Hollandalı minimalist besteci ve lavta sanatçısı Jozef van Wissem’ın ismini solo albümlerinden ya da film yönetmeni Jim Jarmusch ile hazırladığı ortak albümlerden duymuş olabilirsiniz. Van Wissem geçtiğimiz günlerde bu kez klasik sessiz korku filmi Nosferatu’nun müziklerini yeniden yorumladığı Nosferatu. Call Of The Deathbird albümü ile çıkageldi. Biz de kendisiyle Zoom’da buluşarak keyifli, hatta spiritüel denebilecek bir sohbete giriştik.
Şu aralar nasılsın?
İyiyim. Konserler veriyorum, hayat biraz hızlı akıyor. Albümüm yeni çıktı, haliyle biraz meşgulüm. Ama bir sorun yok. Nosferatu. Call Of The Deathbird gayet başarılı oldu gibi.
Elbette yeni albümün sohbetimizin ana başlığı olacak. Temsilcin bu röportajı yapmamız için bana ulaştığında anında bunu gerçekleştirmek şart diye düşündüm, sebebi de biraz Nosferatu filmine olan düşkünlüğüm. İstersen önce o sürecin ilk nasıl geliştiğini ve nihayetinde bir albüm formatına eriştiğini konuşalım.
Paris’teki La Cinémathèque Française bana bu projeyi atadı. Filmin restore edilmiş kopyasının gösteriminde müzik icra etmemi istediler. O restore edilmiş kopyanın galasında ve sonraki gösterimlerde çaldım. Başta bu konuda endişeliydim, çünkü sık sık sessiz filmlerde çalışan biri değilim. Kendine has, kocaman bir endüstri. Bir işe girişeceksem öncesinde hakkında fikir sahibi olmayı tercih ederim, ama bu işe girişirken hiçbir fikir yoktu kafamda. Birkaç gösterimden sonra etkinlik gayet başarılı oldu. Seyirciler çok sevdi. Bana filmin müziğini yapmamın yolunu gösterdiler. Başlangıçta her şey doğaçlama ve tepkiye dayalıydı, ki böyle olmasını sevmem. Ama zamanla seyirci, hiçliğin içinden yola çıkıp yavaşça metal drone’a evrilen bir müzik yapma fikrine alıştırdı beni. Bir de bulduğum kuş seslerini alıp filmde kullandım. Filmdeki Kont Orlok karakteri bir ölüm kuşu aslında. Filmde geçiyor bu unvan, bir mektupta “ölüm kuşunun çağrısı” lafı geçiyor. Bu bana çok etkileyici geldi. Ben de bahsettiğim kuş seslerinden yararlandım bu yüzden. Bu seslere de efektler ekledim tabii.
Film müziklerinde çoktandır deneyimlisin, ama önceden varolan bir sessiz filme müzik yapmak farklı bir mesele tabii. Senden önce gelmiş tarihi bir film müzikleri birikimi var. Normalde müziği bestelemeye başladığında filmi görmüş olmuyorsun. Bu yüzden mi Nosferatu’da da filmi izlemeden önce müziğini icra ettin?
Evet. Dediğim gibi görüntülere tepki verme fikrinden pek hoşlanmam. Bence bir besteci kendi hikâyesi içinde yol alır. Filme bunu yansıtır. Filmi takip etmez, kendi hikâyesine sahip olması gerekir. Böylelikle ortaya koyduğu çalışma daha katmanlı olur. Şahsen Nosferatu’nun film müzikleri geçmişine bir cevap üretmem gerektiğini düşünmüyorum. 1920’lerde üretilmiş filmlere bak, hepsinin müzikleri birbirine benziyor. Aynı efektler, aynı alkış sesleri… Çok sıkıcı bir sesler bütünü. Bence hiçbir bestecinin “Tamam, bir bakalım, geçmişinde nasıl film müzikleri varmış bu eserin?” diye düşünmesi gerekmiyor. Nosferatu özelinde o eski film müziklerinin sadece bir kısmına ulaşılabiliyor sanırım, onu da kullanmam için bir sebep görmüyorum. Sene olmuş 2022, yüz yıl geçmiş üstünden! Devir değişti!
Artık albüm yayınlandığına göre bu müziklerin üstüne ekliyor, onları geliştiriyor musun? Yoksa artık bu sanat eseriyle işinin bittiğini mi düşünüyorsun?
Lavta çalıyorum ben, onun özelinde her şey çaldığım ortama bakıyor. Daima bir konserin enstrümandan ziyade çalındığı ortamla ilgili olduğunu düşünmüşümdür. Bir ortamın akustiği lavtayı ne kadar uzun çalacağımı belirliyor. Haliyle durmayan bir gelişim söz konusu bu meselede. Albümdeki versiyon tüm performansı değil bir kısmını içeriyor, film 90 dakika çünkü. Birinci perdeden beşinci perdeye kadar olan kısımlara aynı Alman versiyonundaki şekliyle yer verdim. Bir perdeyi çalmaya başlayıp süresini iki katına çıkardığım da oluyor. Asla sabit değil anlayacağın.
Sessiz filmlere ne kadar düşkünsün? Eğer yeniden bestelemek istediğin başka bir sessiz film seçsen bu ne olurdu?
Seçtim bile. Fritz Lang’ın Der müde Tod’u. (gülüyor) Aynı dönemlerde çıkmış olsa da tür olarak bambaşka bir film. Geçenlerde izledim ve oracıkta seçiverdim. Üst üste çok sessiz film izlediğim bir dönemdi. Sessiz filmlere bayılırım. Filmi görür görmez gözüme kestirdim. Bir filme müzik hazırlayacaksam önceden hakkında bir fikrim olmasını tercih ederim. Birinin benden aşina olmadığım bir filmde çalışmamı istemesini tercih etmem. Film müziğini nasıl inşa edeceğim konusunda halihazırda bir fikrim olmalı. Bir konuda çok hevesli olduğum an üstümde çalıştığım iş gerçekten bir film müziğine dönüşmeye başlar. Müzik zaten benim için esas olarak fikirlerle ilişkili. Esas önemli olan şey kısa melodiler. Kısa bir melodi bin notadan daha önemli. Besteleme süreciyle ilgili çok güçlü, tekil bir fikre sahip olmak istiyorum.
O son kısım üstüne yoğunlaşalım biraz. Minimalist bir bestecisin, hiç spektrumun öteki ucunda yer alan müzikler dinliyor musun? Dinlediğin maksimalist besteciler de var mı?
Maksimalist bestecileri sevmiyorum. (gülüşmeler)
Hızlı bir cevap oldu.
İyi melodileri seviyorum. Basit bir melodiyi yazmak kolay iş değil. Hatırlayacağın, zihnine yapışıp kalacak bir melodi. Benim için şarkı yazımı ve besteciliğin sırrı budur. Büyük melodilerin tüm olayı bu. Mesela orkestra içeren maksimalist bir projeye tahammül edemem. Orkestralı film müziklerine de. Aksiyon filmlerine de tahammül edemiyorum. Bu konularda çok netim. Aksiyon filmleriyle orkestra müziklerini seven sever, hiç sorunum yok bununla. Ama bana göre değil.
En sık ortak çalışma ürettiğin isimlerden biri Jim Jarmusch. Kendisiyle bağımsız albümler de yaptın, film müzikleri de. İkinizin projelerinde bu iki albüm çeşidinin çalışma etikleri ve rahatlığı ne şekillerde ayrışıyor?
Bir yönetmenle çalışıyorken müzik malzemelerini gereğinden bile erken ortaya çıkarırım. Jim’e filmin temelini oluşturan sekiz melodi ya da sekiz parça sunarım. Diğer yönetmenlerde de durum aynı. Filmi çekmeye başlamadan önce ellerinde parçalar olur. Senaryoları okumayı da severim. Dediğim gibi bir şey hakkında kuvvetli bir fikrin varsa müzik kendi kendi hikâye akışını ortaya çıkarır. Filmi daha ilginç kılar bu; zira kendi yolculuğunda eşzamanlı ilerleyen iki öge birden vardır ortada.
Jim ile birlikte kurduğum müzik projesi bambaşka bir şey. Birbimize parçalar gönderiyor, stüdyoda takılıyor, bir şeyler yazıyoruz. Apayrı türde bir ortaklık o, daha müzikal bir işbirliği. Bir film yönetmeniyle çalışırken filmin tonunu daha onlar filmde ilerlemeden belirlemeye çalışıyorum. Hoşuma gidiyor bu, filmin atmosferini belirlemede baskın rol oynamayı seviyorum. İnsanlar neden bestecilerden başka bir sebeple müzik üretmelerini ister, bilmiyorum. Günümüz ana akım filmlerinde bestecilere bir Spotify çalma listesi veriliyor, onu taklit etmeleri bekleniyor mesela. Saçma sapan bir durum bu, zira öyle olunca tüm filmler birbirinin aynısı gibi tınlıyor. Bu yüzden film bitmeden yönetmenle iletişimde kalmayı seviyorum: Filmin atmosferini, rengini, yoğunluğunu, gelişimini etkilemek istiyorum.
Yani bahsettiğin iki tip proje bambaşka şeyler. Duo projeler, iki insanın arasında gidip gelen bir müzikal işbirliğini ifade ediyor. Birbirimizin emeğine ekleme yapıyoruz. Bambaşka bir çalışma şekli oluyor.
Hayli üretken bir sanatçısın. Tahminimce şu an üstünde çalıştığın başka projeler de vardır. Çıtlatacağın bilgiler var mı o konuda?
Şu anda yeni bir turneye başladım, haliyle başka bir şey yapıyorum denemez. Bu tur önümüzdeki Noel dönemine kadar sürecek. Sonra da sanırım odama kapanıp kimseyle görüşmeyeceğim. (gülüyor) Sessiz kalacağım. Projem bu. Turneleri seviyorum ama. Seyircinin tepkisini seviyorum, konserlerden sonra onlarla konuşup yorumlarını dinlemeyi de. Pandemide kimseyi görmeyip kimseye çalmadığım iki yıllık bir süreçten geçtim. O süreç bittiğinde geri dönmek beni çok mutlu etti haliyle. Enerji veren bir durum.
Sıra ufak bir oyunda: Kullandığın müzik dinleme platformunun arama geçmişinde karşına çıkan son üç şey nedir?
Cevabım müzik olmayacak. (gülüyor) Kadim dinler ve okültizm üstüne kitapları aratmıştım. Müzik yapmıyorken bunlarla uğraşıyorum, haliyle aramalarımda onlar çıkacaktır. (gülüyor)
Eklemek istediğin bir şey var mı?
Konserlerime gelin, sohbet edelim.
Türkiye’de konser verme ihtimalin de var mıdır?
Organizatörüme sorarım. Ona Türkiye’ye uğramam gerektiğini söyleyeceğim. Daha önce 2015’te gelmiştim, Kapadokya’daki Aşk Vadisi’nde çalmıştım. Süperdi. Tekrar uğramak isterim. Türkiye hoş yer.
Jozef van Wissem’ın resmi sitesine şuradan, Bandcamp profiline şuradan ulaşabilirsiniz.