Blind Guardian Söyleşisi

Blind Guardian’ın on birinci stüdyo albümü The God Machine 2 Eylül 2022’de yayınlandı ve grup albüm turnesi kapsamında 5 Kasım 2023’te İstanbul’da hayranlarıyla buluşacak. Geçtiğimiz hafta grubun vokalisti Hansi Kürsch ile yeni albümleri, Somewhere Far Beyond Turnesi, gelecekle ilgili planları ve daha birçok konuda uzun bir söyleşi yaptık. Söyleşinin video kaydını Türkçe altyazılarla aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

Merhaba Hansi. Nasılsın?

İyiyim, sen?

Fena değil. İyi olmaya çalışıyorum. Burada durum çok kötü. Bir haftadan fazla oldu ve ölü sayısı maalesef yükselmeye devam ediyor.

Evet. Depremden ilk gün haberim oldu. O sırada ölü sayısını 400-500 kişi olarak açıklamışlardı. Sayı yükselmezse bu büyüklükte bir deprem için umut verici bir durum diye düşünmüştüm. Ama maalesef beklenildiği gibi oldu. Daha da yükseliyor.

Bazı uzmanlar ölü sayısının iki yüz binden fazla olabileceğini söylüyor.

Evet ama bugün bile enkaz altından kurtarılanlar oldu. Yoksa dün müydü?

Evet bugün birkaç kişi daha kurtarıldı.

Çok iyi. Mucize ama en azından umut veriyor.

Keşke hükümet daha hızlı müdahale edebilseydi.

Artık her yerde durum böyle. Hükümetler çok yavaş davranıyor. Diğer kuruluşlar bu boşluğu doldurmaya ve yardım etmeye çalışıyor ama aynı şey değil. Özellikle de depremin olduğu bölgede çok zor.

Evet, hava şartı da durumu daha zor hale getirdi.

Bu kadar soğuk olmasına şaşırdım. Bilmiyordum.

Evet soğuk. Özellikle bazı şehirlerde kışın epey kar yağıyor.

Çok kötü.

Sende ne var ne yok?

Halimden memnunum. Stüdyodayım. Her zamanki işlerle meşgulüm. Şikayet edecek bir şey yok. Şimdiden ilk konserler için hazırlıklar yapıyoruz. Keyfimiz yerinde. Nisanda çalmaya başlayacağımızı görmüşsündür eminim. İlk konser Danimarka’da olacak. Oradan Brezilya’ya gideceğiz. Uzun zamandır Brezilya’da çalmamıştık. Kısacası bizim açımızdan her şey yolunda ve çok heyecanlıyız.

Brezilyalı hayranlarınız da çok heyecanlı.

Evet, heyecanlı ve çılgınlar. Brezilya’da nelerle karşılaşacağımız konusunda meraklıyım çünkü büyük bir festival ve daha önce Brezilya’da bu kadar büyük bir festivalde çalmamıştık.

Çok güzel. Biraz önce Patreon sayfanızda Marcus’la (Siepen) senin videonu gördüm.

Hangisi?

Gelecekle ilgili planlardan, eski ve yeni kayıtlardan bahsediyordunuz. Daha fazla detay vermemişsiniz ama bazı eski çalışmalarınızı yeniden kaydettiğinizi söylüyordunuz.

Yıldönümünü kutladığımız bazı şeylerin üzerine çalışıyoruz. Ayrıca bazı şarkıların ön prodüksiyonlarına başladık. Yıldönümü ile ilgili olanlar bitti sayılır. Şarkı yazmaya başladık. Birçok farklı hedefimiz var ama asıl odak noktamız konser set-up’larında. O konuda yapılacak çok iş var.

Yıldönümünü derken, Somewhere Far Beyond albümünden mi bahsediyorsun yoksa başka bir şeyden mi?

Evet, başka bir şey. Çok fazla şey söylemek istemiyorum çünkü kesin olarak kararlaştırılmadı. O yüzden şimdi bununla ilgili konuşmak pek mantıklı değil ama Somewhere Far Beyond’un ötesinde bir şey olduğunu söyleyebilirim. Somewhere Far Beyond çantada. Geçtiğimiz sene boyunca, hatta turneden önce bile bunun üzerine çalıştık. Çoğu kısmı için bir şeyler yapıldı ve bitirmemiz gereken şeyler kaldı. Sonrasında böyle bir çalışmayı gün yüzüne çıkaracak doğru zamanı bulmamız gerekecek.

Güzel. Sürprizler var demek.

Evet. Heyecan verici bir şey olduğunu söyleyebilirim. Esasen ilk başladığımızda konserlerin canlı kayıtlara birkaç şey ekleriz diye düşünmüştük. Yani temel fikir provaya girip Somewhere Far Beyond’un canlı kayıtlardaki ve stüdyo kaydındaki hali arasında bir şey olacak, gelişigüzel bir versiyonunu çalmaktı. Ama işe başlayınca 1992’de yaptığımız şeye meydan okuyacak bir sonuç alma konusunda hepimizin gayet hırslı olduğu ortaya çıktı. Şu an mixlerini yapıyoruz. Çok iyi bir iş çıkardığımızı düşünüyorum. 1992’dekine çok yakın bir şey ve bunu başarı olarak görüyorum.

Ne zaman yayınlanacağına dair aklınızda herhangi bir tarih var mı?

Pek sayılmaz. Yeni başladık ve yeni yıla kadar bitirmeyi hedefliyoruz. Epey meşgulüz ama özellikle böyle şeyler söz konusu olunca hiçbir zaman kesin bir programımız olmuyor. Bu yıl içinde olabilir ama 2024’e de erteleyebiliriz. İlk planımız Somewhere Far Beyond’un turnesini 2021’de yapmaktı. Öyle olsaydı o zaman albümün 30. yılı olan 2022’de yayınlamak zorunda hissedebilirdik. Ama her şey sallantıda olduğu için bütün zaman çerçevesi hiçliğe karıştı. Artık her şeyi olduğu gibi kabul ediyoruz. Ama hızlı ilerliyoruz. Tabii yayın tarihi, plak şirketi ve diğer ortaklarımıza da çok bağlı.

Türkiye’deki hayranlarınıza güzel başka bir haberimiz daha var. İstanbul’a geliyorsunuz.

Sonunda! Brezilya ile aynı durum. Çok uzun zaman oldu.

Evet, 2015’ten bu yana… 2016’da da bir konser olacaktı ama iptal edilmişti. Sanırım İstanbul’da bir terör saldırısı olmuştu. Yedi yıl olmuş.

Evet. Zaman su gibi akıp geçiyor. Zaman aralığını ne kadar kısa tutmaya çalışsak da tam tersi oluyor ve Türkiye ile ilgili de aynı şey oldu. Yeni albümü de çok daha önce yayınlamak istemiştik aslında. Her ülkeye tekrar gitmek istedik, elbette Türkiye’ye de ama her şey kontrolümüzden çıktı. En sonunda böyle konserlerin mümkün olduğu normal rutine döndüğümüz için mutluyum. Ama haklısın, 2016’da öyle bir konser vardı. Tam olarak neden iptal olduğunu hatırlamıyorum. Belki politik durum yüzündendi.

Evet, İstanbul’da havaalanına bir terör saldırısı olmuştu. Umarım Kasım’da böyle bir iptal söz konusu olmaz çünkü seçimler yaklaşıyor.

A! Seçim Kasım’da mı?

Hayır. Mayıs’ta olacağı söyleniyordu ama deprem yüzünden ertelenebilir. Ne olacağını hiç bilmiyorum. Burada her şey çok karmaşık. Umarım herhangi bir sorun olmaz.

Tahmin edebiliyorum. Burada durumun normalde nasıl olduğunu ve her şeyin nasıl daha karmaşık hale geldiğini düşününce Türkiye’de şartların daha zor olduğunu zannediyorum. En iyisini umalım. Umarım seçimden sonra her şey normale döner ve bu, Kasım’dan önce olur. Ama ne olursa olsun Türkiye’ye gelmeye niyetliyiz.

Umarım. Ben biletlerimi aldım. 19 yaşındaki kuzenim de benimle gelecek. Sizi ilk defa geçen sene Atina’da izledi. Çok heyecanlıydı. Kasım’daki konser için de çok heyecanlı.

Kasım’da daha iyi çalacağız. Yunan seyircisi çok iyiydi. Güzel de bir gündü ama ben çok hastaydım. Türkiye’ye geldiğimizde umarım böyle bir şey olmaz ama şu an gayet zindeyim.

Bu arada İstanbul konserinin sahne önü biletleri neredeyse tükendi. Ankara ya da İzmir’de de çalma planınız var mı?

Bu konuda herhangi bir şey duymadım. Şimdiye kadar konuşulmadı. Böyle bir şey olursa sürpriz olur çünkü İstanbul konseri sonrası için bir konser programı var ama sanırım henüz açıklanmadı. Teknik olarak mümkün. Birkaç boş günümüz var ama herhangi bir şey duymadım. Bilet satışlarının iyi gittiğini bile bilmiyordum. Oranlar konusunda bir fikrim yok. Beni aşan bir konu. Pek dikkatimi vermiyorum çünkü çok fazla iş yükü demek olur.

Anlıyorum. Geçtiğimiz yıl Blind Guardian’ı Somewhere Far Beyond turnesi kapsamında dört kez izledim. Biri Atina’da, üçü Almanya’daydı. Belki hatırlarsın; Oberhausen konseri sonrasında konuşmuştuk. O konserlerin en keyifli anlarından biri seyirciye “Black Chamber”ı söylettiğin anlardı.

Ah! (gülüyor)

Pek iyi olmadı.

Şarkıyı hızlı geçtik, emin olabilirsin (gülüyor). “Black Chamber” birçok defa hem bizim hem de seyircinin kafasını karıştırdı çünkü seyirci ne yapması gerektiğini bilmiyor anlaşılan. Şarkının farklı yerlerinde mikrofonu seyirciye bıraktım ama yüzde yetmiş ya da sekseninde bir şeyler yanlış gitti. Eğlenceli ve komikti. Zaten canlı performans da aslında bu demek. Seyircinin eşlik etmesi için tahmin ettiğimden daha zor bir şarkı galiba.

Evet öyle ama elimizden geleni yaptık.

İyi denemeler vardı. Şarkıyı söylemeye devam ederek durumu kurtaran birkaç kişi vardı. Bir seferinde, galiba Oberhausen konseriydi, şarkıyı durdurmak zorunda kaldık ve ben seyirciyle konuşmaya başladım. Ama çoğu seferinde geceyi kurtaran bir ya da iki kişi çıktı.

Peki, The God Machine albümüne geçelim. Yayınlanalı epey zaman oldu. Albüme gelen tepkileri gözlemleyebilme şansınız oldu mu? 

Çok iyi karşılanacağını bekliyorduk ve öyle de oldu. Pek kötü eleştiri duymadım. Hatta pek şikayet bile olmadı. Albümlerimizi beğenmeyenler olur genelde ama bu albümü dinleyenlerin yüzde doksan yedi doksan sekizi beğendi diyebilirim. Hatta beğenmeyen yüzde iki de pek ses çıkarmadı sanırım. Hayranlara hitap eden bir albüm oldu. Tepkiler çok iyi. Bunu esasen bekliyorduk ama gerçekleştiğini görmek bambaşka bir şey. Elbette her zaman sürprizlerle karşılaşma ihtimaliniz var. Bazı albümlerde insanların muhtemelen beğenmeyecekleri şeyler olduğunu fark edememiştik ama bu albümden çok eminiz.

Albümde en çok sevdiğin şarkı hangisi?

Onca yıllık çalışmadan sonra ve albümü evde kendim de dinledikten sonra “Secrets of the American Gods” diyebilirim. Albümdeki en güçlü şarkı o. Uzun zamandır yazdığımız en destansı şarkı olduğunu düşünüyorum.

Evet, müthiş bir şarkı. Benim favorim hala “Life Beyond the Spheres”. Bu şarkıyı çok sevdim.

Evet, çok güzel bir şarkı ve tabii daha progresif olanlardan biri. Biraz “Bright Eyes” geleneğinde bir şarkı olduğu söylenebilir. Gerçi “Bright Eyes” “Life Beyond the Spheres”e göre daha ticari ve daha basit bir şarkıydı. “Life Beyond the Spheres”in müthiş bir atmosferi ve muhteşem kısımları var. Ben de seviyorum ama albümdeki şarkılar arasında kaydetmesi ve bestelenmesi daha zor olanlardan biriydi. Ön-prodüksiyon aşaması bizi epey uğraştırdı ama sonuç mükemmel oldu.

Biraz uzun ve karmaşık bir sorum var. Biraz da özel olabilir. Cevaplamak istersen sorun değil. Albümün adı The God Machine. Bazı şarkılar tanrı kavramıyla epey uğraşıyor ve tanrıyla sorunları var gibi görünüyor. Mesela “Deliver Us From Evil”da “Fark ettim ki Tanrı ölmüş olmalı” diyorsun. Ya da “Damnation”da “Yürüdüğüm yollardan çekinen bir Tanrıyla uzlaşabilir miyim? / Artık ona güvenmiyorum” diyorsun. Bu sözler sadece ilham aldığın hikayeler ya da kitaplarla mı ilgili yoksa senin Tanrıya ya da herhangi bir yaratıcı güce olan tutumunu da yansıtıyor mu?

Her şey anlatı ve kurgularla ilgili. Gerçekte bile böyle. “Damnation” şarkısı kurgusal bir tanrı hakkında. Hikayenin ana karakteriyle çok alakalı. Şarkıyı söyleyen ve hikayeyi onun bakış açısından anlatan da ben olduğum için ana karakter ben oluyorum. İlahlar ve doğrudan tanrıyla ilgili bu kadar şeyin olması başlangıçta bir tesadüftü diyebilirim, tabii tesadüf diye bir şey varsa. “Deliver Us From Evil” Püritenler ve New England’daki cadı mahkemeleri üzerine. Bu da esasında Arthur Miller’ın Cadı Kazanı (The Crucible) oyunundan esinlendi. Tabii oradaki tanrı “bizim” tanrımız – Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Musevilerin tanrısı. Ve bu hikayede anlatılan şartlarda, eminim ki tanrıya inansanız da inanmasanız da, hepimiz terk edilmiş ve kaybolmuş hissederdik. “Deliver Us From Evil”ın hikayesindeki durumda tanrının varlığını sorgulamak için iyi bir sebep var. Ve tanrı varsa ve böylesine bir vahşeti ve çılgınlığı durduramıyorsa o zaman tanrının ölmüş olup olmadığını sorgulamak yadırganmamalı. Esasen bu din ya da tanrıdan çok insanlığı eleştiren bir bakış açısı çünkü din New England’da olan biten şeyin sadece bir parçası, günümüzde olan bitenlerin de öyle…

Senin de dediğin gibi “Deliver Us From Evil” Arthur Miller’ın Cadı Kazanı oyununa dayanıyor. Bir röportajda Arthur Miller’dan ve Amerika’da McCarthy dönemindeki komünist avından bahsettiğini duydum. Oyunu okumadığım için McCarthycilik ile ilgisini bilmiyordum. Biraz bahseder misin?

Aslında gayet açık. Hikaye hep aynı. Tarih bu olayda da tekerrür ediyor. İnsanlar çılgın ve birbirini bir şeylerle itham ediyor. Nereden bakarsanız bakın, komünist avı olsun, son dört beş yılda yaşadıklarımız olsun, hepsi insanları başkalarını suçlayıp kendilerini doğru addetmesinden ibaret. O yüzden bu çok gerçek bir hikaye. Arthur Miller demiş ki bu oyun eğer bir ülkede sahneleniyorsa o ülke ya totaliter bir sistemden yeni kurtulmuştur ya da totaliter bir sisteme dönüşmek üzeredir. İşte bu konuda sürekli dikkatli ve uyanık olmamız lazım ve kendi adımıza düşünmemiz lazım. Bence Arthur Miller bunu söylemeye çalışıyordu. Elbette McCarthy döneminde başı büyük bir beladaydı ve içinde bulunduğu durumu cadı avına uğrayan insanlara yansıttı. Ve bu tekrar tekrar yaşadığımız bir şey. Bir türlü sonu gelmiyor. Çok gerçek bir şey.

Evet. Dediğin gibi maalesef günümüz toplumu ile çok büyük benzerlikleri var.

Doğru. Ve hiçbir zaman nereden geleceğini göremiyorsun. Birdenbire ortaya çıkıyor ve illa dini itikatlarla değil insanların itikatlarıyla da çok ilgisi var. Bir kere yanlış yılan terbiyecilerine inanmaya başladın mı başın belada demek ve inanmaya devam ettikçe diğer insanların başına da bela olabiliyorsun.

Kitaplardan bahsetmişken, bir keresinde Naomi Klein’ın Şok Doktrini kitabını önerdiğini hatırlıyorum. Duyduğuma çok sevinmiştim. Ben de bu kitabı her dönem öğrencilerime öneririm. Beğendiğin başka kurgusal olmayan kitaplar neler? Ya da belki Şok Doktrini ile ilgili söylemek istediklerin vardır.

Şok Doktrini ve genel olarak kitaplar – kim tarafından yazılmış olursa olsun – gazetelere ve televizyon ya da radyo haberlerine kıyasla kendi zamanları için daha iyi görgü tanıkları. Gazeteler ve haberler belli bir çerçeveye sahip ve manipüle ediliyor. Elbette Naomi Klein gibi bir yazarın da kitabı yazarken belirli bir niyeti var ama bu amacın arkasında duruyor ve yazdığı kitap sonsuza kadar orada duracak. Bu yüzden yazdığı şey her neyse onu kendinden emin bir şekilde ve mevcut duruma dair bir bakış açısıyla yazıyor. Gelecekte bazı şeyler değişebilir ve hatta bazı şeyler yanlışlanabilir ama değindiği bir şey var ve olan bitene dair bakış açısını aktarıyor. Toplumun nasıl işlediğini veya nasıl manipüle edildiğini ve işlerin seçkinler tarafından nasıl yönlendirildiğini oldukça ciddi ve derinlemesine araştırmış. Nereden baksanız bakın, durum bu. Bu politik bir şey ve bazı konularda perdenin düşmesini sağladı. İnsanların bunu yapması lazım. Kendiniz için düşünmeli ve kendi sonuçlarınızı çıkarmalısınız. Size gerçekten başka bakış açılarını gösteren böylesine devasa bir kitap ve Klein gibi birinin rehberliğiyle bunun çok daha kolay olduğunu düşünüyorum. “İlericiler iyidir, muhafazakarlar kötüdür” gibi bir şey değil bu. Bazı noktalarda hepsi kötü olabilir. Kitapta çok önemli şeyler söylediği için okunmasını öneriyorum. Bu gezegende neyin yanlış gittiğini görmek gerçekten etkileyici. Birçok kitap yazdı ve hem sağdan, hem soldan, hem de merkezden eleştiriliyor ve bence bu çok iyi bir işaret (gülüyor). Bu, dürüst olmaya çalıştığı, bir şeyler söylemeye ve hikayesini anlatmaya, olaylara bakış açısını ortaya koymaya çalıştığı anlamına gelir. Değerli sezgileri olduğunu söyleyebilirim. Her şeyin tamamen doğru olup olmadığını kontrol etmedim ama vardığı sonuçlar oldukça mantıklı ve düşünmenize yardımcı oluyor. Kendi sonuçlarınızı çıkarmanız lazım. Büyük düşünür Immanuel Kant’tan beri bu böyle. Anlayamayabilirsiniz. Ben de her şeyi anlayabiliyor değilim. Ama kendi adınıza düşünecek cesarete sahip olmalısınız. Bu da okumakla mümkün olabilir. Naomi Klein okumak da dünyanın en kötü şeyi değil. Tam tersine, çok iyi bir başlangıç. Biraz karmaşık gelebilir ama sezgileri oldukça doğru ve güncel olduklarını söyleyebilirim. Şok Doktrini bile güncel. Hiçbir şey değişmedi. Hatta bazı şeyler daha da belirgin hale geldi. Yakın zamanda bir kitap okudum. Kitabın adı Tanrıların Ölümü (The Death of the Gods, Carl Miller) ve yeni süper güçlerin yükselişiyle ilgili. Çok az sayıda insanın büyük bir gücü yüksek teknoloji şirketleri sayesinde elde ettiğini açıklamaya çalışıyor. Gözetim kapitalizmi üzerine. Kitap bunları anlatmaya çalışıyor. İktidarın nasıl değiştiğini, iktidar araçlarının başka ellere nasıl aktarıldığını görmek ilginç ama insanların iktidarı koruma biçimleri hemen hemen aynı. Ve bu her zaman çoğunluğun iyiliği için olmuyor. Bunu açıkça görmek lazım. Elbette her şeyi yöneten bariz bir süper güç yok ama finansal başarıları ve ellerindeki araçlar sayesinde çok fazla güce sahip olan insanlar var. Birisi interneti kontrol ediyorsa, bu elbette bir şey ifade ediyor. Bunu yapan insanların sayısı çok az ve her şeyi manipüle edebilirler. Oldukça ilginç bir kitap çünkü bilgisayar korsanlığının erken başlangıçlarıyla başlıyor ve sonra çok farklı bir yöne gidiyor. Carl Miller da çok derin araştırmalar yapmış ve ilginç yöntemler kullanmış. Çok beğendiğim bir kitap.

Mutlaka göz atacağım. Müziğe geri dönersek, yakın zamanda yapılan bir söyleşide André kısa nakaratları tercih ettiğini ama senin uzun ve belirli belirsiz nakaratlardan hoşlandığını ve nakaratlara bütün bir kitabı sığdırmaya çalıştığını söylemişti.

Evet (gülüyor). Her hikayenin iki yüzü vardır. Şunu söylemeliyim ki, çok küçük kısımlara mümkün olduğunca çok öğe koymayı seven aslında André. Ben bazen buna tepki gösteriyorum. Aynı anda devam eden ve üst üste binen birçok şey oluyor. André’nin bunu söylemesi ilginç çünkü bunları temizlemek ve daha düz hale getirmek istediğimde, herhangi bir şey eksik kalacak diye ilk şikayet eden o oluyor. “Blood of the Elves”in nakaratı mesela. “Deliver Us From Evil”da sorun yoktu ama “Blood of the Elves”teki çok yoğun yapıyı o istemişti. O yüzden bunu duyduğuma şaşırdım. Basit nakaratlara gelince, “Valhalla”nınki gibi bir nakarat yapmak beni rahatsız etmez ama şarkı yapıları artık çok farklı, o yüzden kısa ve eşlik etmesi çok kolay olan nakaratların Blind Guardian’ın hayatına tekrar dahil olacağına pek inanmıyorum. Benim ikilemim şu, belki André de bunu demek istemiştir: Anlatacak bir hikayem varsa kelimeleri defalarca tekrarlamayı sevmiyorum. Aynı kısım ya da nakarat bile olsa sözleri az da olsa değiştirmeyi tercih ediyorum çünkü diğer türlü kopyalayıp yapıştırmaktan farklı olmuyor. Bu da sevdiğim bir şey değil. 

Anlıyorum. The God Machine’e dönersek, “Life Beyond the Spheres” şarkısının çok küçük bir kısmı bana Led Zeppelin’in “Kashmir” şarkısını anımsatıyor. Bunu özellikle mi yaptınız? Şu yüzden soruyorum, Demons & Wizards’ın son albümündeki “Final Warning” adlı şarkıda da Led Zeppelin etkisi vardı.

“Final Warning”in son kısmını ilk duyduğumda bunu fark etmiştim ve vokalleri de bu yönde düzenlemiştim. O şarkıda bunu biraz isteyerek yapmıştık. “Life Beyond the Spheres”de böyle bir benzerlik olduğunu fark etmedim. Sanırım o benzerlik hissi André’nin ayarladığı set-up’tan ileri geliyor. “Kashmir” şarkısını bildiğinden eminim ama bence bu onun için büyük bir ilham noktası değildi. Bu yüzden tamamen tesadüf olduğunu düşünüyorum. O kısmı duyduğumda bunu fark etmedim ama kısa bir süre sonra bazıları böyle bir bağlantı olduğundan bahsetti. Eğer geçmişe dönüp herhangi bir karşılaştırma yapacak olsam şarkıyı dinlediğimde ve vokallerini yaparken daha çok Rainbow’un “Stargazer”ına benzetmiştim. Daha çok o yönde olduğunu düşündüm ve şarkı bana çok modern tınlamıştı. Benim için bir “Kashmir” bağlantısı olduğu açık değildi ama bunu söyleyen çok oldu.

Ayrıca elinizde on dört şarkı olduğunu ama bazılarını albüme dahil etmediğinizi duydum. İleride bu şarkılar üzerine çalışmayı düşünüyor musunuz? Bir de Cervantes ile ilgili olan şarkıdan biraz bahseder misin?

Albümün prodüksiyonu sırasında tamamladığımız tek şarkı oydu. Adı “Trial By Fire”. Progresif bir yapısı ve biraz da 80’ler metal müziği havası var. O yüzden albümün müzikal bağlamına uymadığını düşündük ve başka bir zaman kullanmak üzere kenara ayırdık. Bu şarkı bir gün kesinlikle yayınlanacak. Nasıl bir formatta olur, onu şu an kestiremiyorum çünkü şarkı yazımına başladığımızda ortaya çıkan şarkılar şu an “Trial By Fire” adını verdiğimiz şarkının aksi istikametinde olursa oraya da dahil edemeyiz. Ama bu daha sonra düşünülecek bir mesele. Şu an yeni bir şey yayınlama sürecinde değiliz çünkü The God Machine yeni yayınlandı. O şarkıyı Cervantes ve Don Kişot’a ithaf ettim. Çok güzel sözleri var. Her ne kadar albüme almama konusunda ısrar edenlerden biri olsam da aldığımız bu karar canımı sıkmıştı. Hem sözleri güzel hem de çok ilginç bir şarkı. Beğenileceğini düşünüyorum ama daha progresif bir tarafta. “Life Beyond the Spheres”la karşılaştıramam ama daha progresif olduğunu söyleyebilirim. Diğer şarkılar da epey farklı tınılarda. Bu şarkıların hepsinde bizi rahatsız eden bir şeyler vardı. Biri müzikal bağlama uymadı, başka bir tanesi tam anlamıyla bitirilemedi çünkü herkesi memnun etmemişti. Mantıklı bir karardı. Bu tarz şeylerde emin değilsen bir kenara bırakmak lazım, ki bitmiş şarkılarımızın prodüksiyonları bile çok uzun zaman alıyor. “Misery Noir” adını verdiğimiz bir şarkı var. Çok progresif ve caza yakın bir şarkı. Herhangi bir suç filminin müziği olabilir. Bir şey söylemek zor ama sanırım günün birinde bunu da tamamlayacağız çünkü altı dakikalık bir müzikale benziyor ve çok şüpheli bir atmosfere sahip. Bu yüzden ileride yayınlarsak güzel olur. Kendine has karakteri olan bir şarkı. Dinleyiciye sunmak için doğru zamanı beklemek lazım. Geri kalanları ise bilmiyorum. Bunlarla ilgili fikir üretebiliriz. Tamamen unutulmuş değiller ama sandık odasına kapatıldılar ve bir daha gün yüzü görebilirler mi bilmiyorum.

Birkaç ay önce Blind Guardian Premium adını verdiğiniz bir Patreon projesi başlattınız. Fikir nasıl ortaya çıktı ve gelecekle ilgili aklınızda neler var?

Yıllar önce bahsi geçen bir konuydu. Bizimle iletişime geçen bir şirket şimdiki projeye benzer bir şey oluşturmak istiyordu. İlk kez o zamanlar böyle bir şeyi düşünüldü ama gerçekleşmedi. Neden, bilmiyorum. Belki Korona yüzünden ya da belki şirket bundan vazgeçti ama biz üzerine düşündük. Biri bu fikir için Patreon’un uygun bir platform olduğunu söyledi. Böyle bir proje için gayet uygun olduğunu düşünüyorum. Bu fikrin arkasındaki itici güç fan kulübe benzer bir şey oluşturmaktı çünkü sosyal medya bugün çalıştığı şekliyle fan kulüp tarzı şeylerin parçası olmak isteyen insanlarla bağ kurmanıza şans tanımıyor. Bu projeyi tam da böyle görüyoruz. Grupla ilgili ek bilgiler sunuyor. Elbette insanları mutlu etmek için hala Facebook, YouTube ve diğer platformlardan paylaşım yapıyoruz ama yaptığımız işlere ya da gündelik hayatlarımıza daha yakından bakmak isteyenlere Patreon aracılığıyla bu şansı sunuyoruz. İyi bir fikir olduğunu düşünüyorum.

Bence de. Hatta bazı gruplar bütün konserlerini kaydedip mp3 ya da CD formatında resmi “bootleg” olarak yayınlıyorlar. Bunu dikkate alırsanız güzel olur. Böyle bir planınız var mı biliyorum.

1991 ya da 1992’den itibaren konser kayıtlarımız var. André’nın apartmanında bir yerde. André bunların hepsini topluyor ama iyi kayıtlar değil. Tam olarak böyle bir yol izler miyiz bilmiyorum ama amaç insanlarla daha yakın bağlar kurmak ve bir yandan da onlara grup hakkında fikir vermek. Konserler bunun için bir seçenek olabilir. Her konser için bunu yapar mıyız bilmiyorum ama bu tarz şeyler sunmak için uygun durumlar olabilir.

Seninle en son üç yıl önce konuşmuştuk ve o zaman Amazon’un Güç Yüzükleri dizisini izlemeyi düşünüp düşünmediğini sormuştum. İzledin mi?

Hayır izlemedim (gülüyor). Zaman Çarkı ve daha birçok dizi beni rahatsız etmişti, o yüzden Güç Yüzükleri’ne şans vermeyi düşünmedim bile. Kulağıma gelenler yetti. İzlememem gerektiğini söyleyenler oldu. Çok mantıksız. İkinci sezonu çekecekler mi merak ediyorum çünkü tam bir fiyasko oldu. Willow’u da izlemedim. Filmini sevdiğim için izlemek istemiştim ama konuştuğum insanlar “Sakın izleme. Onu da mahvetmişler” dedi. Onu da es geçtim. Aslında Star Wars konusunda biraz daha açık fikirliyim.

Ben hata edip izledim. Gerçekten berbattı.

Ama en azından artık biliyorsun (gülüyor). İkinci sezon olursa izlemezsin.

Zaten son birkaç bölümü izlemedim. Birkaç kısa sahne izlemişimdir.

Üçüncü Çağ üzerine miydi yoksa daha öncesine mi gitmişlerdi ve niyetleri neydi bilmiyorum ama Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit’i ayrı tutarsak Tolkien evreni bir çeşit kronoloji. Olayların anlatımı ve düz cümlelerden ibaret. Bununla birçok şey yapabilirsiniz ve birbirine bağlayabilirsiniz ama orijinale sadık kalmak çok zor olmamalı. Kendi hikayelerinizi uydurmanıza gerek yok. Peter Jackson bunu yaptı ama bazı insanların çok ileri gittiğini düşündüğü Hobbit’te bile Tolkien evrenine saygısını gösterdi ve bir şekilde ona sadık kaldı. Bazı yerlerde o da uçlara gitti. Yüzüklerin Efendisi ve Tolkien’le ilgili herhangi bir şeyi filme aktarmaya çalıştığınızda dikkatli olmanız gerek çünkü imgeleri ve Tolkien’in kelimelerle yarattığı dünyaların ve kelimelerinin etkilerini mahvedebilirsiniz.

Haklısın. Sanırım Legacy of the Dark Lands albümünü grupla birlikte canlı çalmayı düşünüyorsunuz. Böyle bir şey duydum.

Evet ama beş yıldan önce olmaz. Krefeld’de bir konser olacak. Sanırım önümüzdeki hafta. Krefeldli grupların senfonik orkestranın eşliğinde çalacağı yerel bir festival. Organizatör bana ulaştı ve katılmamızı teklif etti. Ama geçtiğimiz Aralık’a kadar çok meşguldük ve yeni yıldan sonra da durum değişmedi. O yüzden teklifi geri çevirmek zorunda kaldım ama sonra Legacy of the Dark Lands albümünden iki enstrümantal şarkı çalma fikrini sundu. Bu yıl sadece bu olacak. Albümün prömiyeri olacak bu. Onun dışında şimdilik bir kenarda duruyor. Çok uğraştıracak bir şey ve iyi bir konsept bulmamız lazım. Şu an The God Machine konsepti için çalışıyoruz. O gayet kolay ama Legacy of the Dark Lands’e gelince iş başka.

Anlıyorum. Somewhere Far Beyond turnesi için bir DVD yayınlayacak mısınız?

Görüntü kaydı yayınlayacağız sanırım. Imaginations From the Other Side’ın yıldönümü için yaptığımıza benzer bir şey yapabiliriz. İki konser profesyonel olarak kaydedildi: Biri Gelsenkirchen’de Rock Hard Festival’inde ana grup olarak sahne aldığımız konser, diğeri de Clisson’daki Hellfest konseri. Bu kayıtlara göz atmadım ama DVD için ikisinden birini kullanabiliriz diye düşünüyorum. Canlı CD kaydı için elimizde çok malzeme var. Farklı konserlerden farklı şarkı kayıtlarını içeren bir kayıt olur muhtemelen. Bu tartışmamız gereken bir şey. Bir de demin söylediğim gibi Somewhere Far Beyond’un yeni kaydı var. Çok ilginç bir şey olacak ve umarım bu yıl yayınlayacağız. Ama beklemediğimiz bir şey olursa 2024’e kalır.

Kişisel olarak bir Nightfall in Middle-Earth turnesi de görmek isterdim ama sanırım o albümdeki bazı şarkıları canlı çalmanız çok zor, değil mi?

Evet canlı icra etmek epey zor ama alternatifler üzerine çalışıyoruz. Nightfall in Middle-Earth için bir yıldönümü turnesi yapacağımızı sanmıyorum çünkü The God Machine turnesine çıkacağız. O bittikten sonra da başka turneye çıkmayız büyük ihtimalle çünkü yeni şarkılar yazma zamanı gelecek. O yüzden Nightfall in Middle-Earth turnesi fikrini şimdilik bir kenara bıraktık. Ama Blind Guardian söz konusu olduğunda beş yıl çok hızlı geçiyor. 2028’de bir Nightfall in Middle-Earth turnesi olabilir. İşler yolunda gitmezse 2029 olabilir. Göreceğiz. Üstelik artık bu tarz şeylere hazırlanmak için farklı yöntem ve yeteneklere sahibiz. Bu yüzden tamamen imkansız değil. Dört ya da beş yıl önce albümün tamamının çalınması konusunda daha savunmacı olabilirdim ama çalınabilir. Elbette bazı tavizler verilecek. Albümdekinin bire bir aynısı olmayacak ama ona yakın bir noktaya yaklaşıyoruz. Tabii bu vakit alacak. Bu kesinlikle düşündüğümüz bir şeydi ama şimdilik bu fikirden vazgeçtik.

Bitirmeden önce, hayranlardan gelen iki sorum var. İlki “The Last Candle” şarkısının hikayesi ile ilgili. Şarkının sözleri neyi anlatıyor?

Albüm kapağı ve arka kapak resmiyle çok yakından ilintili. Elinde altın çuvalı olan cüce ve alacakaranlık salonundaki gardiyanın dahil olması fikri mi yoksa şarkının hikayesi mi önce gelmişti emin değilim. Sanırım önce albüm kapağının konsepti ortaya çıkmıştı. Bundan, alacakaranlık dünyasını ve cücenin ihanetini anlatan tipik bir seksenler fantezi hikayesi inşa etmeye çalıştım.

Şarkının bazı sözleri, mesela ağaçlarla ilgili olan kısmı bana Tolkien’in hikayelerini, özellikle Yüzüklerin Efendisi’ni andırıyor.

Doğru. Çok benzer şeyler. Hatırlıyorum da o zamanlar başka bir kitap okumuştum ve “The Last Candle” için onu alternatif olarak düşünüyordum. 80’lerde yazılan çoğu kitap gibi bu kitabın da Yüzüklerin Efendisi’nden esinlendiğinden eminim. Bence bağlantı oradan geliyor ama düz bir hikaye anlatımıydı aslında.

İkinci sorum, günün birinde “All The King’s Horses”ı canlı çalacak mısınız?

Bazen kafam karışıyor. Bir kez çalmayı denemiş miydik emin değilim. Mümkün tabii. Özellikle bir unplugged konser ya da baladlara ağırlık verdiğimiz bir turne yapacak olursak onu da çalmayı düşünebiliriz. Bu sene için listede yok, o yüzden çalmayacağız. Ama ileride olabilir.

Hayranlarınızın sevdiği ama hiç çalmadığınız çok şarkınız var.

Evet ama “All The King’s Horses”ın çok sevilen bir şarkı olduğunu bile bilmiyordum. Mesela Spotify’a baktığımda şarkıların sıralamasını ve yıllar içinde nereden nereye geldiklerini görebiliyorum. Bu platformlar söz konusu olduğunda “hayranların favorisi”nin net bir tanımı var. Apple, Spotify ya da diğer başka platformlarda durum aynı. “Skalds and Shadows” insanların çok sevdiği bir şarkı ve uzun zamandır hiç çalmadık ama “All The King’s Horses”ın çok sevildiğini bilmiyordum.

Belki çok sıkı hayranlar arasında demeliydim çünkü Blind Guardian hayranı olan arkadaşlarımdan duyuyorum. Bir de “Curse My Name”i hiç çalmadınız sanırım.

Onu da çalabiliriz. Hayranların sevdiği şarkılardan biri de o. O konuda haklı olabilirsin. Zor bir şarkı. Bu yıl listede olmadığı için mutluyum ama günün birinde şarkının, step dansı ve üst üste binen nakaratların olduğu orta kısmı için bir çözüm bulmaya çalışabiliriz. Belki “Wheel of Time”da yaptığımız gibi sadece Frederik’in (Ehmke) çaldığı, arkada bir videonun oynadığı ve diğer herkesin bir şeyler içtiğine benzer bir çözüm olur. Bu bir seçenek ama bahsettiğim orta kısmı canlı çalabilmek çok fazla enerji ve zaman alacak bir şey. Bu da şarkıyı çalma ihtimalimizi azaltıyor. Ama bunun gibi bir çözüm bulursak günün birinde çalmamız çok mümkün.

Tüm fotoğraflar Dirk Behlau’ya aittir.

5 Kasım 2023’te Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde düzenlenecek Blind Guardian konseri için biletlerinizi Hammer Müzik, Biletix ve Passo‘dan temin edebilirsiniz.