Birkaç gün geçti Oscar’lar dağıtıldı dağıtılalı, herkes aynı şeyi konuşuyor: Will Smith’in attığı tokat. Bu konuda farklı mecralarda farklı kişiler yeterince açıklama yaptı. Bence Will Smith ve Chris Rock törende ellinci yılını kutlayan Godfather’i görünce içlerindeki mafyatik eril mizojenilerini kusma ihtiyacı duydular. Bir kadın bedeni hem alay hem şiddet malzemesi olurken herkes ağzı açık şekilde Chris Rock ya da Will Smith’ten açıklama bekliyor. Bu 50 yıllık kafaları bir kenara bırakıp bugüne davet ediyorum herkesi.
Bu kadar Oscar magazini yeter. Aslında daha konuşulacak çok şey var tabii ki ama biraz da filmleri konuşmak isterim. Öncelikle en iyi filmi alan CODA. Ben bunun nasıl yaşandığını hiç anlayamadım. CODA’yı izlemiştim, çok da tatlı bir film olarak gelmişti hatta izledikten sonra arkadaşlarıma bir feel good olarak önerdim de. Ama gerçekten mi? Tam olarak adlandıramasam da en iyi film diyemeyeceğim bir film CODA, benim için seyir keyfi olan ama sonrasında etkisini sürdürmeyen, anlık tüketim için ve anlık moral yüklemesi için güzel bir film olmanın ötesine geçemiyor. Bunun da ötesinde en iyi yardımcı erkek ödülünü alan Troy Kotsur’un rolünün CODA filmini sırtında taşıdığını göz ardı edemeyiz. Hatta bu ödül belki de en iyi film ödülünü vermeyi anlamlandırıyordur diye düşünüyorum çünkü film boyunca kendimi “hadi artık babalı sahne gelsin” diye beklerken bulduğum birkaç an oldu. Bu yüzden oyuncu ödülündeki rakiplerini de (J.K Simmons hariç) çok beğenmiş olsam da Troy Kotsur’un bu ödülü hak ettiğini kabul etmek gerekiyor.
En iyi erkek ödülünü hiç konuşmayalım. (Will Smith aldı, biraz gereksiz büyük oynadığı King Richard ile. Bence Denzel Washington olmalıydı.)
En iyi kadın adaylarından bir tek Olivia Colman ve Nicole Kidman’ı izlemiştim. Tabii ki benim şahsi favorim karşısına kim konulursa konulsun Olivia Colman ama bu ödüldeki adayları az görme şansım olduğu için pek de iddialı bir şey diyemeyeceğim. En iyi yardımcı kadındaysa benim şahsi favorim Belfatast‘te çok beğendiğim için Judi Dench idi ama Ariana DeBose West Side Story’nin prodüksiyonu ve koreografileri dışında filmdeki en ama en güzel ayrıntıydı; rolünü sömürmeden, “bakın şimdi nasıl da ışıl ışılım rolümde” demeden giydiği karakteri Anita üç saate yakın olan filmde kalbimi alıp başka diyarlara götürdü. Rolündeki başarısı ve öte yandan tarihte bu ödülü alan ilk açık kimlikli siyah queer olduğu için kendisini alkışlıyorum.
Ariana DeBose’un en iyi yardımcı kadın ödülünü alan ilk açık kimlikli siyahi queer olması gibi ilklerin çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Televizyonda ya da sinemada bir temsil olarak bu kimliklerin de var olduklarını, görünür olduklarını vurguladıklarından dolayı belki binlerce on binlerce insan için hayati önem taşıdığını düşünüyorum. Bu konuda yazarken King Richard’dan da bahsetmek çok isterdim ama Will Smith’in özür açıklamasında da dediği gibi öyle bir hareket yaptı ki filmin çok ama çok önüne geçti. Şu yüzden bahsetmek isterdim King Richhard da Serena ve Venus Williams’ın erkek ve beyaz dominant bir alan olan tenis dünyasında var oluşlarının hikayesini anlatması ve bizi onların çocukluklarıyla tanıştırması adına çok değerli bir film. Filmin sırf bu hikayesi bile tüylerim diken diken izlememe sebep verdi diyebilirim.