Müzik aslında her şeyden önce duygusal bir varlıktır. Haliyle bu yazıyı kaleme alırken de kendimde bol bol duygusallaşma hakkı görüyorum. Müziğin sağladığı başlıca özgürlük de bu olsa gerek, bireylere utanmadan, sıkılmadan duygusallaşabilecekleri bir alan sağlamak.
Tümevarım hesabıyla yola çıkalım. Neticede hayatta vardığımız ilk kavrayışlar hep kendimize dairdi. Söz konusu başlık “Müzik ve Ben” olursa aklımda birkaç dönüm noktası canlanıyor. Mesela hastalığım yüzünden daha ergenlik çağımda bütün bir seneyi evimde geçirdiğimde yeni keşfettiğim onca rock grubu kulaklığımı işgal ederken melodi, ritim ve ötesiyle çok başka bir boyutta yüzleştiğim o uzun saatler. Mesela İstanbul’a bundan 10 sene önce ayak basar basmaz gittiğim ilk konser olan Red Hot Chili Peppers ve peşi sıra yüreğimde meydana gelen değişimler. O müzikler, son 10 yılda gittiğim bütün o konserler durmak yorulmak bilmeden beni şekillendirmeye devam ediyor.
Bugün Kıyı’nın var olmasının bir sebebi bu, ruhlara dokunan sesleri paylaşabilmenin verdiği olgunlaşma, haz ve komünite duygusu. Ha keza burada bir-iki insan olarak var olmamızın sebeplerinden biri de Kıyı. Evlerde, sokaklarda, mekanlarda karşılaştığımız müziği burada elimizden gelen imkanlarla paylaşırken hiç de bir-iki kişi gibi hissetmiyoruz. Karşılıklı birbirimizden aldığımız şeylerle büyüyoruz çünkü. İşte o büyüme hikayesinin ana aktörü de bir sektör olarak müziğin, sanatın kendisi. Bu ülkede oldum olası yalnızlaştırılan, yaptıkları bir “eğlence”ye indirgenip küçümsendikçe inadına inat bindirip hayatta kalma mücadelesi veren insanların yuvası olan, bugünlerde hepten yok edilmeye çalışılan o sektör. Congulus’tan Can Oklay, 22 Temmuz 2021 tarihli röportajımızda gece 12’den sonra müzik yasağına ilişkin şunları söylüyordu: “Daha önce de bu tarz baskılarla karşılaştık fakat bu seferki biraz daha farklı ve sert oldu. Underground grupların çıkabileceği mekan sayısı da gittikçe azaldı. Kendimizi ifade edebilmemiz için kolektif oluşumlarla yapabildiğimiz her yerde konser yapmalıyız ki bu karanlık süreçten çıkabilelim. Sonuç olarak bizi ve herkesi müzik kurtaracak.”
Sonuç olarak bizi ve herkesi müzik kurtaracak. Kolektif oluşumlar. Kurtuluş, başkaldırı ve müzik. Müziğin duygusal bir varlık olduğundan zaten bahsetmiştim. Şimdi bu söylemi genişleteyim: Aslına bakarsanız başkaldırı da oldukça duygusal bir varlıktır. Müzik de, başkaldırı da duyguların bilinçlenmiş ve örgütlenmiş halidir desek peki? Şartlara bakar, ancak evet, müzik pekâlâ bilinçli ve örgütlü olabilir. Rusya’da Pussy Riot örneğinden ABD’de şehir ve bölge odaklı müzisyen kolektiflerine, müzikli başkaldırılar ateşli ya da serinkanlı bir şekilde zuhur etmeyi sürdürüyor. Grup Yorum, Bandista, Victor Jara’nın şiir-şarkılarının tek kişilik yoğun gücü… Günümüzden ya da yakın tarihten alınmış bu başkaldırı biçimlerinin hiçbiri olanları sineye çekmiyor, “Olsun, geçer.” demiyor, eylemlilik sorumluluğunu bir diğer öznenin üstüne atmıyor, aklıyla ve duygularıyla harekete geçiyor. Sanatın, eğlencenin küçümsenmesini konuşmuştuk, biraz da duygusallığın küçümsenmesini konuşalım. Akılla, bilinçle, planla sentezlenen duygusallık çok güçlü bir şeydir aslında. İnsanı karanlık anlara sürüklediği gibi yeri gelir, karanlığın içinden ışığa da çıkarır.
Nazım Hikmet’in “Ben yanmasam / Sen yanmasan / Biz yanmasak / Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” dizeleri, sanki günümüzde her zamankinden yoğun anlam taşıyor. (Keşke hiçbirimiz yanmasak.) Şurada sanatsever bir avuç insan olarak yıllara yayılan haksızlığın getirdiği birikmişliği yüreğimize dokunan şarkılara atabiliyoruz, ama birbirimize ulaşamıyoruz. Çuvaldızı zorbalara, iğneyi kendimize batıralım: Kimimiz belki de -içselleştirilmiş biçimde- her kesime uzanan sistemleştirilmiş hukuksuzluğun içinde hak aramanın bir hiyerarşisi olması gerektiğini düşünüyor ve belki de bu öğrenilmiş çaresizliğin farkında bile değil. Oysa hukuk dediğimiz şeyin sektörler içinde bir hiyerarşisi olmaz, olmamalıdır. Sesini duyuramayan (cinas mevcuttur) herkes, burada ileriye dönük bir adım atmaya muktedirdir, bu yazıyı yazan kişi de dahil olmak üzere. Adımları önceleyen bir adım da tartışmaktır, bu yazının nihai amacı da tartışacak bir ortama kapı aralamaktır.
Bir şey yapmalı, ne yapmalı? Biz olan biteni kollarımız açık karşıladıkça üstümüze gelmeye devam edecekler, orası kesin. Şikayetler yükseltmek, sosyal medyada aynı gönderileri tekrar tekrar paylaşmak belki küçük bir farkındalık yaratıyor, ama bir tartışma ortamının da önünü kesiyor. Biz paragrafın başında sorduğum soruya cevap arayaduralım, kendimizi bireysel duygulardan arındırıp kolektif duygulara geçmenin vakti geldi de geçiyor. Vakit iletişim vakti, forum vakti, duygularımızdan utanmamanın ve onları ortak derdimize dönüştürmenin vakti.
Herhangi bir iletişim için: [email protected]