Çok eskiden plak vardı, hala var gerçi ama eskiden farklıydı. Sadece plak vardı ve maliyetli bir formattı (hala maliyetli ama bu başka bir yazımızın konusu). Endüstri, ses dalgalarını vinil plakalara spiral şeritler halinde kesmekten, manyetik bantlara şifrelemeye geçişte – yani plaktan, kasete geçiş sürecinde – müzik dağıtımının maliyetini düşürürken başka bir tehlike ile karşı karşıyaydı: çekme kaset.
Müzisyenlerin, plak şirketlerinin, dağıtımcıların “Home taping is killing music” diye yanıp yakarmaları, kasetten CD’ye, CD’den mp3’e, mp3’ten YouTube, Soundcloud gibi kullanıcı tarafından oluşturulan içeriklere izin veren mecralara her geçiş döneminde tekrarlandı. Ancak günün sonunda müzik endüstrisi hiçbir zaman “ölmedi”. Tam tersine paylaşmanın, erişmenin her geçen gün daha da kolaylaşması sanatçı ve dinleyici arasında daha samimi bir bağ kurulabilmesine yaradı. Bu samimiyetten asıl rahatsız olanlar da her zaman yeni akımlara ayak uyduramadıkları için gelirleri düşen, Format Savaşları‘nda mağlup olan kuruluşlar oldu.
Gelişen teknoloji ile müzik yapmak, program kullanmayı YouTube’dan öğrenmek, gerçek bir stüdyoya ihtiyaç duymadan sadece bir bilgisayarla şarkılar yazabilmek halihazırda hepimizin konuştuğu ve aşikar olduğu konular. Peki haftada sadece birkaç saat ayırabilerek içimizi döktüğümüz, derdimizi anlattığımız bu kayıtları insanlara nasıl ulaştıracağız? Ulaştırdık, haklarını nasıl savunacağız, hatta asla paha biçemediğimiz bu işlerden nasıl -ya da ne kadar- gelir elde edebileceğiz? Bu yazının konusu bu.
Bir akıllı telefonun çalışma prensibinin ilk telgrafınkiyle aynı olması, sadece çok ama çok daha hızlı olması gibi, müzik endüstrisi de -format ne kadar değişirse değişsin- hemen hemen aynı işliyor: Sanatçı bitirdiği eserlerini bir plak şirketine emanet ediyor, plak şirketi bir dağıtımcı aracılığıyla bu eserleri fiziksel formatta mağazalara ve dijital formatta online mecralara dağıtıyor. Hayatımıza yeni giren terim ise: “Monetisation“. “Gelir paylaşımı” olarak adlandırabileceğimiz bu terim dinleyicilerin müziklere ücretsiz ya da abonelik sistemi ile erişebilmesi ve mecranın elde ettiği geliri -bu ücretsiz erişimde reklam geliri ya da abonelikle erişimde kullanıcının ödediği abonelik ücreti olabilir- dağıtımcı, plak şirketi ve sanatçı arasında paylaştırılması olarak açıklanabilir. Örnek olarak YouTube’da bir video izlerken videodan önce çıkan reklamın gelirinin bir kısmı, o videonun görsel ve işitsel telif hakkına sahip kuruma iletilir. Bu bir müzik videosuysa ve bu müzik profesyonel bir dağıtımcı tarafından “monetize” ediliyorsa, dağıtımcı bu gelirin bir kısmını plak şirketine, plak şirketi de sanatçıya geri ödemekle yükümlüdür.
Tüm bu dönen çarklar arasında albümünü yeni tamamlamış bir müzisyen profesyonel bir şekilde bu albümü yayımlayıp, elde edeceği geliri takip edebilmek istiyorsa bir plak şirketi ile anlaşmalıdır. Tabii bir plak şirketinin yeni bir sanatçı ile sözleşme imzalaması için tür ve tarz olarak o sanatçıyı tüm kataloğundaki işlere yakın hissetmesi gerekir. Henüz kendini ispatlamamış bir müzisyenin de başvurabileceği küçük ölçekli “bağımsız” plak şirketlerinin sayısı Türkiye’de neredeyse iki elin parmağı kadar. Bir plak şirketi ile anlaşma imzalandıktan sonra sanatçının albümü, plak şirketinin dağıtımcısı aracılığıyla Apple Music, Spotify, Deezer, Beatport, Juno gibi mecralara yüklenir. Bu mecralarda hem dinlenme hem de indirilme sayıları dağıtımcı tarafından takip edilir ve plak şirketine raporlanır. Belli aralıklarla da plak şirketi albümün dinlenme ve indirilme sayılarından sanatçının elde ettiği gelirin ödemesini gerçekleştirir.
Dağıtım şirketi aynı zamanda bu eserlerin dijital ortamda haklarını korumakla yükümlüdür. Eserler farklı kullanıcılar tarafından farklı mecralara yüklendiğinde bunların kaldırılması ya da gelir paylaşımının takibi, korsan indirmelerin engellenmesi gibi durumları yönetir. Eser haklarının bir dağıtımcı tarafından korunmasının yanı sıra bir plak şirketi ile çalışmanın bir başka avantajı da bir “aile“nin parçası olmaktır. Plak şirketleri bünyesindeki sanatçıların tanıtımını yapar, konser organize eder ve sanatçıyı ileriki çalışmalarında yönlendirir.
Günümüzde her şey gibi, müzik yapmak nasıl kendi imkanlarınla gerçekleşebiliyorsa -DIY (Do It Yourself- bu müzikleri yayınlamak, haklarını koruyabilmek ve gelirini takip edebilmek de “kendin pişir, kendin ye” modeliyle gerçekleştirilebiliyor. Müzisyenler bu servisler aracılığıyla şarkılarını Apple Music, Spotify, Beatport gibi mecralara plak şirketine ihtiyaç duymadan yükleyip elde ettikleri geliri -vergiler düşüldükten sonra- hiçbir kesintiye uğramadan alabiliyorlar.
Önümüzdeki dönemde, araştırıp uygun bir dağıtım şirketi bulursak onun hakkında yazacağız.