Kabul edelim, kimi zamanlar bir filmin kadrosunu incelerken merakımızı cezbeden unsur yönetmen ya da oyunculardansa film müziği bestekarları olabiliyor. Görsel sanatın içinde ondan ayrı düşünülemez bir müzik olunca, bu müziklerin arkasındaki sevilip sayılan isimlerin proje duyurulmadan heyecan yaratabilmesi de boşuna olmasa gerek.
Öyle ki kimi zamanlar başka işlerinden tanıdığımız müzisyenler de bu cazibeye kendilerini kaptırıp film müziği sektöründe şanslarını deniyor. Bu furyanın bazı üyeleri çoktan sektörde müstesna bir yer edinmiş durumda, kimileri ise daha yeni başlıyor gibi. Hepsinin de kendi hikayesi, kendi sevdaları söz konusu. Bu seçki, bu isimlerden öne çıkanları bir araya getiriyor.
Daha ‘magazin’ bir şekilde ifade edersek: Hans Zimmer kimi favori film müziği bestekarı olarak duyurdu? Sia hangi deneysel müzisyenle soundtrack için sözleşti? Havana, Paris ve Teksas’ı buluşturan müzisyen kimdir? Wim Wenders filminde hangi ‘geleceğin grubu’na yer verdi? Hepsi ve daha fazlasının cevabı bu yazıda.
Trent Reznor ile Atticus Ross
Reznor’ı elbette öncelikle Nine Inch Nails‘ın elebaşı olarak tanıyoruz. Atticus Ross ise günümüzde Nails’ın diğer yarısı oldu sayılır. Oysa 10 sene öncesine kadar ikili sadece prodüksiyon ve programlama gibi teknik sebeplerle bir araya gelmişti. Birlikte kaydedip yayınladıkları film müziklerinin tarihçesi The Social Network‘te başladı, The Girl With The Dragon Tattoo ve Gone Girl gibi diğer David Fincher filmleriyle devam etti, en güncel olarak ise Netflix’te yayınlanan Bird Box vesilesiyle karanlık nağmelerini işittik. 2019 ikili için hareketli geçeceğe benziyor, şimdiden The Woman in the Window ve Waves adlı iki film için sözleşme imzalamış durumdalar.
Thomas Bangalter
Sinemanın uzun yıllar dışlanmış dahi çocuğu Gaspar Noe’nin kendi gerçekçilik anlayışı kadar elektronik müzik sevdası da fazlasıyla göze batmakta. Cehenneme dönüşen bir partiyi anlatan son filmi Climax‘ten yıllar önce, 2002’de çektiği Irreversible‘de kadraja çilekeş bir rolde Monica Belluci’yi, fona ise tüm enerjisiyle Daft Punk üyesi Thomas Bangalter’i yerleştirmişti. O gün bugündür de başka bir film albümü gelmedi Bangalter’den, gözümüz yollarda kaldı. Hiç olmazsa Climax‘in soundtrack’inde iki şarkıyla da olsa mevcuttu.
Ry Cooder
Bu topraklarda kendine yeterince geniş bir hayran kitlesi yakalayamayan protest country efsanesi Ry Cooder, sanırız stüdyo albümlerinden çok yapımına dahil olduğu bir projeyle biliniyor: Küba efsanesi Buena Vista Social Club’ın aynı isimli albümünün ortaya çıkmasında Cooder’ın emeği büyük. Kendi geniş diskografisinde Into the Purple Valley gibi solo albümler de mevcut, film müziği albümleri de. Soundtrack’leri içinde Paris, Texas adlı bir şaheser var. Alman yönetmen Wim Wenders’ın geçen sene kaybettiğimiz oyuncu Harry Dean Stanton’la özdeşleşen başyapıtı, Cooder’ın gitarından çıkan sert ve tok nağmelerle iyice anlam kazanıyor.
Colin Stetson
Nefesini üflediği her notada harikalar yaratan Colin Stetson’ı birçok proje altında çalışırken gördük: Yeri geldi Arcade Fire’ın, Bon Iver’ın yardımına koştu, yeri geldi Tom Waits ve David Gilmour gibi efsanelerle çalıştı; yeri geldi Ex Eye adı altında metale göz kırptı. Bütün bunların yanında bir de soundtrack çalışmaları var. Müzik bestelediği çoğu yapım kamuoyunda çok konuşulmasa da geçen senenin harikulade korku filmi Hereditary‘ye kattığı ürkütücü tonlar, izleyen herkesin aklını başından aldı. Umarız Stetson’ı bundan sonra da başarılı yapımlar dahilinde dinleriz.
Ahmet Kenan Bilgiç
Burada ve yurtdışında hayranlarını günbegün arttıran Gevende‘nin vokali Ahmet Kenan Bilgiç, ayrıca başta Tolga Karaçelik’in filmleri olmak üzere kıdemli bir soundtrack sanatçısı. Sarmaşık, Kelebekler ve Bartu Ben‘e ek olarak Limonata, Atlıkarınca ve Kolonya Cumhuriyeti gibi yapımlarda da kendisinin müziklerini dinledik. Öte yandan Gevende de bu işlerde boş durmuyor, bundan bir iki sene önce Monochroma adlı oyunun müziklerine grupça imza attılar. Bütün bu bilgiler ise her şeyden önce yeni bir Gevende albümüne ne kadar ihtiyacımız olduğunu anımsattı. Geçmiyor günler!
Jonny Greenwood
Geçenlerde konuşulan bir havadise göre yüce soundtrack şefi ve sihirbazı Hans Zimmer‘ın en başarılı bulduğu meslektaşı, ne Ennio Morricone, ne Danny Elfman, ne de Clint Mansell’mış. Zimmer’ın listesinin bir numarası Radiohead’in baş gitarı Jonny Greenwood’dan başkası değil. Greenwood, 2018 sonu itibariyle 8 farklı soundtrack’in altına imzasını attı. Bunların yarısı için teşekkürü sıkı dostu yönetmen Paul Thomas Anderson’a borçluyuz. Ayrıca iki Lynne Ramsay filmi You Were Never Really Here ile We Need To Talk About Kevin da gözden kaçmamalı. İddia ediyoruz, bir iki yapımda filmin kendisinden alamayacağınız hazzı soundtrack’ten alabilirsiniz. Greenwood’un dokunduğu sahneler, adeta nefes alıyor.
Thom Yorke
Greenwood’tan bahsedince elbette sıradaki konuğumuz Thom Yorke olacaktı. Radiohead‘in eşsiz derecede buğulu sesi bir süredir kendi başına solo albümler çıkarıyordu zaten; Suspiria filmi için yaptığı soundtrack çalışması ise kimi şarkılarıyla bir kez daha dünyamızı tarumar etti, yarası hala taze. İnceleme yazımızdan alıntılarsak: “Burada ilginç olan durum, Yorke gibi melankolik çalışmalarıyla tanınan bir müzisyenin belki de en mutlu tınlayan eserine bir korku filmi vasıtasıyla tanık olmamız. Bu gerçek, işin yüzeyinden anlaşılmıyor elbette. “Volk” parçasında zirveye çıkan albümün enstrümental çoğunluğu, korkutucu synthesizer’lar, tüyleri diken diken eden efektler, lanetlenmiş koro performansları ve tekinsiz loop’larla dolu.”
Scott Walker
Bir müzik kariyeri düşünün, sahibinin gençlik yılları kısa, öz ve duygulu pop şarkılarından, olgunluk çağı ise alabildiğine acayip, 10 küsur dakikalık avangart parçalardan oluşsun. Scott Walker’ın müziğinden haberdarsanız muhtemelen bunu dediğimizde aklınıza gelen ilk ve son isimdi, yok değilseniz aklınıza biri geldiyse lütfen tarafımıza iletiniz. Büyük usta son yıllarda giderek daha epik, daha sergüzeşt işler ortaya koymaya başladı ve nihayetinde saygı duyulan bir soundtrack bestekarı bile oldu! Sırasıyla Leos Carax filmi Pola X‘e ve Brady Corbet imzalı The Childhood of a Leader‘a kasvetli-korkutucu müziklerini bağışlayan Walker’ın pek beğenilmeyen son soundtrack’i Vox Lux‘ta kendisine ilginç bir şekilde pop şarkıcısı Sia eşlik etti.
Güncel: Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Walker’ı saygıyla anıyoruz.
Nick Cave ile Warren Ellis
Aslında Cave’in sinema dünyasındaki faaliyetleri, The Bad Seeds’le beraber canlı performansını izlediğimiz 1987 yapımı Wim Wenders harikası Der Himmel über Berlin‘e kadar uzanmakta. Sonraki sene tek başına aktörlük hünerlerini sergilediği John Hillcoat filmi Ghosts… of the Civil Dead‘de arzı endam etti, ardından çoğu -iyi ki- günümüzde unutulmuş birkaç filmde daha boy gösterdi. Soundtrack konusundaki miladını ise yine eski dostu Hillcoat’un The Proposition adlı filmiyle yaşadı. 10 senelik grup arkadaşı Warren Ellis’le ortaklaşa meydana getirdiği bu soundtrack ikiliye bereket getirdi; beraber The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford, Lawless, The Road, Mars, Wind River ve daha nice yapımın müziklerine imza attılar. Bugün Cave ile Ellis’i dünyanın önde gelen soundtrack bestekarları arasında sayıyorsak boşuna değil!
Bu Listede Anılmayı Hak Eden 5 Müzisyen Daha:
-Neil Young (Dead Man)
-Damon Albarn (Ravenous)
-Mark Knopfler (The Princess Bride)
-Karen O (Where The Wild Things Are)
-Peter Gabriel (Last Temptation of Christ)