Mart ayı geldi, birçok anlamı içinde barındıran bir ay mart ayı: Bahar geliyor, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve 27 Mart Dünya Tiyatro Günü. Baharın gelişini daha hissedemedik hatta bu hafta yeniden kar geliyormuş İstanbul’a da, diğer şehirlerdense karlı bahar fotoğrafları gördük bile geçtiğimiz hafta. Kadınlar günü ve tiyatro gününün aynı ayla geliyor olması benim gibi kadın sanatçılar için oldukça anlamlı.
Sanat tarihinin yazımından başlayacak olursak tarihte kadınlar ve queerler görünmez kılınmış bir halde. Kadınlar her zaman birilerinin eşi ya da çocuğu olarak kendilerine yer buluyor tarihte. Başka bir yandan da ilk bilmem ne yapan olarak görünüyorlar tarih sayfalarında. Sahneye çıkan ilk Müslüman kadın oyuncu Afife Jale mesela, en meşhur tarihsel sanatçı kadın figürlerden de olsa tarih sayfalarındaki var oluşu oynadığı karakterler değil de bir ilk oluşunda sınırlı kalıyor. Hayatı, mücadelesi bir “ilk” sıfatı içinde eriyip gidiyor erkek tarih yazımında. Hüseyin Rahmi örneğinde ise hayatı boyunca “en yakın arkadaşıyla” yaşamış oluşu ve kadınlarla büyüdüğü için titiz birisi oluşu anlatılıyor. Kimlikleri silmek ya da kimlikleri sıkıştırıp yok etmek tarih yazımının çok kullandığı bir taktik, bu sebeple de feminist ve queer tarih yazımları günümüzde oldukça önemli.
Peki bugüne geldiğimizde durum ne? Hala tiyatro alanındaki taciz konuları örtbas ediliyor, filmlerde dizilerde kadın karakterler edilgen, queer karakterlerse hakkında gülünen noktasından ileriye gidemiyor. 27 marta giderken tiyatro alanındaki kadınları konuşabiliriz. Bugün birçok farklı ekibin anlattığı farklı kadın hikayeleri var, feminist oyunlar var.
Kanyon’un üstünde bulunan Hann Sahne “kadınlar sahnede” diyerek 1-8 Mart tarihleri arasında kadınların oynadıkları oyunları sahneliyor. Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince Ama Şimdi İyi, Prima Facie, Dansöz, Zabel, Neredeyse Kadın Elizabeth, Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum, Bernarda, Eylül. Bunlar oldukça güçlü hikayeleri olan oyunlar. Neredeyse bu gösterimlerin sonuna geldik ama oyunların ekiplerini ve oynadıkları sahneleri sosyal medya üzerinden takip ederek diğer gösterimlerini yakalayabilirsiniz.
Ben geçtiğimiz günlerde Tiyatro Hemhal’in Dirmit’ini izledim Moda Sahnesi’nde. Öncelikle oyundan sonra da Moda Sahne’si üzerinden dönen sanatta elektrik faturalarından bahsetmek istiyorum. Tiyatro Hemhal benim uzun zamandır takip ettiğim ve çalışmalarını, düzenlerini ve birikimlerini çok beğendiğim bir ekip. Dirmit’iyıllardır izleyemediğim için çok üzgündüm. Her bilet aldığımda bir aksaklık yaşayıp gidemedim oyuna ama sonunda ne olursa olsun gideceğim diyerek gittim. İyi ki gittim. Yıllardır sahneden inmeyişini, aldığı her bir ödülü, övgüyü sonuna kadar hak eden bir oyun. Hemhal’in geçtiğimiz haziranda Emek Sahnesi ile ortak olarak yaptığı uyarlama atölyesinde de oyunun sürecini dinlemiş ve metinle, karakterle kurulan bağa hayran kalmıştım. Bu bilgileri bilmeyen birisi de oyunu izlediğinde oyuna emek veren tüm ekibin bu oyun için nasıl bir bağ hissettiğini nasıl bir emek verdiğini rahatlıkla görebilir. Nezaket Erden’in göz kamaştıran oyunculuğu Hakan Emre Ünal’ın metinle ve oyuncusuyla kurduğu ilişkiden doğan harika yönetmenliği ayakta alkışlanası gerçekten de. Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm kitabını da okumuş birisi olarak Dirmit karakterinin ele alınışındaki incelik ve ana metinle olan organik bağ oldukça etkileyiciydi benim için.
Son olarak mart ayında tiyatro gününü beklemek adına daha farklı oyunlara da gideceğim için çok mutlu olduğumu söylemek istiyorum ve Moda Sahnesi’nin bu önemli ayda yaşadıklarını hatırlatmak istiyorum. Çoğu kişinin haberlerden aşina olduğu üzere Moda Sahnesi elektrik faturasını ödememe kararı yüzünden EnerjiSA’dan elektriklerinin kesilmesi ile ilgili ihtar aldı. Tiyatrolar pandeminin başından beri sahnelerini çevirmek için devlet desteğine ihtiyaçları olduğunu, bu ekonomik şartlar altında işlerini devam ettirmenin güç olduğunu birçok kez haykırdı ama yalnızca birkaç haber başlığında kaldı bu haykırışlar. Bugün de İstanbul’un en prestijli sahnelerinden birisi karanlıkla tehdit ediliyor. Kültür Bakanlığı’nın sessizliği, büyük holdinglerin “ben duymadım ki”ciliği bu örnekte oldukça açık bir şekilde kendisini gösteriyor. Ne olacak ne bitecek bilmiyorum ama bu konunun konuşulmaya değer bile görülmemesinden nefret ediyorum.