Ne ilginçtir ki insan için anın içinde kalabilmek, onun ne olduğunu, nasıl yönetileceğini ve idrak edileceğini bilebilmek epey zor bir iş. Kitaplar, filmler, öğretiler veya sporlar. Sanat, iletişim veya din. Hepsi insan için tek bir şeyi arzular; anı yakalayabilmek. Haiku, bu arzu ile yazılan geleneksel bir Japon şiir türü. Japonların sadeliğine, minimalist yaşam felsefesini ve geleneklerinin temelini oluşturan basitliği pek bir sevmiş, bunu 21. Yüzyıl’da sürdürdüğümüz yaşantımızın neredeyse –işten eve, ilişkilerden beklentilere kadar- her anına uyarlamaya (ya da uydurmaya?) çalışıyorken, haiku da her an dillere düşebilir; basitliği, sadeliği ve kısalığı yanlış anlaşılarak yerlerde sürünebilir.
Haiku; dünyanın en kısa şiir türü olarak kabul ediliyor. Edebiyat derslerinden aşina olduğumuz hece ölçüsü ile yazılan şiir türü, biçim olarak toplam 17 heceden oluşuyor. 5-7-5 hece ölçüsü ile alt alta yazılan üç dizeden oluşan ve ilk dizesinde mevsimleri işaret eden bir tanımı içeren haiku için bir örnek verecek olursak bunu ünlü haiku şairlerinden biri olan Masaoka Shiki ile yapmak yerinde olur:
“Unutturdu bak
Kavun çalmayı bile
Soğuyan hava.”
Evet, gayet kısa değil mi? “Bu mu haiku denilen şiir?” diye sorabilir, çok basit bir şekilde bu şiir türünden bir eser verebileceğinizi iddia edebilirsiniz fakat tamamen yanılmış olursunuz. Çünkü haiku, sadece kurallara sahip olan veya anahtar kelimelerden oluşan bir şiir türü değil. Başlı başına bir felsefeye sahip olan haiku, yazmak kadar yaşamayı, “yaşamın içindeyken yaşamı keşfetmeyi” de içinde barındırır ve şart koşar. Bu geleneksel japon şiirini kaleme alabilmek veya ‘küçümsemeden’ keyifli bir şekilde okuyabilmek için an’dan ve an ile kurulan ilişkiden ne anlaşıldığı epey önemlidir. Anı görmeli, idrak etmeli ve bunu su gibi berrak bir dil ile anlatmalısınız. Buna Japon inceliği deniliyor.
İtalo Calvino, haiku hakkında epey isabetli ve keyifli bir tespitte bulunuyor:
“Düşüyorum: İşte manzara bana bir şiirin izleğini dikte etti; Japonca bilseydim, toplam on yedi heceden oluşan üç dize halinde bu sahneyi betimlemem yeterli olur, bir haiku yazmış olurdum. Bu fikri genç şaire aktarmaya çalışıyorum. İkna olmuş gibi durmuyor. Haiku şiirlerinin başka bir biçimde yazıldıklarının göstergesi bu ya da bir manzaranın insana şiirler dikte etmesini beklemenin anlamının olmadığının göstergesi, çünkü bir şiir fikirler, sözcükler ve hecelerden oluşur; bir manzara ise yapraklar, renkler ve ışıktan. “
Haiku şiir türünün bireysel farkındalık yaratma, doğayı ve içinde bulunulan çevreyi keşfetme, unutulan bir sanat olan gözlem için zaman ayırma, bu gözlem sonucunda duyguların aslını anlayabilme gibi yararları var. An’ların farkına varan insan yaşadığı her anın nasıl akıp gittiğini, yerini yeni anlara bıraktığını, neredeyse bir yanılsama içinde yaşadığını fark eder. Geçici olan ile kalıcı olan arsında bir şiirdir haiku; Kalıcı doğa karşısında geçici olan insanın duyduğu haz.
En kısa şiir türü olan haikunun temel taşı, insan için zamanın en küçük birimi olan andır. Peki, an ney(ler)den oluşur? Modern insanın içinde yaşadığı hayatın akışında suskunluğun, boşluğun ve sessizliğin sığdırılabildiği anlar hala var. Fakat bu anları yakalamak, tadını çıkarmak ve sabitlemek ancak kişinin kendi çabası ile mümkün. Modern insanın an ile barışması imkansız olmamakla beraber kocaman bir “nasıl?” sorusu ile çevrili. Roland Barthes, bu soruya Göstergeler İmparatorluğu adlı kitabında haiku ile bu anlar arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlatarak basit bir şekilde cevap veriyor:
“Boş, kısa, sıradan olmak hakkınızdır, der hayku; gördüğünüzü, duyduğunuzu incecik bir sözcük çevrenine kapatın, ilgi uyandırırsınız; kendi “önemlinizi” kendiniz (ve kendinizden yola çıkarak) kurmak hakkınız; tümceniz, nasıl olursa olsun, bir ders iletecek, bir simgeyi açığa çıkaracak, derin olacaksınız; yazınız kolay yanından dolu olacak.”