Psikomitoloji ve Asal Yaşam Öyküsü

Başlığı atarken anlatmaya çalışacağım şeyin biraz tanımını da yapmak istedim aslında. En azından kitabında öyle yazmış M. Bilgin Saydam. ‘İnsanı Öykülerinde Aramak’ başlığı kitabı almam da en büyük etken diyebilirim. Çünkü mit olarak tanımladığımız kökenimizi oluşturan yapılar bütünü ancak öykülerle, daha doğrusu öyküleştirilerek bize kadar ve bizden sonrakilere kadar ulaştırılacak bir kavram. Bunu bir de psikoterapi profesyonellerinin dilinden okuyunca beklediğimin üzerinde bir kitapla karşılaştım diyebilirim.

1997 yılındaki ilk baskısıyla M. Bilgin Saydam tarafından  “Deli Dumrul’un Bilinci” adlı kitap, psikomitoloji alanındaki çalışmalarının ilki niteliğinde. Devamında İstanbul Psikomitoloji Çalışma Grubu (İPM) 2006 yılında kurularak bu alandaki profesyonelleri bir çatıda topluyor. Başlarda insanlık bilinci üzerinden seminerler düzenleyen grup, insanlığın öyküleri/mitleri üzerinden alanını genişleterek çalışmalarına devam etti. Kitapta son dönemde geliştirdikleri bir çalışmanın derlemelerinden oluşan bölümler bulunuyor. “İPM Her Şey Hikaye Seminerleri”nden kesitler bulacağımız kitap aslında planladıkları serinin bir ilki. Şimdiden devamını dört gözle beklediğimi söyleyebilirim.

Uzay ve zaman kavramları çerçevesinde sonsuz bir geçiş halinde oluşumuzun aradalık hali tanımlaması, bana kalırsa kitabın temelini oluşturan tanım. Bir eksikliği de gösteren aradalık halinin, kendini bilememe olarak dile geldiği ve sonucunun varlıksal eksikliğe vardığını gösteriyor bize. İşte öykülerimiz, hikayelerimiz, yani kendimizi kurtarma çabamızın sonuçları bu noktada devreye giriyor. Bu çaba neden vardır? Neden en büyük amacımız tamamlanmaya doğrudur? Cevap basit; anlam. Her şeyde bir anlam arama çabası çocukluktan başlayan bir eğilimdir. Anlamı oluşturan ise parçaların bütünleştirilmesidir. Bu bütünleştirme tam olarak öykülendirme ile sağlanabilmektedir. Kitapta geçen öte ve beri kavramları da bu parçaları hikaye/öykü çerçevesinde birbirine bağlayan kavramlar olarak karşımıza çıkıyor. Yaşamı öykünün temeli olarak belirlersek, her şeyin bir uyum içinde işlemesi gerekliliği doğuyor. Bu noktada estetik kaygının da öyküdeki bütünlüğe etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Kitapta da öykünün tutarlılığı ve gerçekliğe uyumunun aynı zamanda işlevselliğiyle de alakalı olduğunu söyleniyor. İnsan olarak estetik kaygımız yazdıklarımızda da yaşadıklarımızda da farkında olmasak da hep ön planda aslında.

Masallar, destanlar, efsaneler ve mitler de dahil sosyokültürel birlikteliğimizin ortak ürünleridir. Beraber yaşamaya çalışmamızın sonucu ortaya çıkmış, kendi içinde hep birbirinden etkilenerek birikmiş  ve belki binyılların toplayıp geldiklerini kelimelere döken gerçekliklerdir. Fakat mitin bu noktada ayrıldığı bir yanı vardır ki; orjinalliği. Ve kitapta orijinal olduğu kadar gerçeklik kavramına da ne denli bağlı olduğunu söyler. Yine kitapta dikkatimi çeken birkaç farklı kültürün mitolojisini de paylaşmak istiyorum. Mısır mitolojisi Ay’ın Güneş’ten neden soluk olduğunu şöyle açıklıyor; sağ gözü Güneş sol gözü ay olan Tanrı Horus, babası Osiris ile olan taht kavgasında, amcası Seth’in darbesiyle gözüne darbe alır ve yaralanır. Ayın loşluğu bu darbeden kaynaklıdır. Yine Büyük Ayı ve Küçük Ayı takımyıldızlarının menşei, Zeus’un gözdesi nimfa Kalisto ve onun Zeus’tan olma oğlu Arkas’tır. Zeus, Artemis tarafından ayıya dönüştürülen Kalisto’yu Büyük Ayı, Arkas’ı da Küçük Ayı takımyıldızı olarak göğe yerleştirir. Afrika yerlileri Mbuti’lere göre ise, insanların ölümlü olması, “yüce valık”ın yasakladığı tahu ağacının meyvesinin yenmesi sebebiyledir. İşte bu varoluşsal zayıflıkları/eksiklikleri  örtme çabasının en güzel yöntemidir mitler.      

“Mitler, kültürlerin omurgası, arşivi ve zihnidir.” Mitin kaos’un zıttı olarak kozmos’un karşılığı olduğunu düşünürsek (ki bu da Yunan mitolojisinde bir tanımlamadır) mitolojinin de kaos’tan kozmos’a doğru, insanlığın düzen içerisindeki yerini belirlediğini söyleyebiliriz. Bu farklı kültürlerin, farklı mitlerin birlikteliği hem bireysel hem kolektif etkinliklerini kurumlar, dinler, uluslar açısından şekillendirir. Ve ortaya çıkan neyim, nasılım, kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum sorularının dünyevi cevabını belirler.

Mitin “asal yaşam öyküsü” anlamını kitap, öyküden daha fazlası olduğuyla tanımlıyor. Öyküden daha fazlası, kültürün sağ kolu niteliğinde de diyebiliriz. Birbirimizden ayrıştığımız noktanın doğamız değil kültürlerimiz olduğunu düşünürsek sağ koldan çok daha aktif bir rolü de var aslında. Yine eski Mısır mitolojisinde, dünyanın merkezi ve daha pek çok şey yerine geçen sedir ağacı, Orta Asya’da şamanın göğe çıktığı merdiven işleviyle kayın veya çam ağacı olarak belirtilir. İnsanlığa Tanrı tarafından hediye edilen besinler bazen arpadır, diğer kültürde pirinç bir başka yerde buğday veya mısırdır. Ne olursa olsun mitin işlevselliğinden yola çıkacak olursak amacı hep aynı açlığı bastırmaktır.

Mitolojinin bizi eğlendirdiği bir o kadar da aktarılabilirliğini sağlayan antropomorfik kavramlar da temelde yer alıyor aslında. Hayvanlar, Tanrılar, melekler, şeytanlar, cansız varlıklar veya doğaüstü güçlere yüklenen insani vasıflar antropomorfizmi de mitlerin ayrılmaz bir parçası yapıyor. Somut dünyanın çok dışında, bilindışı bir dünyadan bahsettiğimizi ele alırsak buna bağlı olarak yaptığımız “uydurma” eylemi de bu yüklenen insani vasıfları açıklar nitelikte. Eylem diyorum çünkü uydurmayı da bütünleştirme çabamız gibi kökenden gelen bir eylem kategorisine sokuyorum. Bilinci rüya düzeyinde de ele alan kitap, bilincin “kendini bilme” olarak yarattığı disosiyasyonunu (bütünlüğünü yitirişini) benlik bilinci üzerinden de reklektifliğe yani yansıtmaya bağlıyor. Varlığının bilincinde olan bilinç ayrışmasını reklektif bilinçle sağlıyor bir bakıma. Bilinçdışı kavramını burada devreye sokarsak sanırım bir tür paradoksa girmiş oluyoruz 🙂 Kısacası bilincin gelişim öyküsü, insanlığın gelişim öyküsü, mitlerin leitmotividir.

Bu çalışma alanı bir tık merak uyandırdıysa daha da meraklandırıp kitabı okutmaya yöneltecek bir gravürü de paylaşmak istiyorum ki kitapta mitlerin nesilselliğine bir referans olarak gösterilmiş kendisi;

Flammarion Gravürü, Anonim
L’atmosphére:Météorologie Populaire’den, 1888

Carl Gustav Jung’u da olaya dahil ederek; “Sonlu olan, sonsuz olanı hiçbir zaman kavrayamayacaktır.” Benliğimizi öykülerimizde aramaya devam etmek adına, sevgiler.