Uyaran

Zaman, insanın omuzlarını çökertircesine yürürken, bindirdiği her yük olanla olacağın önüne hiçbir zaman geçemiyor. Her şey nasıl değişirse değişsin “tükenmişlik sendromu” denilen o stresin ilk aşamasında gelen enerji patlamasından sonra üzerimizde durağanlaşma, yorgunluk, gerginlik, sinirlilik ve duygusal olarak bir kopma hâkim. Ertelediklerimiz ve hiçbir şey üretemediğimiz zamanlar da bu sürece dahil olabilir.

The Sacrifice (1986) filminden.


Elbette sıkıntılı bir süreçte güzellikleri yaşama çabası insanın yakasını bırakmayabiliyor da.
Grileşen dünyamızı renklendirme çabası, dinlemeye, okumaya, çizmeye, dans etmeye hatta yazmak gibi bir çok eylemlerin tadını yeni yeni alan birçok insan gibi…

Belki daha önceleri devrik cümleler gibiydik. Tamamlanamayan eylemlerimiz harekete geçmeden noktayı koyuveriyor, tadını çıkaramadan yolun sonunu gösteriveriyor, diye düşünmüyor değilim.
Tabi ardı arkasına sıralayabileceğimiz başka nedenlerimiz, niyelerimiz de vardır. Bir odanın içinde ya da bir otobüsün içerisindeyken bizi, bütün o anı uyaran her şeyi anlamaya çalışsaydık, bu yükü kaldırmak ve başa çıkmak daha zor olurdu. Neyse ki dikkatimizi başka şeylere yönlendirerek bunu aşıyoruz ve bir şekilde ucundan kıyısından yaşamaya çalışıyoruz.

Bunları bir pencerenin arkasından dışarıya bakarken düşünüyorum. Kolaylığına ve zorluğuna karar vermem şu an bana zor geliyor.

Kapının önünden ekmekçi, arabasıyla korna çala çala yavaş bir hızda sokağın başına doğru ilerliyor. Kafamın içinde dönüp duranları yorumladığımda satırlara düşen yeni kelimeler, çalan müziğin sesi biraz daha değişiyor ve birbirine karışıyor.

Yağmur birazdan indirdi, indirecek. Karşı kaldırımda siyah bir kedi oturuyor. Önce bana, sonra sokağın başını dönmek üzere olan ekmekçiye bakıyor.  Zaman geçiyor, tek tük insanlar geçiyor, ekmekçi de kedi de çoktan gitti.

Yağmur çiseliyor, pencere önünde hâlâ bekliyor ve düşünüyorum. Yağmur yağmaya başlıyor.
Uyaranın dönüşü, dönüşün uyaranında ucundan kıyısından bambaşka sesler gibi bekliyorum ve devam ediyorum.

Yağmur durunca kedi geri geliyor ama ekmekçi geri gelmiyor. İnsanlar artık tek tük bile olsa geçmiyor… Müziğin sesini biraz daha açıyorum.

The Sacrifice (1986) filminden.

Penceremdeki bu düşüncelerimden uzaklaşıp, yok sayıp, çalışma masama oturduğumda, en son olarak dikkatimi masanın üzerinde kabukları tabağın etrafına saçılmış yer fıstığına verdikten sonra satır başı yapıp “Dinleyebildiğim, yazabildiğim, düşünebildiğim kadarım. Benden geri kalanlar …” cümlesiyle yeni bir hikâyeye başlangıç yapıyorum.