Muğlak seyreden şarkı sözleri ve oldukça hareketli enstrüman işçiliği, King Crimson şaheseri Starless‘ı sayısız okumaya tabi tutmamızı neredeyse kaçınılmaz kılıyor. Daha nice progresif rock şarkısı gibi melankolik ve buhran içinde başlasa da daha ilk dakikalarında daha derin bir şeylerin sizi beklediği içgüdüsüne kapılıyorsunuz. Efsaneyi ilk dinleyişte dahi “Yaşamın kendisi kadar gizemli ve kudretli bir iş,” diye düşünmek olası. Kendi içerisinde çözülmeyi reddeden bir bilmece barındırıyor. Şarkıyı bu kadar büyüleyici yapan da kısmen bu gizemdir diyebiliriz.
Şarkıyla ilk karşılaşmamı net biçimde hatırlamıyorum. Emin olduğum birkaç şey var: Çok daha gençtim, gece vaktiydi ve meraklanmıştım. Karanlık gökyüzünün altında otururken süresi 12 dakika olarak gözüken Starless adlı bir parça ilişti gözüme. O vakitlerde 5 dakikadan uzun bir şarkı bildiğimi sanmıyorum. Herhalde şarkıya tıkladım, arkama yaslandım ve gökyüzünü izlemeye devam ettim. Çok geçmeden gece gözümün önünde şekil değiştirmeye başladı. O esnada ne olup bittiğini pek anlamamıştım, ama sonraki kulak kabartmalarımda enstrümanların kullanımı neredeyse evrenin yaradılışı kadar kutsal gözükmeye başladı. Dindar biri değilseniz bu durum size çok şey ifade eder. İnsanlar olarak -dini olsun olmasın- bir şeylere inanma ihtiyacı duyarız. Bu aşk, bilim ya da sanat gibi üstünkörü bir kavram da olabilir, size herkesten iyi hitap edebilen bir şarkı da. Starless gibi şarkılar, sizi gökyüzüne doğru uçurup evreni yeni baştan görmenize yardımcı olabilir.
Starless‘ı karanlık bir gökyüzünün altında, tercihen kaliteli bir ses sisteminde deneyimlemek, manzaranın tadına yepyeni biçimlerde varmanızı sağlar. İroni bu ya, örneğin İstanbul gibi bir şehrin ışıkları yukarınızda duran yıldız haritasını gözlemlemenize tümden mani olur. Yakınlaştığınız gökyüzü, aynı vokal John Wetton‘ın belirttiği gibi “yıldızsız ve incil karası”dır. Daha az gerçekçi bakalım: Gözümüzün önüne yıldızların sönerek yeni yıldızların doğumunu hazırlaması gelecektir. Evvela Robert Fripp‘in gitar/mellotron melezlemesi eşliğinde fezada usul usul süzülen astreoidler, şarkıyı barışçıl bir biçimde açar. “Orkestra”nın ikinci perdesi Bill Bruford‘un ilkel, kabilesel davulları ve perküsyonuyla gümbür gümbür gelir. Sanki utangaç, vahşi ve büyüme sürecindeki bir galaksinin ilk anlarına şahit oluruz. Konuklar Mel Collins ile Robin Miller, sırasıyla saksafon ve obuasını konuşturarak şarkının kendi mitini yaratmasını yardımcı olurlar. Ruhani bir uzay yolculuğundayızdır artık, şarkı sizi olabilecek en tatmin edici yöntemlerle zorlamaya hazırdır.
Bu yazıyı yazarken iyice moda girebilmek adına Starless‘ı pikaptan dinliyorum. Bir şekilde bu eser halen her dinleyişimde yepyeni geliyor, iliklerime işliyor, hayretler içinde kalıyorum. Şarkının bu esrarengiz kudreti muhtemelen varoluşçuluğumuzda yatıyor. Sonuçta ne zaman uzay üstüne bir belgesel izleyecek olsak kendimize bilge demekte zorlanırız. Starless da benzer bir duygu sunuyor dinleyene: İçinde gezindikçe daha fazla şeyi görmek istiyor, sonunda asla bütün kadrajı göremeyeceğimizi idrak ediyoruz.