“Asansör bir kral taşıyordu
ağır çıtkırıldım özerk ayrıca
kırsın mı sana sağ kolunu
yollasın mı Roma’daki Papa’ya
Artık bu yüzden işte
Asansörcüğün yüreğinde
dada mada hak getire”
(Burada yazan hiçbir şeye güvenmeyiniz. Çok fazla şahsi fikir içerir.)
Eğer şu an burayı okuyorsanız, az önce kuralsızlığı kural olarak edinmiş, yıkıcı bir sanat akımı olan dadaizmin kurucularından Tristan Tzara’ya ait bir seçki okudunuz. Bu şiir, gazete küpürlerinden rastgele kestikleri kelimeleri rastgele birleştirip şiir yazmayı denemiş insanların kurduğu akıma ait. İlk okuyuşta anlamsız bulmuş olabilirsiniz, hatta hala anlamsız geliyor olabilir. Zira bu akımı kuran insanlar bir anlam peşinde değillerdi. Bu anlamsızlık, okuyucularda kaosa benzer hisler uyandırabilir. Bu hisler sadece bu akıma ait edebi eserlerde değil, resim dalındaki örneklerde de karşımıza çıkıyor. Hatta şu iddia edilebilir ki kaos hissi bu akıma veya gerçeküstücülük gibi daha sonraki akımlara ait resimlerde daha şiddetli hissediliyor. Yandaki resim, dadaizm akımının kurucularından olan Francis Picabia’ya ait. Francis Picabia, Fransız ressam, heykeltıraş, grafik sanatçısı ve yazar. Dadaizm ve gerçeküstücülüğün en önemli temsilcilerinden biri. Eserlerinde karmaşa ve absürtlük yoğun olarak görülüyor. Yanda Atrata isimli eseri yer alıyor. Bu eser hangi akıma ait kesin bir bilgim yok ancak girişte bahsedilen kaos hissinin resim sanatında nasıl bir hal aldığını bu eser üzerinden görebiliriz. Resme ilk bakışta birbirinden farklı bağlamda birden fazla figür olduğunu görüyoruz. Biraz irdelemeye başlarsak, bu ayrık figürleri algılamaya başlarız. Çıplak bir kadın, üzüm taşıyan bir kuş, uyuyan bir kadın,elini yanağına koymuş güzel bir kadın ve bir keçi rahatlıkla görülen figürler. Ve bunların hepsinin iç içe ve yakın tonlarda olmasından kaynaklanan bir karmaşa fark ediliyor. Resmin üst kısmındaki bir çift gözden bir figürün daha olduğunu anlayabiliriz, ama bunu bulmaya çalışmak yorucu oluyor. Bu yoruculuk da bakan kişide daha fazla karmaşa hissine neden oluyor. Sağ kenardaki çıplak adam sırtı başka bir figürün varlığını düşündürüyor ancak bunu bulmaya çalışmak önceki karmaşa hissini ikiye katlıyor. Aynı şekilde en üst kısımdaki ve orta kısımdaki ellerin hangi figüre olduğunu bulmak karmaşayı daha da artırıyor.
İlk bakışta beğeni hissi uyandırmama ihtimali yüksek bir resim olduğunu düşünülebilir. Ancak burada, asıl önemli noktanın gören kişide bıraktığı his olduğunu düşünmek daha doğru. Bunu savunmak için modern sanatın başlangıcına kadar gidebiliriz. Modern sanatın doğuşunda empresyonizm önemli bir kırılma noktasıydı. Bu akımla birlikte, resmin görüneni olduğu gibi aktarması gerektiği anlayışı yerine, görünenin bakan kişide uyandırdığı hissi ifade edebilmesi daha çok önemsenmeye başladı. Bunu basitçe anlatmak istersek, bu akıma ait bir esere baktığımızda gördüğümüz bir manzara olduğu gibi çizilmiş bir manzara değil, ressamın algısına göre şekillenmiş bir manzaradır. Resimde görünen olduğu gibi değil, bir kişinin algısının filtresinden geçip yüzeyde oluşmuştur. Özetle, sanata bakış değişmiş, görünenin ardındakini göstermek amaç haline gelmeye başlamıştır.
İlerleyen zamanlarda da gözle görülebilir dünyadan ziyade, insanın iç dünyası daha ilgi çekici bulunmuştur. Resmin üç ana yapıya sahip olduğunu varsayarsak, bu dönem için bakan kişinin önemli bir yeri olduğuna varabiliriz. Bu üç ana yapıyı resmedilen-ressam-seyirci olarak düşünebiliriz. Modern sanat anlayışı için şu da eklenebilir ki, bir eser bakan kişinin etkisiyle anlam kazanır. Bu durumda bir resme ilk baktığımızda hissettiğimiz duyguların önemli bir yeri vardır. Bu öznellik de şu düşünceyle devam ettirilebilir: Bir resim herkes için aynı şeyleri ifade etmez. Bunu biraz daha iddialılaştırırsak, x kişisinin bir resim hakkındaki düşünceleri yaratan kişinin amacıyla uyuşmayabilir. Peki acaba yapan kişi x kişisinin bu şekilde düşünmesinden rahatsızlık duyar mıydı? Peki bu uyuşmama durumunun nedeni bilgisizlik midir?
Her iki durum da rahatsız edecek cevaplara sahip olduğu için, bir eser hakkındaki düşünceler duygular tarafından şekillenebilir. Bu düşünce bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir. Ancak sanatın en önemli işlevlerinden birinin duyguları harekete geçirmek olduğunu göz önüne alırsak, bu şekilde düşünmek yanlış olmaktan çıkar. Başka bir deyişle, bu aslında cevabına sahip olmadığın zor bir sorunun cevabını bulmaya çalışmak yerine sorunun ne kadar zekice yazıldığına odaklanmaktır.
Resim hakkındaki düşüncelerin duygular etkisinde oluşması konusuna tekrar dönersek, bu konuyla ilgili farklı bir bakış açısına sahip bir soru sormak isterim: Sanatın diğer dallarını da düşündüğümüzde, ortak noktaları duygudur, sonucuna varmak ne kadar doğrudur? Ortak noktanın duygu olduğuna varırsak, duygu burada evrensel bir ölçüt olabilir mi ? Bu soruya evrimsel psikolojinin vereceği cevap korku ve benzeri duyguların evrensel bir özellik taşıyacağı yönünde olur ancak kültür faktörü eklendiğinde işler karmaşık bir hal alabilir. Soruyu tekrar sorarsak, sanatta duyguları evrensel bir ölçüt olarak alıp anlama sürecinde en önemli bir role sahip olduğu argümanı ne kadar doğrudur? Ya da tüm söylenenleri bir kenara alırsak, bu sorunun bir anlamı var mıdır?