Söyleşi: Mammal Hands

Kapak Görseli: Sorrel Higgins

Geçtiğimiz günlerde 30. İstanbul Caz Festivali kapsamında Parkorman’da izlediğimiz Mammal Hands, beşinci albümleri Gift from the Trees‘i de senenin başlarında yayımladı. Biz de saksafoncu Jordan Smart ve davulcu Jesse Barrett ile konserler, albüm ve ötesi üstüne söyleşerek bir hal hatır yoklaması yaptık.

Zoom üzerinden buluşabildik. Geçenlerde yaşanan İstanbul konserinizde de vardım. Nasılsınız? Turne nasıl gidiyor?

Jordan Smart: Evimize döndük. Turne de güzel gidiyor. Şimdiye dek yeni albüm kapsamında 20 kadar konser verdik. Çeşit çeşit mekânda, festivallerde falan çaldık. Bunların kimisi ayrı bir şekilde özeldi. Filarmoni orkestrası eşliğinde birkaç konser verdik mesela. Her şey yolunda.

Geçmiş İstanbul konserlerinizden aklınızda kalan özel anlar var mı?

Jordan: Sanırım şehrin akşam ve gece hâlini bir başka seviyoruz, birkaç fincan çay eşliğinde rahatımıza bakarak takılıyoruz.

Sizi ilk kez yıllar önce Salon’da izlemiştim. Hatırlarsınız, kapalı bir mekân. Geçtiğimiz günlerde 30. İstanbul Caz Festivali kapsamında bir açık hava konseri verdiniz. Az önce filarmonik konserlerinizin bahsi açıldı. Hepsinin ruhu, hali tavrı bambaşka. Farklı konser formatları içinde bir favoriniz var mı?

Jesse Barrett: Hepsi farklı ortamlar. Büyük bir festival sahnesinde çaldığında her şey ayan beyan ortada oluyor. Büyük bir sahneden çok sayıda insanla bakışabiliyorsun. Havada çeşit çeşit koku oluyor. Açık havada çalmak çok daha kaotik bir deneyim. Ne yaşanacağını asla kestiremiyorsun. Salon gibi güzel bir mekânda ya da bir filarmoni orkestrasıyla sahne alırken çok daha kontrollü bir ortamda oluyorsun. Tabii yeri geliyor, o da kaotik bir deneyime dönüşebiliyor. Açık havada çok güzel konser deneyimlerimiz de oldu. Bazen tabiat müdahale edebiliyor ortama, işler değişiyor. Öylesi de ilginç oluyor.

Yeni albümünüz Gift from The Trees çıkalı biraz oluyor. İşin temelinden başlayalım, bu albümün hikâyesi nedir, nasıl yarattınız?

Jordan: Grup olarak yıllardır beraberiz. Buluşup birlikte enstrümanlarımızı çalıyoruz. Hepimiz durmadan çalışıyor, yazıyor, ya birlikte ya da kendi başımıza fikirler üretiyoruz. Kişisel tarzlarımızı da geliştiriyoruz bu esnada. Ne zaman buluşsak yeni bir albüm yazmanın vaktinin geldiğini hissediyoruz. Fikirlerimizi derliyor, doğaçlıyoruz; böylelikle bir şeyler ortaya çıkıyor. Başta her şey çok kopuk ve muğlak gelişiyor, uzun bir süreç olabiliyor. Hem ekstra odaklandığımız, hem de odağımızı yitirdiğimiz aşamalar oluyor. Bu sürece hislerimiz yansıyor, her albümde olan bir şey. Bu albüm de diğerleriyle aynı şekilde ortaya çıktı. Bahsettiğimiz sürece güvenimiz tam, çünkü organik bir üslupta ürettiğimizi hissettiriyor. Engellere takılan, ilerlemediğini gördüğümüz şeyleri ayırt etmemizi de sağladı şimdiye dek. Bu sayede kendimizi anın içinde duyumsuyoruz.

Albümü kaydettiğiniz stüdyoda konaklamak yazım sürecinizi ne şekilde etkiledi? Sanıyorum önceki albümlerinize kıyasla farklı bir deneyim olmuştur.

Jesse: Evet, farklıydı. Dördümüz stüdyoda çalışırken ayrıca geceleri de orada konakladık. Böyle bir durumda dört kişilik bir grubun çalışmalara ne zaman başlayıp ne zaman bitirebileceğinin sınırı olmuyor. Her şey organik bir müzakere süreciyle işliyor. Bu da herkes arasında daha doğal biçimde gerçekleşen bir akış yakalayabileceğin anlamına geliyor. Farklı bir ürün doğuyor neticede. Stüdyoda planlı programlı çalışınca tavrın da planlı programlı oluyor bence. Belli hedeflerin oluyor, yarın ne yapacağına önceki gece karar verebiliyorsun. Sonra da sana verilen zaman diliminde o hedefi gerçekleştirmeye çalışıyorsun. Günden güne akışta kaldığında ise daha spontane olabiliyorsun. Besteler herhangi bir noktada hiçlikten belirebiliyor. Ya da bir parçanın başlangıcı sen başka bir parça üstündeki çalışmalarının ortasındayken zuhur ediyor. Öylesi bestelerin kimisi sonradan çok önemli bir yere kavuşuyor. Müzik yapım sürecimizin daha spontane bir versiyonuna erişebilmek güzel şey. Stüdyoda konaklamak kesinlikle bunu başarmamıza yardımcı oldu.

Bu albümden yaratması en kolay ve en zor iki parçayı seçseniz bunlar hangileri olurdu?

Jordan: Sanırım bir şarkıya yaratması zor dememiz için hem yazımının daha uzun sürmüş olması, hem de bizi albüme girecek kadar tatmin etmiş bir icrasını ortaya çıkarmakta zorlanmış olmamız lazım. Hâliyle cevap olarak yapısı daha karmaşık bir şarkıyı verebilirim, “Labyrinth” gibi. Kolay şarkı kısmında da tek denemede hallettiğimiz bir örnek verebilirim, “Sleeping Bear” gibi. O parça tak diye ortaya çıktı, üstünde doğru dürüst oynama bile yapmadık.

Jesse: Evet, kesinlikle kolaydı. Aslında bana sorsan hepsi aynıydı derim. Daha sade bir müzikal ortamda çalışıyorsan basit bir şekilde çalmak, karmaşık besteleri çalmak kadar zorlayıcı oluyor. Hatta daha zorlayıcı bile olabiliyor. En azından işin bateri kısmından baktığımda durum böyle. Sanırım zorluk unsuru, işin içine daha fazla emek girdiğinde ortaya çıkıyor. Gerekli yetenek seviyesi ise bence bütün şarkılarda aynı. Kimi zaman tüm enerjini ve yeteneği parmaklarının ucunda hissediyorsun, herkes zihnen iyi bir yerde oluyor ve besteler adeta akıp gidiyor. Öylesi bir durumda “kolaymış” diyebilirsin, ama aslında herkesin aynı iyi haletiruhiyede olduğunu gösteriyor bu. Kimi zaman ise karşında olanın üstüne senin koyman, sınırlarını zorlaman gerekiyor. Ortak hedefe ulaşana kadar çalıyorsun da çalıyorsun. Hangi şarkılar kolay, hangileri zordu hatırlamıyorum; ama engeller hep aynı aslında. Bazı şarkılar daha çok vaktini alıyor, hepsi bu.

Albümleriniz sık sık doğadan ilham alıyor. Bu son albümde de baskın bir orman teması var. Sorum şu: Çalışmalarınızı düşündüğünüzde zihninizde özellikle belli bir mekân özdeşleşmiş şarkılar var mı?

Jesse: İlla bir mekân demeyelim de doğanın farklı farklı unsurları diyelim. Özellikle de hayvanların farklı hareketleri ve tavırları. Kendi çalışma üslubumda belli yaklaşımlara erişmek için bu unsurlardan sık sık yararlanıyorum. Yani evet, kısmen haklısın. Bir yer olması şart değil ama.

Jordan: Mekâna dair düşüncem, fikirlerin -her zaman olmasa da- yazıldığı yerden gelebileceği ya da yolculuğun kendisiyle ilişkili olabileceği yönünde. Çalışmalarımızın çoğunu tek bir mekânda yapıyoruz, ama bazen fikirler farklı yerlerden de çıkıp gelebiliyor. Gördüğüm şeyleri çizdiğim bir sürü defterim var, kimi zaman bunlardan bestelerime taşanlar oluyor. Bir süredir zihnimi işgal eden mekânlar… O besteler belli yerlerle ilişkili olabilir.

Ama sanırım Jesse’nin dediklerine daha çok katılıyorum. Şarkılar yaşayan şeylerdir. Düzenli olarak canlı icra ettiklerimiz ise yaşamını en kuvvetli biçimde sürdürenler… Duygusal bir ağırlıkları olur, beraberlerinde gelen bir his vardır, her canlı çaldığında o hissi yakalamaya çalışırsın. Aşırı karmaşık ve çok katmanlı olabilirler. “Arketip” sözcüğüyle de tanımlayabiliriz bu durumu. Her şarkıda zihninde bir yer olur, doğru hissettiren bir şekilde çalmak için oraya erişmen gerekir. O yer de sürekli devinim hâlindedir. Ne zaman ziyaret etsen şarkıyı yeni bir düzleme ve hisse kavuşturursun, kaygan zemindedir.

Jesse: Jordan’ın değindiği noktayı ilgi çekici buluyorum, çünkü kendi aramızda hiç bu konular üstüne konuşmuyoruz. (gülüşmeler) Eminim hepimiz ucundan farklı yaklaşımlara sahibizdir, ama benim için yaşanan bu ruhani şeyler asla kasıtlı gelişmiyor. Bir şarkıdaki hareketi muhafaza etmemin bir yolu olarak tanımlayabilirim, bilmem açıklayıcı oldu mu. Bir avcı toplayıcı misali doğru tavrı ve hissi içinde barındırıyor olabilirsin. Bir hayvanı avlamak için onun zihnine girmek gibi düşün bunu. En azından benim için durum bu. Doğaçlama gelişen bir sürecin parçası. Bu süreçte şarkıyı onore edebilir, aynı zamanda onu durmadan da hareket ettirip değiştirebilirsin. Bunu da şarkıyı sürekli aynı şekilde çalmaktansa unsurları tümüyle içselleştirerek başarırsın.

Paylaştığınız resmi açıklamada albüm biraz ilkbahar, biraz kış olarak tasvir ediliyor. Albümlerinizin her birini birer mevsim olarak tanımlayacak olsanız nasıl bir tablo ortaya çıkardı?

Jordan: Çok iyi bir soru bu! Bence özellikle bu albüm için ayrımı albümden ziyade şarkı şarkı yapmak lazım ama. Önceki albümlerimizin bazıları tek bir kayıt oturumunda ortaya çıktı. Sanırım o albümlerin mutfak aşamasında içinde bulunduğumuz mevsimin ruh halinden etkilendik. Kimi şarkılar doğrudan kasvetli Manchester havasının bir yansıması zaten. (gülüyor) Kayıt sonrası grupça yağmur altında az volta atmadık.

Güncel işlerde ise şarkı şarkı bir yaklaşım daha yerinde olacaktır. Sanırım resmî açıklamanın o iki mevsimi anmasının sebebi kayıtları iki farklı oturumda yapmış olmamız. Biri kara kıştı, hava aşırı soğuk ve her yer buzluydu. Diğeri ise baharın sonlarıydı. O bayağı hoştu, uzun yürüyüşlere çıkıyorduk bir yandan. Kronolojik olarak birbirine çok da uzak iki zaman dilimi değil, ama bir yandan yılın çok farklı iki dönemi. Yaşamın canlandığı bahar dönemi ve kara kış birbirinden çok farklı iki ruh haline sahip. Bu durum da bence albüme farklı biçimlerde yansıdı.

Tabii İngiltere’de yazlar Türkiye’ye kıyasla çok daha yağışlı, iklim unsuru da perspektifi değiştiriyordur.

Jordan: Elbette. Burada daha geçen acayip bir fırtına çıktı.

Müzik dinleme platformunuzun arama geçmişinde görünen son üç şarkı nedir?

Jordan: Ben hip-hop moduna girmişim bir süredir. İlk şarkı Mac Miller ile Earl Sweatshirt’ten “The Star Room (OG Version)”. Benjamin Britten’ın “Cuckoo”sundan bir sample içeriyor. Sonra JJ Doom’dan “Guv’nor” geliyor. Son olarak John Boden’ın “Seven Yellow Gypsies” yorumu var. İngiliz bir sanatçı, kariyerinin başlarında her ay bir folk şarkısını yorumlamıştı. Sonradan o yorumlar derleme albümlere alındı. Nice İngiliz folk şarkısını solo kaydetti. Tatlı yorumları var doğrusu. Galiba birçok insan günümüzde “Seven Yellow Gypsies”i “Raggle Taggle Gypsy” adıyla biliyor. Farklı sözler içeren birçok farklı versiyonu var.

Jesse: Son çaldığım şarkılara tam olarak nasıl bakacağım bilmiyorum, o yüzden sana direkt karşıma çıkan bazı şeyleri söyleyeceğim. Bakalım… Of ya, böyle şeyleri bulmakta hiç iyi değilim. (gülüşmeler) Enya’dan “Storms in Africa”yı dinlemişim.

Müzik çevrelerinin şu aralar Enya’yı yeniden keşfediyor olması çok hoşuma gidiyor.

Jesse: Hadi ya, öyle bir durum mu var? Bilmiyordum! Bence Enya’ya haksızlık edildi, yanlış anlaşılmış bir sanatçı. “Storms in Africa” duyup duyabileceğin en iyi tekno synth dokunuşlarından birini içeriyor. Deli işi resmen. Tabii neticede şarkının vardığı yer folk sularında, ama işin içinde inanılmaz bir synthesizer çalışması var. Bence Enya müziği yoluyla çok derin bir ses dünyası yarattı. Diskografisindeki her şey benlik midir onu bilemiyorum, ama çok ilginç çalışmalar içerdiği kesin.

Ayrıca sitar sanatçısı Vijay Kumar Sant’ın Innovation albümünü dinlemişim. Hocam da o albümle kendisiyle birlikte çalmış. 1991’de Londra’da kaydetmişler. Bu albümü Jordan ile birlikte dinlemiştik aslında.

Şarkılar yaşayan şeylerdir. Düzenli olarak canlı icra ettiklerimiz ise yaşamını en kuvvetli biçimde sürdürenler… Duygusal bir ağırlıkları olur, beraberlerinde gelen bir his vardır, her canlı çaldığında o hissi yakalamaya çalışırsın.

Jordan Smart

Hiç başka sanatçıların şarkılarınıza remixlerini içeren bir albüm yayımlamayı düşündünüz mü?

Jordan: Plak şirketimizle o konuda diyaloglar kurduğumuz oldu. Birbirimizin bestelerine remix ya da cover yapmak gibi konuları konuştuk. Düzenli olarak şakasına kaydettiğimiz bazı cover parçalar da var, ama onlar asla gün yüzü görmeyecek. Asla. (gülüşmeler)

Üzücü.

Jordan: Baktığında yaptığımız müziğin öne çıkan elektronik bir unsuru yok. Yani ortaya çıkan şeyler müziğimizle çok da uyumlu olmayabilir. GoGo Penguin geçenlerde çok ilginç bir remix albümü yayımladı, bence bu hareket onlarda bizden çok daha makul duruyor. Şarkı yazım biçimleri bize kıyasla çok daha elektronik müzik etkili. Sample kısmı daha rahat olur hâliyle. Bizi bunu yapmaktan alıkoyan temel şey ise asla belli bir ölçüde müzik yapmıyor olmamız sanki. (gülüyor) Bestelerimizin temposu sürekli değişiyor, dinamik seyrediyor her şey. Bas sesi de tamamen davuldan geliyor, o yüzden remix kısmı biraz uğraştırıcı olabilir. İlginç olmaz demiyorum asla, ama çalışma biçimimizle biraz alakasız duruyor.

Jesse: Bence son derece nevi şahsına münhasır bir grubuz. Çok “grup” bir grubuz ayrıca ve kendi dünyamız içinde çalışıyoruz. Öyle bir şey yapmak da pek mümkün görünmüyor bu yüzden. Bir de eğer illa biri şarkımızı remix’leyecekse bu biz olmalıyız! (gülüşmeler) Belli şarkılarda farklı unsurları öne çıkaran remixler yapmayı konuştuğumuz oldu. Bunu yaparak şarkıda bambaşka bir kısmın altını çizebilirsin. İlgi çekici olacaktır; ama bir yandan da yeni besteler durmadan geliyor zaten. Bu şekilde de remix tarafına alan açmak zorlaşabiliyor.

Mammal Hands’in resmi sitesine şuradan, Bandcamp profiline ise şuradan göz atabilirsiniz.