DARKSIDE: “Objelerin Değişen Doğası”

Nicolas Jaar ile Dave Harrington’ın ortak projesi DARKSIDE, geçtiğimiz günlerde 8 yıllık bir sessizliği bozarak ikinci stüdyo albümleri Spiral’ı yayınladı. Harika ve hipnotize edici seyreden bu kayıt, içinde ortaya çıkarılacak (ya da belki saklı kalacak) nice sır barındırıyor.

Albüme büyük bir zevkle kulak kabarttıktan sonra Jaar ile Harrington’a ulaştık, ikiliyle samimi bir sohbete giriştik. Umarız okurken keyif alırsınız!

Sohbeti orijinal dilinde şuradan okuyabilirsiniz.

8 yıllık bir aradan sonra nihayet yeni DARKSIDE albümüyle karşımızdasınız. Uzun aralar veren gruplar, sıklıkla eski güçlerini hemen kazanamama riskiyle karşılaşır. İkiniz için bunca yıl sonra bu projeye dönmek nasıl bir deneyimdi? Ne kadar kolay, ne kadar zordu?

Nicolas Jaar: Benim için kolaydı çünkü özlediğim bir şeydi, Dave’le takılıp birlikte müzik yapmayı özlemiştim. Albüm uzun süre sonra ilk kez yeniden bir araya geldiğimiz günlerde ortaya çıktı. Yıllar süren hiçlikten sonra doğan bir hareket patlamasıydı.

Dave Harrington: Buna katılıyorum. Birlikte müzik yapmak her zaman kolaydı. Çok açık, esnek, keşif dolu ve ilham verici bir süreç.

Albümü yayınlamanızdan kısa süre önce The Limit‘i deli gibi dinliyordum ve “Current with no direction” (“İstikametsiz akıntı”) sözleri bugün bile kafama takılmış durumda. Neredeyse mantraları andıran gizemli şarkı sözlerinden albümde bol bol var. Sözler özelinde şarkı yazım süreci nasıl ilerledi? Belli ilham kaynaklarınız var mıydı?

NJ: Şarkı yazım sürecimiz önceki albümümüze kıyasla çok farklıydı. Bu albüm özelinde dışarıda, güneşin altında oturduk, elimizde bir gitar bir de sesimizle doğaçlamalara başladık. Sanırım bahsettiğin “İstikametsiz akıntı” dizesi yıllardır hayatıma dair duyduğum hisleri yansıtıyor. Belirgin bir istikametim olmadan nasıl yaşayacağımı öğreniyorum, ya da en azından öğrenmeye çalışıyorum. En nihayetinde şarkı sözü dediğin çok şahsi bir şey, insanın bağrından kopup gelen duyguları içeriyor.

Söylemeden geçmeyeyim, Spiral‘ı şekillendiren enstrümanlar ile ses tasarımları da önceki soruda değindiğim mistifikasyonu besliyor. Bundan hareketle şu soruyu soracağım: Sizce insanlığın yarattığı enstrümanlar içinde en mistik olanı hangisi?

NJ: Mistik dediğimiz şey tam olarak nedir, bilmiyorum doğrusu. Sanırım herkes için ayrı bir tanımı olan kelimelerden. Belki de nihayetinde mistik olan şey budur, objelerin değişen doğası… Bence bütün nesneler içinde kendine ait birden fazla yön barındırır, asla tek bir düzlemde var olmazlar. Müzik de böyle işler, elbet enstrümanlar için de durum böyledir. Herhangi bir şeyin bir diğer şeyden daha mistik olabileceğini sanmıyorum! 🙂

Spiral‘ın bence meditasyonu çağrıştıran bir yönü var. Kayıttaki çoğu şarkı yavaş yavaş gelişip ruhumuzla temasa giriyor. Albümü kaydetme süreciniz de çok meditatif tınlıyor doğrusu, her şeyi nispeten yalıtılmış bir ortamda kaydetmişsiniz. Müzik yapımına ne ölçüde bir meditasyon eylemi olarak yaklaşıyorsunuz?

NJ: Güzel bir soru bu. Aslında her gün meditasyon yapıyorum. Ancak kendimi profesyonel yahut başarılı bir meditasyoncu olarak görmüyorum. Haliyle buna uygun bir cevap veremeyebilirim. Bazı günler meditasyonu müzik yapımına benzetiyorum, bazı günler de müzik yapımını meditasyona… Sorun şu ki meditasyon müzik yapımına benzediğinde pek de rahatlatıcı bir meditasyon olmuyor! Müzik üretmeyi daha çok üretici ile kullandığı enstrümanlar, etrafındaki ortam, içinde yaşadığı zaman ve ürettiği şeyi dinleyen insanlar arasında gelişen bir diyalog olarak görüyorum.

Spiral‘ı 2018’de kaydetmişsiniz. Üç yıl sonra dönüp son mastering’den geçmiş nihai ürünü dinlediğinizde duyduklarınız sizi şaşırttı mı? Albüm zamanla ruhunuzda nasıl büyüdü?

NJ: Albüm benim için pek değişti diyemem. Zamanında kaydederken nasıl duyduysam şu anda da aşağı yukarı öyle duyuyorum. Belki bir iki yıla bu durum değişir, öngörmek zor… Esas bundan 20 ya da 30 yıl sonra nasıl tınlayacağını merak ediyorum. O zamana kadar teknoloji de inanılmaz değişmiş olacak. Stereo o yıllarda da hala mevcut olacak mı, kim bilir… Belki de doğrudan beynimize iletilen dalgaları dinliyor oluruz, telepati misali…

Genellikle birlikte çalışırken birbirimiz için müzik yapıyoruz. Yeni şeyler keşfetmeye, ortama neşe ve keramet getirmeye çabalıyoruz. Haliyle tarzımızı illa tanımlamam gerekse adına Mevcudiyet derdim sanırım.

Dave Harrington

Albümü dinlerken erken dönem psychedelic rock ve krautrock gibi çok sayıda türün etkisini duyabiliyorum. Buna rağmen Spiral özünde kendi türünün temsilcisi gibi. Tarzını illa bir şekilde tanımlamanız gerekseydi ne şekilde tanımlardınız?

DH: Birlikte müzik yaparken ilham kaynaklarımız ya da tarzlar üstüne pek konuşmayız. Elbette Nico’nun da benim de farklı tarzlardan, coğrafyalardan ve dönemlerden ortak bir sevgi beslediğimiz sanatçılar ve müzisyenler var. Bu kişileri çok dinledik, üstüne konuştuk ve bağ kurduk, ama üretim sürecinin kendisinde bu ilhamlardan nadiren bahis açılıyor. Genellikle birlikte çalışırken birbirimiz için müzik yapıyoruz. Yeni şeyler keşfetmeye, ortama neşe ve keramet getirmeye çabalıyoruz. Haliyle tarzımızı illa tanımlamam gerekse adına Mevcudiyet derdim sanırım.

Psychedelic müzik diyarları içinde çok sevdiğiniz, ama yeterli ilgiyi görmediğini düşündüğünüz bazı kayıtları saymanızı istesem? (Burada psychedelic kelimesini en genel anlamında kullanıyorum.)

DH: (düşünüyor) Hoş… İlginç bir soru… Yeterli ilgiyi görmediklerini ölçmenin yolu nedir acaba? Buna cevap vermek zor. Psychedelic müzik alanında şahsi favori kayıtlarımdan bazılarının o kadar iyi bilinmeyen yahut klasik anlamda o türe ait olmayan, fakat müzikal açıdan psychedelic seyreden kayıtlar olduğunu söyleyebilirim: Don Cherry ile Bengt Berger’in Bitter Funeral Beer‘ı, Ornette Coleman’ın Master Musicians of Jajouka ile kaydettiği Dancing In Your Head‘i, Nas El-Ghiwane ya da Jil Jilala gibi başka Faslı gnawa müzisyenlerinin işleri, Herbie Hancock’un Mwandishi‘si, Hawkwind’in bilhassa Lemmy hala gruptayken yaptığı kayıtlar, Charles Lloyd’un 1970’lerde Keith Jarrett’ın dahil olduğu bir grubu varken yaptığı müzikler (ki o vakitler Fillmore’da, büyük rock gruplarıyla aynı sırada çalıyorlardı)… Jodorowsky’nin filmi The Holy Mountain‘ın müzikleri de tek kelimeyle inanılmaz. Jodorowsky, Ron Frangipane ve Don Cherry bir arada, tek kelimeyle çılgın bir iş… Bir de Nico’nun birkaç ay önce bana gönderdiği bir Sun Ra kaydı var, The Solar Myth Approach Vol. 1. O da yeni favorilerimden.

Şu aralar neler dinliyorsunuz?

DH: Bol bol doğaçlama müziğe düştüm. Derek Bailey, The Art Ensemble of Chicago, Anthony Braxton… Bu senenin başlarında da bolca Thelonious Monk dinlediğim bir dönem oldu, Robin Kelley’nin kendisi üstüne yazdığı biyografi kitabını okuyordum. Bu da önümde 1970’lerden serbest stil müziklere balıklama dalmamı sağlayan bir kapı açtı sayılır. Ayrıca bol bol Ry Cooder ile Mdou Moctar dinliyorum.

Son sorum: Diyelim ki şu andan 100 yıl sonrasında, Müzik Efsaneleri temalı bir parktayız. Orada size ait bir anıt taş da dikmişler. Eğer hangi şarkı sözünüzü o taşa yazdıracağını bizzat seçebilseydiniz bu ne olurdu?

NJ: (gülüyor) İnanılmaz bir soru. Muhtemelen Spiral adlı şarkımızdaki şu dizeler olurdu: “And if it went into a spiral, Regardless of direction, There I saw your face.”

DARKSIDE’ın Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.