Padme ile Çapraz Söyleşi: “Ama Hâlâ Buradayım”

Son güncelleme:

Padme son albümleri Hâlâ‘yı 2023 sonlarına yetiştirdi. Grup üyeleri için bir nevi “olgunluk dönemi eseri” olarak gördüğüm bu işi dinlediğimden beri kendileriyle özel bir formatta söyleşmek istiyordum. Kurallar basitti: İki taraf da eşit sürede birbirlerine sorular yöneltecekti. Bir noktada bu formatı gerçeğe dökmeyi başardık. Ortaya hayli kaotik bir bilinç akışı çıktı. Aşağıda okuyabilirsiniz.

Padme’ye Soruyorum

Son röportajımızdan bu yana Padme’de neler oldu? Deniz gruba geldi, nasıl geldi?

Deniz Nakış: Önceden boş boş oturuyordum, Toprak Instagram’a story attı bir gün, “Film çekilecek, işlerin ucundan tutacak biri lazım” diye. “Sesi nasıl yapacaksınız?” dedim, “Sen yap olduğu gibi” dedi. Öyle tanıştık kendisiyle. Bir süre sonra solo albümünün prodüksiyonunu yapmamı istedi. Ona da olur dedim. Bir süre daha geçti, “Hızlı gitar çalabiliyor musun?” dedi. “Çalamıyorum” dedim. “Tamam, Padme ile çalmak ister misin?” dedi.

Arda Turan: Bütün bunlar olurken birileri bana gelip, “Abi Deniz diye bir arkadaş var, sana çok benziyor” diyordu.

Tamar Records bünyesinde yayımladınız yeni albümü, o nasıl oldu?

Orhan Akpınar: Toprak darlıyordu Hakan Tamar’ı bir süredir.

Arda: Aynen. Cemiyet ile çalmak için girdik aslında sanırım.

Toprak Işık: Bana sürekli “Matrak çocuksun” deyip duruyordu Tamar. “İyi,” dedim, “O zaman bizi label’a al, Cemiyet ile konser yapalım.” Sonra bir gün toplantı yaptık kendisiyle, dördümüz de vardık sanırım. Ben çok sarhoştum, hiçbir şey hatırlamıyorum toplantıdan.

Orhan: Baygın bir hâldeydin, evet.

Toprak: Arada bir yerde ültimatom verdiğimi hatırlıyorum. Hâlâ bana 50 lira borcu var.

Arda: Çok bir numarası yoktu oraya girmemizin. Zaten Tamar Records anladığım kadarıyla çok da seçici bir dijital platform değil. Bir sürü grup var dahilinde.

Toprak: Spesifik bir janrada değil daha çok.

Tamar bir müzik nerd’ü sonuçta, Padme’yi almak istemesi de gayet makul görünüyor.

Arda: Evet.

Yeni albümünüz Hâlâ 2023 sonlarında yayımlandı, hikâyesini de konuşacağız elbette. Albümü yazmaya ne zaman başladınız?

Toprak: 2022’nin sonlarına doğru.

Arda: “Hadi albüm yazıyoruz,” der gibi başlamadık yazmaya. Toprak bir şarkı yazıp attı, sonra bir tane daha attı falan… Bir noktada ne zaman albüm yapıyoruz diye konuşmaya başladık. Deniz dahil olduktan sonra işler biraz netleşti.

Toprak: Önce EP yapalım dedik hatta. Sonra albüm oldu.

Arda: Aynen. Deniz dahil olduktan sonra kapsam genişledi. Ölü toprağı da öyle gitti üstümüzden.

Deniz: 2023 şubat gibi kayıtlara başladık. Ağustosun son günlerine doğru da o kısım bitti.

Arda: Ben şahsen mayıs sonu son vokal kaydımı aldığımı hatırlıyorum, sonra bir daha uğramadım.

Deniz: Yazın da “Rektör”ün basını yeniden almıştık.

Toprak: Tek provada halloldu sanki o kısım.

Arda: Ama albümün büyük kısmının kaydı Şubat – Haziran 2023 arasında yapıldı. Bolca alkol ve kahve eşliğinde…

Bu seçkiden kaydetmesi en kolay ve en zor iki şarkı hangileriydi?

Arda: Zor şarkılar için “Rektör” ve “Bugün Ölmek İçin N’aptın? (BÖİN)” diyeceğim. Orhan’ın yazdığı şarkılar zorlayabiliyor bazen.

Toprak: Benim “BÖİN” idi direkt. Trafiğini anlamakta çok zorlandım. Benim yazdıklarım genelde Built to Spill ile Pavement şarkılarının daha kolay versiyonlarına benziyor.

Orhan: Kendi şarkılarında da zorlandığın oluyor. Altı yedi kere prova alıyorsun bazen.

Toprak: (gülerek) Ama daha kolay ya!

Orhan: “İki ölçüde bir şuna geçiyoruz,” şeklinde olmuyor pek.

Arda: Ama zaten hepimiz farklı düşünüyoruz biraz. Mesela Toprak şarkılarını yazarken çok melodi odaklıdır. Ben daha çok akor progresyonu ve o progresyona eklentiler üstünden düşünüyorum. Orhan bir ritim maratonu ve enerji akışı olarak yazıyor şarkılarını. Şahsen Toprak’ın yazdığı bir şarkıyı çok daha kolay anlıyorum bu yüzden. Kafamız biraz daha benziyor.

Kolay şarkı deyince aklınıza ne geliyor?

(bir ağızdan) “Sergen (He Don’t Know)”.

Arda: “Sergen”i biz yazmadık.

Toprak: “Sergen” bize geldi. (gülüşmeler) İzmir’de bir konserimiz oldu, Deniz’in de bizimle ikinci konseriydi. Gece geldik şehre, çok sarhoş olduk. Ben Bumble date’ime gittim döndüm. Çok kötüydü, 15 dakika bile sürmedi.

Orhan: Ben çekip aldım Toprak’ı oradan. (gülüşmeler)

Toprak: Sonra bir çocukla tanıştık. Çok salak, Türkçü, milliyetçi, kafatasçı bir tip çıktı. Adı başkaydı ama biz “Sergen” dedik çocuğa hep. Şarkıda soyut hiçbir şey yok, hepsi birebir yaşanmış şeyler. O şarkı vardı aslında, sözleri yoktu. Dönünce sözlerini yazdım.

Arda: Ben de arada kafam güzel olunca kendimi insanlara Sergen diye tanıtıyorum. (gülüşmeler)

Deniz: “Göktaşları” da kolaydı. Üstünde çalıştığım ilk şarkıydı. Toprak taslak proje dosyasını attı, direkt içine düşüverdim. Bir günde neredeyse tamamı bitmişti.

Arda: O şarkı ayrıca bu albümde baskın olan sound’u belirleyen şarkıydı. Partisyon olarak da bayağı basit.

Toprak: Aynen. Hatta Orhan teknik olarak şarkının yarısında yok, elektronik davul var.

Arda: Deniz’in ilk parçası olması açısından da önemli.

Toprak: Bayağı bir partisyonu var oralarda.

Deniz: Canlı çalması mümkün olmayan bazı şeyler denemiştim.

Arda: Diğer partisyonların basit olması çocuğa nefes alabileceği bolca alan açtı. Tutorial gibi oldu. (gülüşmeler)

Albümün önceki işlerinize kıyasla lo-fi bir sound’u var. Bu konuda bir yorumunuz var mı?

Toprak: Mitski. (güler)

Deniz: Lo-fi biraz gürültü miktarının yükselmesinden kaynaklanan bir durum oldu. Sololara kirli gitar tonları yazdık, ben arkada synth sesleri yapıyordum. Sahnede onları birebir canlandırmak mümkün olmuyor, öyle bir kaos payı oluştu yani.

Arda: Bir de artık o kadar fazla faz kullanıyorduk ki artık “Atalım faz, olsun bitsin” kafasına girmiştik.

Toprak: Aynen. Vokaller falan da drive’lı ama mesela bağırmalı değil. Önceki albümlerde sesim bağırarak kırılıyordu, bunda ise daha sakin söylüyorum.

Deniz: Şimdi iyice Avustralya psych olduk.

Hâlâ’nin sözleri çoğunlukla varoluşçu temalara, kendini her şey inat var etmeye odaklı gibi.  Düşünelim: Üniversitede başladı Padme’nin yolculuğu. O günden bu yana ülkede yaşamak daha bile zorlaştı, öğrencilik günlerinizi geride bıraktınız. Hâlâ’yı bir nevi o noktadan yetişkinliğe geçiş albümünüz olarak görüyorum. Bir şekilde o yetişkinliğin ve çevrenizde olup biten her şeyin kafanıza eskisinden sert basması söz konusu mu?

Arda: Aynen. Bence bu kaçınılmaz bir durum. Herkes çok etkilendi. Ülkede çok fazla değişim oldu. Değişimi de geçtim, ivmelenme oldu. Kötü şeyler de sürekli, durmadan oluyor. Bizim albümdeki herhangi bir şarkıyı yazarken hissettiğimiz ya da yola çıktığımız şeyler her an herkesin başına gelebilir.

Toprak: Yazdığım şarkılar genelde kendi varoluşumla alakalı. Dünyadaki yerim, alkol tüketmem… Artık bu bir “kaçış noktası” olmaktan çıktı, bu bir çözüm. Artık kendimi iyi hissettiğim değil, gerçekleştirdiğimi düşündüğüm bir noktadayım. Filmle de, müzikle de uğraşırken kendimi gerçekleştirdiğimi hissediyorum; ama gerçekten kafam iyiyken daha iyi yaşanıyor bu. Başka hiçbir şekilde olsun istemiyorum. Bu ne iyi ne de kötü bir şey, sadece olan şey. Zaten hepimiz yok olup gideceğiz bir noktada.

Deniz: Yeah… (gülüşmeler) Bir de Toprak artık sahnede gömlek giyiyor.

Toprak: Önceden de giyiyordum ya…

Deniz: Punk tişörtler falan giyiyordun.

Toprak: Bedava şeyler buldukça giyiyordum. Para kazanmaya başlayınca gömlek almaya gücüm yetti. Hayallerimi gerçekleştiriyorum.

Arda: Yurtdışından sürekli birilerini geliyordu bizimle çalmaya, merch hediye ediyorlardı. Hem pijamam, hem de gündelik giyimim onlardı.

Toprak: Sözler konusuna dönersek: Özellikle bir şeyi yansıtma çabam yok, ama olan bitenler ister istemez etkisini gösteriyor yazdıklarımda. Absürdizm de hayatımda fazlaca yer kaplamaya başladı. Kendini mitleştirilmemesi gereken bir şeyin mitleştirildiği noktada bulunca “Tamam, ben bu akışa uyayım” oluyorsun. Hayatımın böyle bir aşamasından geçiyorum. Çünkü yaşayacak mıyım, hayatta kalacak mıyım belli değil.

Yarını bilmiyorum diyorsun, ama belli şeylerle de uğraşıyorsunuz şu sıralar, biliyorum.

Toprak: Nasıl yani?

Padme olarak…

Toprak: Ha, bir an sorgudayım sanıp korktum.

Arda: Şu an kimse sana dava açmayacak Toprak, merak etme. (gülüşmeler)

Toprak: Devlet bana dava açtı, kazandı da tabii ki. Devlet sana dava açınca büyük ihtimalle sonradan “Ay yanlış olmuş pardon” demez. Şu an itiraz ettim karara, ama bir işe yarayacağını sanmıyorum.

Orhan: “Yeni albüm var mı?” diye sormuştu oysa sadece.

Bir live session var yayımlayacağınız mesela, değil mi?

Toprak: Evet. Ne zaman çıkar bilmiyorum. Başka bir Toprak var, Deniz’in arkadaşı. O mix’leyecek, master’layacak, Humus Film’deki insanlar da kurgusunu yapacak, o zaman çıkacak. Biraz onlara bağlı. Biz çaldık gittik.

Arda: Yeni materyaller de çalmaya başladık bir yandan. Her albümü çıkarmadan “Hadi artık bitsin gitsin, Allah kahretsin” diye düşünürsün; “Hadi şunu kıs, şu bası aç” derken müzik yapmaktan bezersin ya; sırf o yüzden son üç haftada müzik dinlemedim. Ama bir yerde açlık geliyor, yeni şeyler üstünde uğraşmaya başlıyorsun. Ölene dek “Annem Eteğimi Vermedi” de çalabiliriz elbette. (gülüşmeler)

Kullandığınız müzik dinleme platformunun arama geçmişinde gözüken son şeyler nedir?

Orhan: Belladonnakillz’in Perverted and Proud albümünden “Charming Snake Charming The Snake” ve “I H8 Politixx” şarkılarını dinlemişim. Aziza A.’nın Kendi Dünyam albümü de var.

Toprak: Bende Lana Del Rey, Placebo ve Death Grips var. Lana’dan “Take Me Home Country Roads”u dinlemiştim. Kötü bir yorumdu, beğenmedim.

Deniz: Pond’u ve Manic Street Preachers’ın This is My Truth Tell Me Yours albümünü dinlemişim. Zor bir gündü.

Arda: of Montreal’den “The Past is a Grotesque Animal”, La Femme’den “Sur la planche” ve Sweet Trip’den “Fruitcake and Cookies” var.

Bundan 100 yıl sonra Padme için bir anıt taş dikilmiş olsa üstünde hangi şarkı sözünüz yazsın isterdiniz?

Toprak: “Mastürbasyon ve çay.”

Deniz: “Kimse araç kullanmamalı.”

Toprak: (gülerek) Aklıma gelmişti!

Arda: Benim yazdığım zaten sadece birkaç şarkı var.

Deniz: “Taking Out The Trash”den iki üç kişiye malzeme çıkar ama.

Toprak. “Zaman kim ki” de olabilir benim. “Ama hâlâ buradayım” da…

Orhan: “We’ve came for finish / Roads slick slippery”.

Arda: “Some sweat, no blood, and a bit of tears / Just half-assing through these twenty-something years, boi”.

Toprak: Senin ne olurdu?

“Biz sadece yarını değil, şimdiyi de istiyoruz” olabilir.

Toprak: Mantıklı. Arttırıyorum: “Biz sadece yarını değil, şimdiyi de alıyoruz” da olabilir.

Padme Bana Soruyor

Neden röportaj yapıyorsun?

Deniz Ekim Tilif: Bu konu üstünde düşünmüşlüğüm var. Fark ettim ki ben genel anlamda insanları dinlemeyi, hikâyelerini öğrenmeyi seviyorum. İnsanların hayallerini, dertlerini kavramak hoşuma gidiyor. Bunu bir röportajdan sağlamak da bir o kadar güzel bir his. Herkes umduğum kadar incelikli cevaplar vermeyebiliyor, ama bir şekilde o interaksiyonun içinden karşı tarafı daha iyi anlayarak ayrıldığımı hissediyorsam süper. Bu umutla röportaj yapıyorum hep.

Soruları sormayı mı daha çok seviyorsun, hazırlamayı mı?

Vay, ilginç soruymuş. Soruları sorarken bir anksiyete başlıyor genelde, ondan soruları hazırlamak daha rahat bir deneyim. Soracağım kişiyi tanıyor muyum tanımıyor muyum, rahat biri zor biri mi, onlarla bile çok alakası yok bunun. Çünkü o an derdim biraz daha içimdeki soruyu güzelce aktaracak mıyım, bu güzel duyulacak mı oluyor. İyi geçerse de soru sormayı daha çok seviyorum. 

Peki mesela tanımadığın biriyle röportaj yapıyorsun, nasıl bir deneyim oluyor? Bizi tanıyorsun. Bugün geldin, konuştuk, eğlendik. Birebir ilk kez yüz yüze geldiğin bir insanla nasıl konuşuyorsun?

O anki akışa bağlı. Bazen bir şekilde buluşur buluşmaz vibe‘lar uyuşabiliyor. Mesela Dilhan Şeşen ile oturduğumuzda daha ses kaydını açmamışken bana ilk dediği şey “Astrolojiden anlar mısın?” olmuştu. Buzları kıran hamle o olmuştu.

Cidden ilk bunu mu sormuştu?

Evet, selamlaştık, oturduk, sarıldık, sonra da bunu sordu.

Onun dışında sorulu yazılı iletmediğim çoğu röportajı Zoom’dan yapıyorum. O platform da zaten hayatımıza pandemide dersler ya da toplantılar bahanesiyle girdi; genel olarak daha ciddi bir tonu var. Selamlaşıp sorulara başlıyor, sonra da dağılıyorsun çoğunlukla. Yüz yüze değilsin, bir kafede falan oturmuyorsun sonuçta, sohbetin uzayıp gidebileceği pek bir şart yok. 

En sevdiğin ve en nefret ettiğin röportajların nasıl geçti?

Nefret ettim der miyim bilmiyorum, ama Mogwai‘ye sorularımı yazılı olarak ilettiğimde bir sürü baştan savma cevapla dönmüşlerdi. Şakasız bazı sorularıma verdikleri birebir cevaplar:

“Hiçbir fikrim yok.”

“Şimdilik hayır.”

“Pek sayılmaz.”

Hepsi de uzun uzun cümleler kurduğum sorulardı, biraz sinirimi bozdu. (gülüşmeler) Molchat Doma da Belarus hükümetiyle ilgili politik bir soru sorduğumda direkt cevapsız bırakmıştı. Muhtemelen başlarını yakmak istemediler. Onlar bir de İngilizce bilmiyormuş, temsilcileri “Sen soruları bize ilet, biz onlara çevirip atalım; onların cevaplarını da biz sana İngilizce atalım.” dediler. Öyle karmaşık bir süreç yürüdü, temsilcilerin ve çevirmenlerin emeğine saygılar. 

Senin Beirut ile röportajın var. O nasıldı?

O güzeldi, Zach Condon ile çok spiritüel bir röportaj yaptık. Sanırım üstünden biraz zaman geçince, geriye döküp bakınca en iyi röportajlarımdan biriydi diyebileceğim.

En sevdiğin Instagram sayfası ne? 

Kıyı Müzik. (gülüşmeler) Şaka, Padme. Sanırım başka bir cevabım var buna, ama önce sen kendininkini söyle.

youhitmetal17times_everyday”i çok seviyorum. Bilmeyen herkes baksın ve her videosunu izlesin lütfen. Mükemmel bir sayfa.

Ben de genel “music shitposting” temalı sayfaları seviyorum.

En sevdiğin beş grup ya da müzisyeni say.

Nick Cave & The Bad Seeds ve David Bowie muhtemelen listeye girer. IDLES’a aşığım. Sonrası biraz daha karışık, düşünmem lazım.

Slaves’i seviyor musun?

Seviyorum. Sen adlarını değiştirdiklerini biliyor musun?

Hayır, ne oldu?

Soft Play. Slaves ismi ofansif bir isim olduğu için böyle bir karar almışlar.

Saçmalık. Cinsel anlamda, rıza dahilinde bir anlamı da var o kelimenin. O da mı yok olsun?

Katılıyorum. Sözlerinde bu değişimi ele aldıkları yeni bir şarkı da yayımladılar geçenlerde, bakmak isterseniz.

En sevdiğin üç oyun nedir?

Çok gamer biri sayılmam, ama Disco Elysium ile GTA: Vice City’nin bende özel yeri var.

Harika. Vice City’de en sevdiğin radyo hangisiydi?

Emotion FM, çünkü efsanevi Fernando Martinez sunuyor.

Özellikle GTA 4’ten itibaren yazılmış GTA radyoları inanılmaz iyi. Bazen oynarken durup sadece radyoyu dinlemeye başlıyorum. (gülüşmeler) O kadar iyi yazılmış şeyler var ki.

Hâlâ kafamda ilkinden sahneler ve müzikler dönüyor benim. Sanırım biraz nostaljik bir insanım.

Ben kaçıyorum yavaştan.