarındaki her sanatçı göründüğü kadar masum değil. Bu senenin başlarında Spotify’da Latesha Escalero ismiyle geçen “sözde sanatçı” hakkında bir eposta aldım. Sesi şüphe uyandıracak derecede Van Morrison’a benziyordu. Meğerse kendisi sahiden Van Morrison’mış, albümlerinden biri yasadışı biçimde platforma eklenip varolmayan bir sanatçıya atfedilmiş. Latesha Escalero her kimdiyse Morrison’dan para araklıyordu.
Cappisko, Hundra Ao, Onxyia, Bergenulo Five, DJ Bruej, Bratte Night gibi başka ‘sanatçılar’ var. İstediğinizi Google’da aratmakta özgürsünüz. Hiçbirinin Spotify dışında bir sanal mevcudiyeti yok, burada ise çalma listelerine giriyor, bazen on binlerce kez dinleniyorlar.
Bu gruplara ait bir hayran sayfası, Facebook profili, konser incelemesi, turne takvimi yok. Bağlı oldukları bir plak şirketi yok. Anlayacağınız, bu şarkılar dinleyicilere zorla dayatılıyor. Davet misafir misali veri akışına giriyorlar. Spam mail’lerin şarkılardaki muadili bunlar. Hepsi de sahte.
BBC’nin yaptığı bir araştırmaya göre bu grupların öne sürdüğü materyallerde şarkı sözü yok, kısa ve basit şarkı isimleri, laf olsun torba dolsun kapak görselleri var. Bir de bu şarkıların tarzı için mysterycore diye bir kelime üretilmiş. Spotify kullanıcılarının kimsenin duymadığı sanatçılara maruz kalması akla mantığa sığacak iş mi?
Sorun sadece dolandırıcılar ve mysterycore ‘sanatçıları’ da değil. Sony güncel bir şarkı listesiyle bu sahtecilik oyununa kendi rengini katmış gibi görünüyor. (Söz konusu şarkı listesi üzerine yazılmış bir makaleye buradan ulaşabilirsiniz. –çev.)
Son Bir Kelam Da Kulaklık Kültürü Üzerine
Bundan 40 sene evvel, kulaklık dediğimiz hantal, ağır cihazları evde tek başımızayken kullanırdık. 1979 yılı geldi, Sony walkman‘leri piyasaya sürdü. Rahatça taşınabilir ilk şahsi müzik aleti olmanın ötesinde, kulaklık kültürünün de başlangıç noktasıydı walkman‘ler. İnsanlar böylece soıkaklarda kendi müzik çemberinde mühürlenmiş halde gezinmeye başladılar.
Buradaki problemler nedir peki?
-Eleştirmenlere göre bu durum toplumsal yabancılaşmaya çağ atlattı. Artık birbirimizle eskiden kurduğumuz etkileşimi sağlayamıyoruz.
-Dinleyeceklerinin üstünde tam tekmil kontrole sahip insanlar, sadece kendilerine cazip gelen müzikleri dinleyerek rehavet içinde hissettikleri müzik çemberinin dışında adım atmama tehlikesi taşıyorlar.
-İstenmeyen müziğin sesini kısma yeteneği, bütün medya formatlarında “ego yayma/yayınlama (egocasting)” diyebileceğimiz yeni bir kavrama yön verdi. İstediğimiz haber ve bilgiyi edinip, bilmemiz gerekenlere erişememe eğilimimiz var. ‘Sahte haberlerin’ bu hızda büyüyen bir sorun olması tesadüf olabilir mi?
Yine de yaşadığımız dünyanın gürültülü ve dikkat dağıtıcı olduğunu unutmamalı. Belki de kulaklıklar, geriye kalan tek mahrem mekan olan kafamızı koruyabilmemiz için birer araçtır.
En başta da belirttiğim gibi, müzik ile teknoloji oldum olası el ele ilerledi. Güncel eğilimler bizi nasıl bir geleceğe götürebilir o halde? Bilemeyiz, ama kesinlikle her müziksever gelişmeleri yakından izlemeli.
Çev.: D.E.T