“Olay şu ki hepimiz farklı müzikal geçmişlere sahibiz. Ve hepimiz bir fikri ele alırken buradan ne çıkarabileceğimize etraflıca kafa yoruyoruz.”
Takeshi’s Cashew Viyana merkezli, taptaze ve heyecan verici bir oluşum. Tarzlarına cosmofunk diyorlar, ancak şimdiye dek yayınladıkları teklilerde krautrock etkisi de var, Anadolu rock da… Halihazırda içinden iki tekliyi (“Sterndüne (Kosmodr∞m)” ile “Akihi”) görücüye çıkardıkları ilk stüdyo albümleri Humans in a Pool ise 4 Haziran’da dijital ortamlarda zuhur edecek. Peki, Takeshi’s Cashew’un hikayesi nedir? Bunun cevabını almak için gruptan Lukas Zettl’a eposta yoluyla ulaştık, o da bize grup adına cevaplarını iletti.
Söyleşiyi orijinal dilinde okumak için: Tık.
Olmazsa olmaz soruyla başlayalım: Takeshi’s Cashew kimdir, nedir? Nasıl bir araya geldiniz?
Öncelikle bu röportaj teklifiyle geldiğin için teşekkür ederiz! İlk röportajımız bu, o yüzden bize ulaşman cidden çok mutlu etti. Biz müzik düşkünü 6 insanız, Viyana’da birkaç aya yayılan doğaçlama provalarımız vesilesiyle tanıştık. Daha ilk hakiki provamızda yoğun, saykodelik bir akış tutturduk, hepimize sürpriz oldu bu. O vakitler her birimiz başka projelerle meşguldük. Buna rağmen çok geçmeden yarattığımız şeyin çok özel olacağı belli oldu. Yaptığımız müziğin çok özgür bir doğası olduğunu gördük ve kurallarla hareket etmeden kendimizi çok farklı şekillerde sınayabildik. Sanırım üç provanın ardından da ilk konserimizi verdik, çılgın bir tecrübeydi. Bir şarkıda elektrogitardan basa, synthesizer‘dan drum pad‘e geçtim. Bir şekilde arkadaşlarımıza olağanüstü bir performans sunmayı başardık. Ondan sonra da ilk albümümüz üstünde çalışmaya koyulduk.
İlk albümünüz Humans in a Pool‘da yer alacak iki şarkıyı önden servis ettiniz. Sanki yaratımında 20 farklı müzik türünden ilham almışsınız gibi zengin şarkılar bunlar. Sahip olduğunuz eklektik müzik zevkini nasıl geliştirip bir potada erittiniz, stüdyoda sesinizi nasıl buldunuz?
Olay şu ki hepimiz farklı müzikal geçmişlere sahibiz. Ve hepimiz bir fikri ele alırken buradan ne çıkarabileceğimize etraflıca kafa yoruyoruz. Bize ilham veren sesler arasında hem Igorrr gibi projeler, dijital müzik ve tümüyle analog kaydedilmiş 1960’lar surf rock‘ı gibi pop müziğin farklı örnekleri var. Bir şekilde bunları sentezlemeyi başardık. Her seferinde çokça zevk aldığımız çılgın bir tecrübe oluyor bu!
“Akihi”de 1970’ler Türkiye müziğinin etkisi ayan beyan ortada, haliyle sormadan edemeyeceğim: Size buralardan en çok ilham veren sanatçılar kimler?
Sanırım bu inanılmaz müzik deryasına dalmamı sağlayan ilk şarkı Selda Bağcan’dan “Yaz Gazeteci Yaz” oldu. Buradaki seslerin ve ilhamların birleşiminden çok etkilendiğimi, modern müziğe dair orijinal sandığım nice fikrin aslında çoktan yapıldığını böylelikle kavradığımı hatırlıyorum. Ben de keşfimi sürdürdüm ve ilerleyen vakitlerde Özdemir Erdoğan, Barış Manço, Neşe Karaböcek gibi çok sayıda harika müzisyenle tanıştım. Modern müzisyenler içinde de hepimiz Derya Yıldırım’ın işlerini çok seviyor, yer aldığı projeleri ilgiyle takip ediyoruz. Altın Gün’ü de seviyoruz elbette. Harika müzikler hakkında daha fazla şey öğrenmeye daima açığız!
Günümüzde dünyanın dört bir yanından etnik sesler, alternatif müzik çevrelerinde gitgide popülerlik kazanıyor. Bu grupların deneyimlediği başarı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence bunu farklı açılardan incelemek mümkün. Bir yandan müzik üretmek için harika bir devirde yaşıyoruz, zira dünyanın her köşesinden ilhamlar arayıp bulmak hiç şu an olduğu kadar pratik olmamıştı. Herkes müziğini kendi bireysel süzgecinden geçirerek yaratıyor, bu yaratımlar da anında internete düşüyor. Bence böyle bir devirde yaşamamız, belli bir coğrafyaya ait olmayan müzik sahnelerine de kapı aralıyor. Bir de 1960’lar ve 1970’lerde hak ettikleri kadar bilinmeyen nice grup ve sanatçı ansızın küresel şöhrete kavuşabiliyor, müthiş bir şey bu.
Bu durumun olumsuz bir yönü ise elbette küresel yapılar kıstasında ayrıcalıklı bir biçimde müzik yazıyor, besteliyor ve üretiyor olmak. Bu yapılar içinde nerede durduğumuzu hala anlamaya çalışıyoruz, fakat örneğin sabit bir mali gelirimizin olması bile bize bir grup olarak nasıl ayrıcalıklarımızın olduğunu doğrudan anlatıyor. Sanat üretmenin elindeki parayla doğrudan ilişkili olması büyük bir sorun.
4 Haziran’da yayınlanacak ilk albümünüz Humans in a Pool‘u kendi cümlelerinizle tasvir edebilir misiniz? Ne bekliyor bizi orada?
Bu albüm benim için farklı müzikal yaklaşımlarla yaptığımız deneylerin ve alışılmışın dışında seyreden enstrüman kullanımımızın ilk aşamasını temsil ediyor. Her üyemiz gruba farklı bir şey kattı, yeni ve bilinmedik bir çerçevede yaratıcılığını konuşturma şansı elde etti. Eklektik dönemeçlerle dolu, çok eğlenceli, ama karanlık pasajlara ve kasvetli hislere de sahip bir albüm olacak. 21 Mayıs’ta albümden üçüncü teklimiz “Yellowyellow”u yayınlayacağız. Dans edilesi bir parça, bayılıyorum, umarım sen de seversin.
Bu şarkılar canlı konserlerde bambaşka bir tada kavuşur diye düşünüyorum. Ayrıca çok ‘görsel’ bir yanları var bence. Konserleriniz konusunda özel planlar yaptınız mı?
Çok teşekkürler! İlk konserlerimizde ışıklarla bol bol deney yaptık, bunu da sürdürmek istiyoruz. Muhtemelen yeri gelince başka şeyler denemeyi sürdüreceğiz. Gerçi çok odak gerektiren bir şey de yapmayız herhalde, seyircimizin hayal gücünü özgür bırakalım biraz.
Bundan 5 sene sonra grup olarak nasıl bir konumda olmayı umuyorsunuz?
Hayalimiz müzik üretmeyi sürdürmek, bize ilham veren yeni insanlarla tanışmak ve enteresan mekanlarda kayıtlar gerçekleştirmek. Şimdiye kadar yaşadıklarımız hayli ilginç ve ödüllendirici oldu, daha neler bekliyordur bizi, düşünemiyorum bile. Bilinmeyene yolculuk!
Umarım bir gün buraya konsere gelirsiniz de bizzat tanışabiliriz. Takipçilerimize iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Türkiye’ye gelmeyi çok isteriz, umarım bir gün bu yaşanır! Sana ilgi çekici soruların, takipçilerinize de cevaplarımızı okudukları için teşekkür ederiz. Bizim için anlamı çok büyük. Sağlığınıza dikkat edin, en kısa sürede partilerde buluşalım.
Takeshi’s Cashew’un Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.