35 yıldır metal müzikte çözüm ortağımız Meshuggah altı yıl aradan sonra yeni albümü Immutable ile dinleyiciyle buluştu. Yıllar boyunca ortaya koydukları benzersiz parçalardan sonra herhangi bir şeyi ispatlamak zorunda olmamalarına rağmen, hala sunabilecekleri karmaşık güzellikler var. Albüm değişimden uzak gibi görünse de aslında sound olarak eskisinden daha ileride bir albüm. Jens Kidman’ın hırıltıları daha önde ve anlaşılır, Frederik Thordendal’ın alıştığımız pes ve güçlü gitarları eskisinden daha da büyük geliyor. Haake’nin davulları zaten tek başına bile dinlenir. Sounddaki bu büyüklük o kadar ustaca yapılmış ki, vokaller tam suratınıza bağırırken, tizden çalınan bol reverblü gitarlar albüme üçüncü boyutu kazandırıyor. Derinlik hissiyatı dinleyiciyi içine çekiyor. Önceki kült albümlerine (önreğin Obzen) oranla daha karanlık bir sonik yapıda diyebiliriz.
Albümün detaylarına girmeden Immutable’dan gelen ilk sesleri dinlediğim andaki hissiyatlarıma tercüman olan Antonio Banderas’ı şöyle bırakayım:
Albüm alacaklılar kapıya dayanmışcasına başlıyor. Broken Cog özlediğimiz Meshuggah lezzetini bize sunacak kapıyı yavaş yavaş aralıyor. Fısıltılı ve ürpertici vokallere eşlik eden atonal melodiler parçayı sürüklüyor. İkinci parça The Absymal Eye, Gojira’nın From Mars To Sirius dönemini hatırlatan bir riffle girse de, ince notalardan bol yankılı gitarlar hemen imza Meshuggah sesini kulaklarımıza taşıyor. Bu parçada öyle bir solo var ki, sepetinden kaçan onlarca yılan gibi; hızla ve kararlılıkla akıp gidiyor.
Meraklısı için özgünlük ve piyano dendiğinde akla ilk gelen isimlerden Tigran Hamasyan’ın Instagram’ından yaptığı paylaşımını söyle bırakayım. Uçağa binmeden müzisyen olmayan bir arkadaşının isteğiyle Phantoms parçasındaki ölçü gruplamasını incelemiş. Bunu gruplamak bir mesele, unutmadan ve doğru çalmak ayrı mesele ve işin teorisini bilmeyen birçok insana deliler gibi kafa sallatırabilmek apayrı bir mesele. Meshuggah ritime, melodiye ve armoniye yeni bir vizyon getiriyor bu albümde.
Albümün devamındaki Ligature Marks favori parçalarımdan. Kudretli bir giriş, andante tempodaki oturaklı groove ve üzerine yükselen melodiler. Sonlara doğru giren ve dinleyiciyi alıp götüren o güzel melodi. Esasen dorian modu diyebiliriz ama şarkı boyunca çalınan Bb bas notaları üzerine F minör altılık (hexatonic) melodi olunca işler daha bir epikleşiyor. Tek kelime ile harika.
Grubun bunca yıldan sonra hiçbir şey kanıtlamaya ihtiyaç duymadığını yukarı da söylemiştim. Belli ki severek, özenerek, kendi bildikleri yolda hazırlamışlar bu albümü. 66 dakikalık bu baş yapıtta (Catch 66 diyebiliriz! Selam olsun anlayanlara) sakin ve melodik bölümler de var. They Move Below o kadar hoş bir havada giriyor ki, insanı aklına yumuşak Buckethead parçaları geliyor. Ama çok uzun sürmeden “in your face” yapılı bir riff, belli belirsiz vurgulanan melodiyi daha sert biçimde tekrar ediyor. Üst üste binen gitar armonileri dört bir yanımızı sarıyor. Parçanın sonunda beliren bitirici bölüm akıllara Vampire: the Masquarede oynunun Holywood Theme parçasını getiriyor; soğuk, uzak ve umursamaz. Bu noktaya kadar geldiğimizde fark ediyoruz ki hemen her parçada melodik bir tema var. Yani esasında çılgın ritim yapılarıyla dikkat çeken Meshuggah, bu albümde ritimin üstüne en az ritim kadar önemli bir başka unsuru daha müziklerinin bir parçası yapıyor. Sözlere baktığımızda ise insansı duyguların karmaşıklığı ve tükeniş göze çarpıyor.
Albümü kapatan Past Tense, şaşırtıcı ve lezzetli bir gitar baladı. Farklı armonilerin ve atonal seslerin buluştuğu acelesiz tınılar, Meshuggah’ın müziğinin neyle ilgili olduğuna dair son bildirimi yapıyor. Immutable, yaratıcı, cesur ve 2022’nin en iyi metal albümleri listelerinde kesinlikle yer alması gereken bir albüm.