Afrodeo: “Sorgulama Eylemi Tek Seferlik Bir Girişim Olmamalıdır”

Afrodeo, Viyana’da bağımsız kimliğiyle müzikler üreten Evrim Kuzu’nun bir mahlası. Hip-hop, elektronik ve daha çok sayıda tarzı sentezlediği deneysel sanatının yanı sıra Sovyet Montajı isimli podcast serisini de sunuyor.

2020’nin başlarında Onu Bir Daha Görmedim adlı harika albümü ile karşımıza çıkmıştı. Çok geçmeden, hepi topu 6 ay sonra yeni bir albüm geldi. Nefisto bir karantina albümü olarak özel bir arka plana sahip. Albüm ve daha fazlası hakkındaki sorularımızı bizzat sanatçının kendisine yönelttik.

Nefisto, edebiyat, bağımsız müzik üretimi, pandemi ve daha fazlası hakkında konuştuğumuz söyleşiyi keyifle okumanız dileğiyle…

Nefisto

Olmazsa olmaz sorudan başlayalım, seni tanımayanlar için kimdir Afrodeo?

Afrodeo, Evrim’in müzik yaparken kullandığı mahlaslardan bir tanesidir. Ayrıca Evrim’in de bir tanesidir. Çeşitli sesler ile kelimeleri birleştirip kendi hikayelerini içtenlikle şekillendirmeye/kaydetmeye çalışır. Zaman zaman da böyle kendisinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsetmek durumunda kalır. İstanbulludur; Viyana’da yaşar.

Albümlerini geçirdiğin dönemleri kaydettiğin hatıra defterleri olarak gördüğünü söylemişsin. Bir yandan da yaşanmışlıkları muğlak sesler ve sözlere kanalize etmeyi seviyorsun sanırım. Onu Bir Daha Görmedim bu konuda bir gizem romanını andırıyordu mesela. Hikaye anlatıcılığında kendiliğinden gelişen bir şey mi bu?

Evet, bu “hatıra defterleri” benzetmesini sıkça dile getiriyorum. Eski çalışmalarımdan birini dinlediğimde, o çalışmayı kaydettiğim mevsimi daha net hatırlayabiliyorum. Şarkıların bu hatırlatma gücünün farkına vardığım andan beri de; şarkılarımın içine, hatırlamak istediğim şeyleri yediriyorum. O bahsettiğin yaşanmışlıkları gelecekte hatırlamak için yerleştirdiğim bazı uyarıcılar var kayıtlarımda. Hatırlamaktan ve (belki de daha önemlisi) hatırlamak istemekten kaynaklanan, birbirini besleyen bir münasebet söz konusu.

Onu Bir Daha Görmedim‘de sekiz şarkılık bir hikaye anlatmaya çalıştım. Kendi anılarımdan ilham aldığım, o anıları eğip büktüğüm, kendimce kurguladığım bir kompozisyon ortaya çıkardım. Tek tek şarkılarımda hikaye anlatıcılığına yüklendiğim olmuştu; ancak Onu Bir Daha Görmedim, bütün bir albüm olarak tek bir hikaye anlatıyordu ve bunu ilk kez yapmıştım.

Onu Bir Daha Görmedim hikaye anlatan, içinde karakterler barındıran bir kayıtken yeni albümün Nefisto daha gerçeğe yakın, daha kişisel bir çalışma gibi görünüyor. Yanılıyor muyum? Vokalin de burada daha geniş yer kaplıyor hem.

Nefisto, fikir olarak karantinada doğmuş ve karantinada sonlanmış bir albüm. Nefisto’daki kayıtları, karantinada evinde oturan hassas bir insanın parlamaları olarak okuyabilirsin. Yeri geldi “bir insanın kaç çift ayakkabısı olmalı?” sorusuna kafayı taktım, yeri geldi bir arkadaşımla yaşadığım bir tartışmayı konu ettim, ya da yeri geldi eski bir ilişkinin kalıntıları şarkılara sızdı. Zaten albümün malzeme açısından gelen bu kaotik doğası, albümün akustik ve estetik özelliklerine yön verdi. Örneğin bir önceki albümün aksine, duyguların kaçmaması amacıyla, çoğu vokal kaydının ilk alımını kullandım ve mikslerimi bir önceki albüme nazaran daha “kirli” bıraktım. Dolayısıyla yanılmıyorsun.

Ayrıca dışarı çıkamadığım bir süreçte, ilham kaynağı olarak nerelere yöneldiğimi görmek açısından da ilginç bir deneyim oldu benim için.

Dışarı çıkmadığın bu süreç olmasa Nefisto Nefisto olmazdı sanırım. Albümdeki şarkı sözlerinde -dediklerinle paralel- bir içe yönelme, kendinle yüzleşme hali var. Daha en başta, “40 Soru”da bile barizce gözlemlenen bir durum bu. Sonra “Ne Zaman, Nerede”de Eski Oda’nın gece gece üstüne yürüdüğünden bahsediyorsun…

Pandemi sürecinde tüm dünya ile birlikte yaşamlarımızı sorgulamaya başladık. “Küçülme” kavramı daha fazla tartışılır oldu. Az önce de dile getirdiğim, “40 Soru”’daki “Kaç çift ayakkabın var?” sorusu, örneğin karantina vesilesiyle hayatıma kattığım yeni bir soru. Bununla birlikte uzun yıllardır cevaplarını aradığım, birçoğunun hala cevapsız kaldığı birtakım varoluşsal soruları da “40 Soru”‘ya ekledim. Sorgulama eylemi tek seferlik bir girişim olmamalıdır, bu yüzden bu “40 Soru”‘yla bir bakıma, kendime ömrüm boyunca yöneltebileceğim sorular/sorgulamalar hazırlamış oldum. Albüm için de, yerinde, sert bir giriş oluşturdu.

Senin de söylemiş olduğun “içe yönelme”den veya “kendinle yüzleşme”den söz etmek mümkün, zaten albümün başlığındaki kelime oyununu da bu fikirden yola çıkarak çözebilirsin.

Ben de albümün ismine değinecektim. Goethe sevdiğin yazarlardan, değil mi? Faust‘u okumamış birine bu göndermeye ilişkin ne söylemek istersin?

Albümün yapım aşamasında bir akşam, Faust’un kendi çalışma masasında oturduğu sahne gözümün önüne “çağrıştı” ve o an eserle aramda tuhaf bir yakınlık kurup albümün adını o dünyadan çıkarmaya heves ettim. Nefisto, memnuniyetsiz ve huzursuz Faust ile bir anlaşma yapan şeytan Mefisto ile Arapçadan gelen “nefis” kelimesinin birleşmesinden ortaya çıktı.

Ayrıca 2015’te yayımladığım ilk albümümün adı Becoming Werther idi. Onun da başlığı Goethe’nin bir diğer eseri Genç Werther’in Acıları’ndan gelmektedir. Bir bakıma Nefisto ile ilk albümüme de bir selam çakmış oldum.

Nefisto’da birtakım eleştiri okları var. “Yeşilkapı Interlude”da belli bir müzisyen grubunu, “Feym”de şöhret olgusunu taşlıyorsun. Müziğine bu albümde ilham veren isyanlar, itirazlar neler?

Hayal denizinde yüzüyorsunuz…” [Bülent Ersoy sesiyle, iç çekerek]

Nasıl zaman zaman sorgulamaları kendi içime yönlendiriyorsam, zaman zaman da dışarıda olup bitenleri, bu soru özelinde, müzik piyasasını ve içindeki figürleri kendimce sorguluyorum. Yanlış olduğunu düşündüğüm şeyleri de şarkılarımda eleştiriyorum ve bunu bir tavır olarak önemli buluyorum.

Müziğindeki etkileşimleri konuşalım biraz. Hip hop, endüstriyel müzik, noise, ambient gibi tarzları iç içe geçirip böyle oturaklı bir kolaj yaratmak kolay değil. Nasıl başladı, gelişti bu üslup?

Henüz kendi sesimi yeni yeni bulmaya çalıştığım sıralarda DJ Shadow’un Endtroducing….. albümü sample tabanlı prodüksiyonu bakımından beni çok heyecanlandırdı/yüreklendirdi ve kendimi sample kullanma becerilerimi geliştirmeye adadım. Yaptığım müziği hiçbir zaman tek bir janr etiketi altında tanımlayamadım, tanımlama gayreti içinde de olmadım.

Hip-hop’la, elektronik müzikle tanışmadan evvel uğraşıyordum. Lise yıllarımda elektronik müzik yapmaya başladıktan sonra hip-hop geri plana itilmiş oldu. Buna rağmen vokalimi bir şekilde çalışmalarıma hep dahil ettim. Bu, müziğime bazen spoken word olarak girdi, bazen de melodik nakaratlarla. Sonrasında Eski Oda albümü ile birlikte hip-hop beatleri ve rap vokalleri Afrodeo albümlerinin kaçınılmaz unsurları oldular. 

Çok müzik dinliyorum ve dinlediğim yeni şeylerden de etkilenip bunları bir şekilde bilinçli ya da bilinçsiz olarak müziğime yediriyorum süreç içinde.

DJ Shadow dışında sevdiğin, sanatını şekillendirmiş bazı müzisyenler/gruplar?

Moodymann, The Books, Chris Corner (IAMX), Burial, Shlohmo, Matmos…

Ve bir de son zamanlarda JPEGMAFIA.

Deneysel müzikler halihazırda geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmıyor. (Gerçi internet çağı bu durumu bir nebze olumlu yönde değiştiriyor gibi.) Etilen’le yaptığın söyleşide çalışmalarını kendi küçük çevrene yaydığını söylüyorsun. Bu halinden memnun musun? “40 Soru”yu akla getiren bir ifadeyle: Ünlü olmak ister miydin?

Ünlü olmak göreceli bir kavram. 

Evet, kesinlikle daha fazla insana sesimi duyurabilmek istiyorum. Açıkçası “bu halimden” pek de memnun değilim. Yaptığım işlerin çok daha fazla ilgi görmesinin mümkün olduğunu biliyorum. Bununla birlikte, arzuladığım tablo ile “ünlü olma” durumu pek örtüşmüyor. Kendimi ana akımda hayal edemiyorum.

Bazı gece kulüplerinde ana dans pistinin dışında başka salonlarda daha küçük dans pistleri olur. Oralarda ana sahneden farklı, daha alternatif müzikler çalarlar. Ben o diğer odalarda kendimi daha rahat hissediyorum ve o bahsettiğim küçük çevreyi o odalarda genişletmek istiyorum.

Aklıma Sansar Salvo’nun bir diss parçasındaki dizesi geldi: “Hayranlarım az ama seninkilerden koyu.”

Biraz da bu bilinirlik olgusunu/çatışmasını göz önünde bulundurarak, bağımsız bir biçimde müzik üretmenin sana nasıl artıları ve eksileri oluyor?

Bağımsız olarak müzik üretmek görünürlük kazanmak açısından daha zorlu bir yol. Özellikle prodüksiyondan tut pazarlamaya kadar gerçekleşen aşamaların hepsini tek başına yüklenmek yorucu oluyor.

Buna karşın bağımsız olmanın vermiş olduğu hürriyet duygusu paha biçilemez. Ortaya çıkan ürünü tamamen sahiplenebilmek, üreten kişiye kuşkusuz büyük bir özgüven duygusu aşılıyor. Ne sözlerime karışan var, ne de albüm kapaklarıma.

Bununla birlikte, üretimin tüm aşamalarını tek başına bağımsız bir şekilde üstlenmek; hem sana üretim sürecinde hız katıyor, hem de kendi kişiliğini işine daha fazla geçirmene olanak tanıyor. Ki benim gibi müzikte içtenliğe çok önem veren insanlar için bu önemli bir faktör. Buna istinaden kendi işlerim için bazen “albüm çıkarmak” yerine “albüm doğurmak” ifadesini kullanıyorum.

Pandemi gündeminde dönüşüm geçiren müzik sektörü hakkında ne düşünüyorsun? Süreç sahiden bitene dek bilhassa bağımsız müzisyenler, mekanlar ve kuruluşlar online konserlerden, fon eksikliği gibi hayati sorunlardan sence nasıl adaptasyonlarla sağ çıkacak?

Müzik sektörü ağır bir darbe aldı. Mekanlar, müzisyenler, sahne emekçileri; herkes çok etkilendi. Bu şartlarda sosyal devlet mekanizmalarının işlemediği ülkelerde hasarın altından kalkmak maalesef kolay olmuyor. Müzik piyasasındaki muhtelif figürlerin yenileşimci girişimlerini ilgiyle ve takdirle takip ediyorum. Biletli online konser vermek gibi kötü fikirler ortaya çıksa da, bu girişimlerin olmasını bile çok faydalı görüyorum. Bu noktada mühim olan, pandemiden etkilenen tüm mağdurları kapsayacak bir çözüm bulunması için tüm sektörün kafa kafaya vermesidir. Dayanışmanın ve örgütlenmenin hepimizi güçlendireceğine inanıyorum. Pandemi süreci bittikten sonra da, aynı dayanışmanın sürmesinin gerektiğini ve bu kolektif aklın sektörün halihazırda sahip olduğu diğer sorunlara çözümler araması gerektiğini savunuyorum.