Propaganda filmlerinden, arşiv görüntülerinden ya da ses kayıtlarından, sosyal içerikli çeşitli fimlerden beslenen, yaptığı müziği bir miktar elektronik, çokça da post-rock temellerine oturtmayı başarmış gruplara örnekler verebiliriz. Örneğin; bu yazının merkezinde yer alacak Londralı ikili Public Service Broadcasting’in az biraz kuzeyinden, Leicester’dan çıkma Maybeshewill’in Not For Want of Trying adlı parçalarında ilham aldıkları 1976 yapımı Network yukarıdaki kapsama girmese de yapılan işin fikir tarafının tarifi için yeterli referans olacaktır.
İlk EP’si EP One’ı 2010 yılında yayınlayan, ardından 2012 yılına iki adet single’la (ROYGBIV ve Spitfire) giriş yapan PSB, mayıs ayı içinde, merakla beklenen beş şarkılık yeni The War Room EP’sini ve kusursuz bir çekiciliğe sahip London Can Take It single’ını çıkardı. J. Willgoose, Esq. ve Wrigglesworth’ten kurulu Public Service Broadcasting, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yapılmış İngiliz propaganda filmlerini alıyor ve Nazi saldırısı altındaki İngilizler’in ‘soğukkanlılıklarını nasıl da koruduklarını’ belgeleyen bu görüntülerin üzerine şahane müziklerini yerleştiriyor.
Söz konusu olan böylesine takdire şayan işler yapan müzisyenler olunca, kendileri hakkında duyuruda bulunmak için -iş işten geçmiş de olsa- kolaylıkla bahaneler bulunabiliyor: İkili, içinde bulunduğumuz haftada, The War Room EP’lerinin CD versiyonunu yayınladı (Albümün tamamını buradan dinleyebilirsiniz). Evet, güncel kutusundaki bilgiler bundan ibaret; maksat duymayan varsa duysun, dinlemeyen varsa dinlesin- geç olsun güç olmasın.
Video paylaşım sitelerinde yapılacak ufak gezintilerle Public Service Broadcasting’in tüm videolarına ulaşmak mümkün olsa da videolardaki görüntüler hakkında bir miktar ön bilgi vermek gerekebilir. Beş şarkılık EP, adını, 1939 yapımı 9 dakikalık kısa film If War Should Come’dan alan şarkı ile açılıyor. ‘Noone in this country of ours wants a war! If war shall come, we will not call a halt until the aggressor is beaten! / Bu ülkede kimse savaş istemiyor! Ama savaş gelecekse de saldıranlar yenilene kadar asla durmayacağız!’ anonsuyla açılan şarkı, filmden aldığı anonslarla Londra’nın dimdik ayakta olduğunu, savaşmaktan çekinmediğini haykırıyor. Bahsedilen anonsun itici gücüyle elektronik ağırlıklı bir tonda başlayan parça, gitarlarla ve elbette ki bir PSB imzası olan bançoyla doruğa çıkıyor. Dış sesin duygusal anonsları, ‘I have to tell you now, this country is at war!/ Sizlere söylemek zorundayım ki savaştayız!’ sözleriyle yükseliyor, ‘Sooner or later the dawn will come!/ Er ya da geç güneş doğacak!’ mesajıyla sona eriyor.
The War Room EP’si, işte bunun gibi, zamanın propaganda filmlerinden besleniyor- Public Service Broadcasting’in deyimiyle ‘bilgilendirici, eğitici, eğlendirici’ bir altyapıyla içini doldurmaya çalışıyor. EP’nin ikinci şarkısı, aynı zamanda albümden çıkan ilk single London Can Take It, adını ve tüm altyapısını, yine 1940 yapımı 9 dakikalık, yine ‘Londra geçilmez!’ mesajlarıyla örülü bir başka kısa filmden alıyor. Üçüncü şarkı Spitfire ise The First of the Few ismiyle bilinen 1942 yapımı ünlü İngiliz filminden besleniyor ve belki de bu kısacık albümün en kusursuz parçası olarak sivriliyor. Bu kadar elektronik sesin, krautrock esintisinin, dinamizmin, post-rock’ın en güzel örneklemelerinin arasında bançonun o tuhaf buruk büyüsüyle karşılanmak, Public Service Broadcasting’in en büyük cinliklerinden bir tanesi ki, enstrümanın tüm o burukluğu ve cazibeli yarımlığı, şarkılara yama oluyor, onları bir anda bambaşka ufuklara taşıyor.
Albümün son iki parçasından Dig for Victory, 1941 yapımı filmden ilham alıyor ve temellerini elektronik beat’ler üzerine kuruyorken, Waltz for George ise albümün tamamına hakim melodik havayı basit gitar ezgilerinin gücüne bırakıyor. PSB’nin hem kulağa hem de göze hitap eden gitarlı, bançolu, piyanolu, davullu, elektronik ekipmanlı, bilumum yaylılarla inşa edilmiş müziği, savaş dönemi filmlerin görüntüleri ve hikayelendirilmeriyle o kadar eş zamanlı hareket ediyor ki, müziğin gücüne kendinizi teslim ettiğiniz bazı zamanlarda, izlediğiniz/ dinlediğiniz şeyin, orijinal arşiv kayıtları olabileceğini bile düşünüyorsunuz.
Bir ulusun duygularına bu kadar doğrudan hitap etmek ya da onların sözcüsü olmaya yeltenmek her zaman olumlu sonuçlar doğurmayabiliyor. Bazen adresler sapıyor ve İsmail Türüt’ün o muhteşem halk ezgisi Pilan Yapmayın Pilan gibi klasikler ortaya çıkıyor. Public Service Broadcasting’in yaptığı işin bu anlamda ‘ne derece basitlik içerdiği’ ya da içerip içermediği ya da ne amaçla yapıldığı tartışılabilir. Bir gerçek var ki; bu iki genç adam ve işbirlikçileri, bir estetik algıya sahipler, yaratıcılık peşindeler ve gittikçe daha iyisini yapma konusunda fazlasıyla umut vaat ediyorlar.
Emre Yürüktümen
***
The War Room EP:
01. If War Should Come
02. London Can Take It
03. Spitfire
04. Dig for Victory
05. Waltz for George