Chat Pile: “Pek Çok İnsanın Tutuklandığını Görmek İsterim”

Kapak Fotoğrafı: Matthew Zargoski

Oklahomalı ‘sert rock’ ekibi Chat Pile, ikinci albümleri Cool World ile sahnenin hızlıca yükselen isimlerinden biri olmayı başarıyla sürdürüyor. Gruptan Raygun Busch ve Stin ile Zoom’da buluşup siyaset, sinema ve ötesine dair bir sohbete daldık.

2024 her zamanki gibi siyasi açıdan berbat bir yıldı, peki kişisel bir yerden baktığınızda sizin için nasıl geçti? Hayli sevilen yeni albümünüz Cool World’ü yayınladınız. Ruhsal selametiniz yerinde mi?

Stin: Gayet iyi hissediyorum. Dediğin gibi, albümümüz genel anlamda oldukça sevildi. İnsan daha ne ister? Özellikle de bu albümün, yine oldukça sevilen ilk albümümüzün devamı olduğunu düşünürsek… Sanırım ikinci albüm sendromu dediğimiz şeyi başarıyla atlattık. O açıdan gayet iyiyim. Siyasi açıdan aynı şeyi söyleyemem, ama bunun üstüne eskisi kadar düşünmemeye çalışıyorum.

Raygun Busch: Evet, Stin’e katılıyorum. Sanatsal ve kişisel anlamda hayatım gayet iyi gidiyor. Dünyada olup bitenlere gelirsek, her zamankinden fazla korkuyorum; ama bir şekilde halledeceğim.

Umarım 2025’te de iyi hissedersiniz. 2025 demişken bir arkadaşımın mesajını iletmek istiyorum: Sizi İstanbul’da izlemeyi çok istediğini belirtiyor. Neyse, birçok hayran gibi ben de ikinci albümünüzde harika bir iş çıkardığınızı düşünüyorum. Bu albümden ortaya çıkarması en kolay ve en zor olmuş iki şarkıyı seçecek olsanız bunlar hangileri olurdu?

Stin: Şahsen “Shame”in enstrüman kısmı beni oldukça zorladı. Garip bir mesele… Çok basit bir şarkı aslında, ama bazen iyi yapması en zor olan şeyler basit şeylerdir. Sanırım o şarkıyı diğer tüm şarkılardan daha fazla kez kaydettik. “Masc” da benzer bir şekilde sınadı bizi. Bu iki şarkı diğerlerinden zorlayıcı olsa da aslında öyle süründürdüler demem.

Raygun: Ben buna karşı çıkacağım, “Shame” benim için yazması en kolay şarkılardan biriydi. Yapısını oturtmak çok kolay geldi. Zorlayıcı olan birkaç şarkı da vardı ama hangileri olduğunu hatırlamaya çalışıyorum. Stin ile birbirimize sık sık “Vokaller nerede girsin?” gibi sorular sorduğumuza eminim. Belki en zorlandığım şarkı “I Am Dog Now” olmuş olabilir… Yok, hayır. Asıl zorlayıcı olan “No Way Out”tu. O şarkının asla gün yüzüne çıkamayacak sayısız farklı versiyonu var. Şarkının gideceği istikameti çözmem biraz zaman aldı. Evet, benim için en zor parça “No Way Out” oldu. Oysa sözleri oldukça basit.

Stin: O şarkı grup için de zorlayıcıydı. Raygun’un dediği gibi akışını ve yapısını oturtmak için milyon kez revize ettik. Hatta son ana kadar aranjmanını kesip biçmeye devam ettik. Bu yüzden bence o da listenin en tepesinde yer alıyor.

“No Way Out”un farklı versiyonları var demek. Ska versiyonunu ne zaman yayınlayacaksınız?

Stin: (gülerek) Belki 20 yıl sonra?

Raygun: Demoları bir ara yayınlayabiliriz. Eminim ki tarafımızca onaylanmış bir demo versiyonu bir gün yayınlanır.

Bu röportajdan birkaç saat önce Berlin’de düzenlenen bir Filistin’e Özgürlük yürüyüşündeydim. Hâlâ orada yaşanan vahşete bu kadar az destekle karşı çıkmak zorunda olmamız, bunun yanı sıra binlerce ölü insan ve çocuk için sesimizi yükselttiğimizde potansiyel suçlu muamelesi görmemiz gerçekten inanılmaz. Filistin hakkında son zamanlarda ana akım medyada yer alan olumlu şeylerden biri, Fontaines D.C.’nin Rolling Stone Ödül Töreni’nde yaptığı “Filistin’e Özgürlük” konuşmasıydı.

Raygun: Evet, çok iyi hareketti.

Tüm bu vahşetin ortasında umut namına pek bir şey yok gibi. Buna rağmen ortaya konulan küçük ama güçlü eylemleri de düşününce dünyanın gittiği yer konusunda ne kadar umutlu ya da umutsuzsunuz?

Raygun: Bilmiyorum. Pek çok insanın tutuklandığını görmek isterim. ABD de bu vahşetin büyük bir ortağı. İşlenen suçların bedelini kitlelerin değil de gücü elinde bulundurup savaş ve insanlık suçları işleyen kişilerin ödemesi gerek. Eğer bu insanlar tutuklanıp yargılanabilse ve bu işlere kalıcı çözüm sunabilse, evet, harika olurdu. Ama bilemiyorum. Kim bilir? Ben bir general değilim, bir grubun solistiyim. Bu tür şeyler beni çok korkutuyor. Ama evet, bu kişilerin yargılanması ve suçlarının hesabını vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu soykırımın yaşanmasını istemiyorum. Dehşete düşüyorum, vergilerimin buna gitmesi de hiç hoşuma gitmiyor.

Stin: Ortaya koyduğumuz küçük eylemlerin bu yönde bir fark yaratıp yaratmadığı ya da bir işe yarayıp yaramadığı sorusuna gelirsek, içimde bir ses işe oldukça karamsar yaklaşıp “Hayır.” diyor. Bu vahşetin suçluları, senin ve benim tahayyül edemeyeceğimiz kadar çirkin. Ama belki eylemlerimiz, bu tür dehşetlere yönelik farkındalığı artırabilir. Belki daha fazla insanı harekete geçmeye teşvik edebiliriz böylece. Bilmiyorum, bu konuda çok da iyimser değilim. Ama deneyebiliriz, değil mi?

Raygun: Buna katılıyorum. Sorunun bu kısmını atlamışım, kusura bakma. Yapabileceğimiz tek şey, hayatlarımızı doğru olduğunu düşündüğümüz şekilde yaşamak. Elbette bu tür şeyler hakkında konuşacağız. Dünyayı değiştireceğimizi düşünecek kadar hayalperest değilim. O kadarı abartılı olurdu. Ama bu konular hakkında konuşmak lazım. Madem kimse konuşmuyor, bari biz konuşalım, değil mi?

Belki de ülkenizin Donald Trump’ı yeniden başkan seçtiği bir zamanda umut kavramından bahsetmek bir hataydı. (gülüşmeler) Kaldı ki siyaset, aşırı sağ bir parti iktidarının ardından sol ya da en azından ‘daha az sağ’ bir partinin iktidara geldiği bir döngüde ilerliyor.

Stin: Evet, Amerika’da bir süredir hikâye tam olarak bu. Popülist adaylar arasında yoyoya benzer bir salınımda ilerliyoruz. Durum buyken ortaya aşırı olumlu sonuçların çıkmasını da bekleyemezsin. Gelecekte ne bekleyebileceğimiz konusuna gelirsek, ben ne bir siyasi uzmanım ne de bir dâhiyim. Şayet azıcık iyimserliğim ya da umudum varsa o da Demokratlar’ın son seçimde bu kadar büyük bir yenilgi yaşamasının onları daha sola kaymaya teşvik edebileceği düşüncesinden geliyor. Sadece daha fazla seçmen kazanmak için popülist ve samimi olmayan bir seçenek olarak sunsalar bile kârımızadır. Bunun gerçekleşeceğine dair pek umudum yok, ama bir umut kırıntısı olarak bunu söyleyebilirim.

Bu yıl yayınlanan ve Filistin direnişine dair harika bir belgesel olan No Other Land’i izlediniz mi?

Raygun: Hayır.

Stin: Ben de izlemedim.

İzlemenizi tavsiye ederim. Peki bu yıl yayınlanan filmlerden favorileriniz hangileri?

Stin: Bu konuda asıl uzman Raygun. Kendi adıma nadiren yeni filmler izlediğimi söyleyebilirim. Yakın zamanda eşimle birlikte The Substance’ı izledim ve çok sevdim. Çok eğlenceliydi. Bana 80’lerden kaliteli canavar filmlerini hatırlattı. Campy bir niteliği vardı ama bunda aşırıya kaçmıyordu. Günümüz korku filmleri bazen kendilerinin o kadar ‘farkında’ oluyorlar ki… Hoşuma gitmiyor bu. Bu filmse abartıyla sadelik arasındaki o dengeyi çok iyi yakalamıştı. Ne bileyim, çok eğlendim. Listemde üst sıraya koyarım. Bir de Kristen Stewart’ın oynadığı film var. Bu yıl mı çıkmıştı? Adı neydi?

Raygun: Love Lies Bleeding.

Stin: Evet. O filmi de çok sevdim. İzlediğim tek yeni filmler bunlardı. (gülüyor)

Ya sen Raygun?

Raygun: Bu yıl The Devil’s Bath’i çok beğendim. Çoğu tarihi filmde insanlar aşırı temiz ve düzgün görünür. Bu hiç gerçekçi bir tasvir değil. Günümüzden çok daha eski bir zamanda yaşamak gerçek bir kâbus olurdu. Şu an temiz ve hijyenik olmaktan oldukça memnunuz, değil mi? İşte The Devil’s Bath de 200 yıl önce bir ormanda yaşamanın ne kadar korkunç olduğu hakkında bir korku filmi. (gülüyor) Tam olarak nerede geçiyor hatırlamıyorum. Avrupa’dalardı ama. Filme bayıldım. Arka planda doğaüstü bir şeylerin olabileceğini düşündüren bir korku filmi, ama aslında tümüyle gerçek hayatın dehşeti üstüne kurulu. İnşa ettiğimiz kurumlar ve bunların neden olduğu deliliği anlatıyor. Her neyse, sanırım The Devil’s Bath, 2024’ten favori filmler listemde zirveye yaklaşıyor.

Bu senenin sonunda vizyona girecek Nosferatu yeniden yapımını izlemeyi düşünüyor musun?

Raygun: İzlerim. Ama (Robert Eggers) neden Nosferatu’yu çekti anlamıyorum. Neden direkt Dracula’yı yönetmiyor? Zamanında Nosferatu’yu çekmelerinin nedeni, Dracula’nın haklarını satın alamamış olmaları değil miydi? Bilmiyorum, bana biraz kasıntı geliyor bu hareket. “Bakın, Nosferatu’yu çekiyorum!” Evet, kesinlikle izleyeceğim. İyi bir filmdir muhtemelen. Anlattığı hikâye aşırı sağlam. Vampirleri kim sevmez ki zaten?

Bilmiyorum sizin için de öyle mi, ama şahsen sevdiğim sanatçıların müzik videolarını izlemeye bayılırım. Bu sizin videolarınız için de geçerli. Siz de böyle bir aktiviteden keyif alacak, bu konuda incelikle düşünecek insanlara benziyorsunuz. Doğru bildim mi? Müzik videolarınızın yönetmenleri ve ekibiyle ortak bir yaratıcı vizyon sahibi olmaya önem veriyor musunuz?

Stin: Müzik videosu izlemeye bayılırım. Hatta son zamanlarda kendimi filmlerden ve dizilerden çok müzik videosu izlerken buluyorum. Özel ve değerli bir format bence. Biraz nostalji de var işin içinde tabii; ama gerçekten harika bir sanat formu olduğunu düşünüyorum. Prodüksiyon kısmı ise bildiğin işkence. Keşke bunu bizim için yapan başlı başına bir departmanımız olsaydı. (gülüyor) Özetle müzik videolarını seviyorum ve özellikle bu albümdeki şarkılar için çok iyi videolar yayınladığımızı düşünüyorum. Paylaştığımız dört video da insanlar tarafından çok sevildi.

Raygun: Evet, katılıyorum. Bu sefer videolara biraz daha fazla katkıda bulunduk. Yönetmenlerle aklımızdaki fikirleri konuştuk. Yine de hepsi gruptan olmayan insanlar tarafından yapıldı. Ben de müzik videolarını çok seviyorum. Stin’in söylediği her şeye katılıyorum.

Yakın zamanda müzik videolarını benim kadar seven bir arkadaşımla konuştum, kimsenin artık onları izlemediğinden yakındık. Malum, MTV çağında da değiliz artık.

Stin: Evet, bu yüzden eskisi gibi karşımıza çıkmıyorlar. Artık onları aktif olarak arayıp bulmamız gerekiyor. MTV zamanlarında olduğu gibi pasif kalmak işe yaramıyor, videolar önümüze sunulmuyor. Hem arayıp bulmak gerekiyor hem de maliyetleri yüksek. Üstelik çoğu durumda sana pek bir getirisi de olmuyor. Bence birçok grup bu yüzden müzik videosu üretmekten kaçınıyor. Grupça çok şanslıyız, bizimle sıfır bütçeyle çalışmaya gönüllü insanlar bulabildik. Sanatçı oldukları için hiçliğin içinden muazzam bir şey yaratmayı başarıyorlar. İzlemesi keyifli, gerçek bir vizyon taşıyan işler çıkıyor ortaya. Yani kesinlikle seninle aynı fikirdeyim. Arkadaşlarla bir araya gelip, farklı videolar açıp “Aa, bunu izlemelisin. Aa, şuna da bak. Süpermiş!” demek en sevdiğim aktivitelerden biri. Bu tür şeylerden gerçekten keyif alıyorum.

Yanılıyorsam düzeltin, ama gruptaki herkes işçi sınıfı ailelerden geliyor, değil mi?

Stin: Evet, öyle olduğunu söyleyebilirim.

Ekonomik olarak ayrıcalıklı bir ailede doğmayan müzisyenler genelde yaptıkları işte tutkulu insanlar oluyor, özellikle de müziğin çoğu zaman ana gelir kaynakları olmadığını düşünürsek. Henüz öyle çok büyük bir grup değilsiniz. Bu dünya sizden bunca şey talep ederken içinizdeki tutkuyu nasıl canlı tutuyorsunuz?

Stin: Ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. 20 yıl boyunca normal bir tam zamanlı işte çalıştım. Bu süreçte müzik yaptım, görsel sanat, yazılar falan ürettim. Bence bazı insanlar için -kendimi de buna dahil ediyorum- bir şeyler yaratmaktan başka opsiyon yok. Ya kendimizi ifade etmenin tek yolu bu oluyor ya da aklımıza takılmış belli fikirler var ve onları başka şekilde dışa vuramıyoruz. Bu tür bir yaratıcılık, işçi sınıfından mı yoksa ayrıcalıklı bir ortamdan mı geldiğimizden bağımsız gelişebilir bence. Bazı insanlar doğuştan böyle oluyor. Ne yazık ki işçi sınıfından olan insanlar, %99.9 ihtimalle bu yaratıcı çabalarıyla geçinme lüksüne sahip değiller. Bence önemli olan şey, para kazan ya da kazanma, yaratmaktan asla vazgeçmemek. İnsanlar yaptığını belki dinler belki dinlemez, ama en azından dünyaya bir şey katmış olursun. Önemli olan bu bence. Bazı insanlar için yaratıcı eylem bir seçenek değil, kişiliklerinin bir parçası, anlatabiliyor muyum?

Raygun: Katılıyorum. Ekleyeceğim bir şey kaldı mı emin değilim. (gülüyor) Hepimiz tüm bu zorluklara rağmen müzik yapmaya devam ettik. Hep şöyle derim: Duyduğun her Chat Pile şarkısı, şu an seninle konuşacak kadar bilinmesek bile var olurdu. Kimsenin dinlemediği, gözlerden uzak bir Bandcamp sayfasında öyle başıboş dururdu. Halihazırda bu grup öncesi öyle birçok albüm yaptık.

Stin: Aynen öyle. Chat Pile’ı kurarken planımız tam da buydu. Kimsenin bu grubu dinleyeceği ya da umursayacağı gibi bir beklentimiz yoktu. Sadece bir şeyler üretmek ve arkadaşlarımıza konserler vermek istedik. Tam olarak da bunu yaptık. Hiçbir zaman öyle kariyer odaklı bir niyetimiz olmadı. Şanslıyız ki yaptıklarımız bir şekilde ilgi gördü.

Raygun: Sanırım buradaki ana fikir şu: Yaratmak önemlidir. Yarat. Sanat için sanat yarat.

Steve Albini ile bu yılın başlarında, vefatından kısa süre önce röportaj yapmıştım

Raygun: Vay, iyiymiş.

Evet. Bana söylediği şu sözler de az önce söylediklerinizle örtüşüyor: “Benim için anlamı en büyük müziklerin, konserlerin ve grupların profesyonel olmayan müzisyenler tarafından ortaya konduğunu biliyorum. Onun yerine müziğe takıntılı insanlar tarafından ortaya kondular. Bu insanlar başlarına silah dayansa yine müzik yapardı.”

Stin: Birkaç kez bahsettiği ünlü bir sözü var: “İki tür müzisyen vardır. Müzik yapmak için çalışan müzisyenler ve çalışmak için müzik yapan müzisyenler.” Bu ikisi arasında büyük fark olduğuna dikkat çekerdi. Biz de hayatımızın büyük bir kısmında müzik yapmak için çalışan insanlardık. Steve’e sevgiler, ruhu şad olsun. Felsefesi hayatım boyunca bana rehberlik etti. Çok büyük bir ilham kaynağıydı kesinlikle.

Gençlik yıllarınızı düşündüğünüzde, müzik tutkunuzu ilk geliştirdiğiniz zamanlardan sizi özellikle değiştirmiş çılgın bir konser anınız var mı?

Stin: Of, anlatabileceğim çok fazla anım var. Bunlardan iki tanesi ben çok gençken, 10. sınıftayken yaşandı: Mudhoney ve Melvins’i izledim. Popülerliklerinin en düşük olduğu dönemdi; 90’ların sonunda, grunge modasının yavaş yavaş geçtiği zamanlardı. İki grubu da oldukça küçük bir kitleye çalarken izledim. Beni etkileyen şey karşımda adamların biraz yaşını başını almış olması, küçük bir kitleye çalmaları, bunu da sadece müzik aşkı için yapıyor olmalarıydı. Bambaşka bir tutkuları vardı. Bunun ötesinde iki grup da yaratıcı açıdan zirve dönemlerindeydi bence. Bu anı hep aklımda kaldı ve üstümde büyük bir etki bıraktı. Büyük bir olaydı, ne kadar övsem azdır.

Beni yıllarca ayakta tutmuş sayısız konser anım var. 16 yaşımdan beri düzenli olarak konserlere gidiyorum, şu an 41 yaşındayım. (gülüyor) Liste oldukça uzun. Bugün bile canlı izlediğim gruplardan ilham alıyorum. Yaşlı bir adam olup buna rağmen bir performansın seni derinden etkilediğini hissetmek harika bir his. Görülebilecek her şeyi gördüğünü düşündüğünde bir şeylerin yine de seni şaşırtabilmesi tek kelimeyle muhteşem.

Raygun: Soruyu sorduğundan beri bu konu üstüne düşünüyorum. Tamam, bir şey buldum: 16 yaşındayken Stephen Malkmus’u canlı izlemiştim. Pavement’in dağılmasından hemen sonraydı, Stephen Malkmus ve The Jicks ilk ortak albümlerini çalıyorlardı. Açılış grubu Bright Eyes idi, o zamanlar kimse onları tanımıyordu. Yaşça benden büyük olan bir arkadaşım bana onlardan bahsetmişti ve bayağı hayran olmuştuk. Konserde karşılarında resmen çıldırdık. Stephen çok nazikti, bizimle muhabbet ettiler. Harika zaman geçirdik. Bahsettiğim kızla da sonradan kendi grubumuzu kurduk. O yüzden bir dönüm noktasıydı diyebilirim sanırım. Hayatımda izlediğim en iyi konser olduğunu söyleyemem, ama kesinlikle harika bir andı.

Stin: Bir diğer önemli konsere yine lise yıllarımda gittim. Bir arkadaşımla ani bir kararla -ve bu tür müziklere pek aşina olmamamıza rağmen- Cannibal Corpse ve Nile’ı izlemeye gittik. Black Seeds of Vengeance dönemi Nile ve muhtemelen Gallery of Suicide dönemi Cannibal Corpse’tu. O dönemlere denk geliyor yani. Beni çok etkiledi. “Vay canına, böyle müzikler de yapılabiliyormuş demek ki!” dedim. Aşırılığı, teknik açıdan verilen emek ve ortaya konulan performans hayatımı değiştirdi. Bir gecede metalci oluverdim, önemli bir olaydı. Özellikle Nile. O ikili içinden özellikle ilgimi çeken onlardı. O dönemin Nile’ına selam olsun.

Müzik dinleme platformunuzun geçmişine baktığınızda dinlediğiniz son üç şey nedir?

Raygun: Eyvah. (gülüyor)

Stin: The Feelies’den Crazy Rhythms, Lee Ranaldo’dan Between the Times and the Tides… Spotify yavaş çalışıyor şu an, kusura bakma. Tamam, yüklendi. Üçüncü albüm de Melvins’ten Ozma.

Kaliteli.

Raygun: Dinlediğim son üç şarkıdan ilki Astrid Sonne’den “Do You Wanna.” Harika şarkı. (ekrana bakıyor) Neyse ki diğer iki şarkı da utanacağım şeyler çıkmadı. Sam Smith ve Normani’den “Dancing with a Stranger”, sonra da Oasis’ten “Live Forever” var.

Süper bir üçlü. Son soru: Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. Chat Pile’ın anıt taşında hangi şarkı sözünüz yazsın isterdiniz?

Raygun: Zor bir seçim. Belki daha yazılmamıştır, ama diyelim ki yazılmış… İlk aklıma gelen “Send my body to Arby’s” oldu. (gülüşmeler)

Stin: Ben de “Hammers and grease” diyecektim. İkonik olduğunu düşünüyorum.

Chat Pile’ın Bandcamp hesabına şuradan göz atabilirsiniz.