Lana Del Rey – Norman Fucking Rockwell! (2019)

Lana Del Rey günümüzde insanları hala “müziğine bayılanlar” ve “müziğinden bayanlar” şeklinde iki mutlak kategoriye yerleştirmeye devam etse de artık popüler kültürün önemli bir parçası. Kimisi sesini ve tarzını stabil, hatta bayık buluyor, kimisi ise nostaljik imajını müziğiyle ustaca sentezleyen eşsiz bir figür olduğu kanaatinde ve tam da bu yüzden ona hayranlık besliyor. Öte yandan Del Rey’in müziğinin belki de yeterince konuşulmayan bir yanı daha var: Yakaladığı tını içinde sadece kendisinin soluk alabileceği bir atmosfer yaratıyor. Retro Amerikan yaşam tarzını alıp aynı anda hem günümüze, hem de zamanın dört bir ucuna yayan bir atmosfer bu. Bunu yaparken hem James Dean misali isyankar, hem de Mazzy Star misali melankolik tınlayabilmesi, Del Rey’i ticari anlamda bu kadar görünür ve dikkat çekici kılan şey olsa gerek.

Adından başlayarak ağzını birçok şarkısında bozan son Del Rey albümü Norman Fucking Rockwell!, birkaç açıdan bahsettiğimiz özgün atmosferin zirve noktası olmuşa benziyor. İsminde Amerikan ressam Norman Rockwell‘e selam duran, sözlerinde serseri aşkları anlatan, Amerikan mitlerine malzeme olmuş The Beach Boys, Eagles, Crosby, Stills and Nash ve Sylvia Plath gibi isimlerin kulağını çınlatan, umarsızca Amerikalı bir işle karşı karşıyayız. Bunca Amerikalılığın ve buralara uzak kültür malzemesinin içinde bizler niye albüme kalpten bağlanalım peki? En bariz sebep, bestelerin kalpten yazıldığını baştan sona hissediyor olmamız. İkinci bir sebep Del Rey’in albüm boyunca kendini Amerikan kültürüne dışarıdan, hayranlıkla bakan bir yabancı olarak lanse etmesi. “Kendi memleketinde gurbette hissetme” sendromu da diyebiliriz buna. Hemen hemen tüm şarkılarda kendinden önceki neslin işlerini methediyor, “Ben başka bir kuşağa aitim,” diyor gibi. Bu hissi de hangimiz yeri gelince yaşamadık ki? Üçüncü sebep, elbette, müziğin güzelliği.

Açılış şarkısının zarafeti bizi daha yeni mest etmişken art arda iki şaheser daha patlatıyor Del Rey: “Mariners Apartment Complex” şimdiye kadarki en dürüst sözlerinden bazılarını olağanüstü bir armoniye yedirirken “Venice Bitch” belki de kariyerinin en yenilikçi şarkısı olarak göze çarpıyor. Bizi 9 dakikalık bir yaz rüyasına nakleden bu etkileyici saykodelik pop şöleninin ardından yine Del Rey’den başka kimsenin yazamayacağı pop parçası “Fuck it I Love You” ile garip bir huzuru tadıyoruz. Klibi kendinden çok daha eğlenceli Sublime yorumu “Doin’ Time”, seçkinin en standart -ama tatlı- şarkılarından “Love Song”a bağlanıyor. Bir başka duygusal şölen “Cinnamon Girl”, “Beni canımı acıtmadan tutarsan bunu yapan ilk kişi olacaksın,” diyerek görkemli/lanetli aşk hikayelerini sürdürüyor. “How to Disappear” içine kapalı tonuyla biraz daha standart seyrederken geri kalan beş şarkıda baştan sona bir şahanelik gösterisine tanık oluyoruz, bunlar içinde “The Greatest”, “Bartender” ve “Happiness is A Butterfly”a ayrı parantezler açmak lazım. Uzun ismini zarif güzelliğiyle telafi eden “Hope Is A Dangerous Thing For A Woman Like Me To Have – But I Have It” de sona erince içimizden bir ses, bu şarkıların kafamıza takılacağını fısıldıyor.

Velhasılkelam, Lana Del Rey bildiğiniz gibi: Gizemli, zarif, serseri, romantik, nostaljik… Sadece bu defa karakterinin samimiyetini karşıya daha önce hiç yapmadığı kadar başarılı aktarıyor. Bu yüzdendir ki Norman Fucking Rockwell!‘i daha uzun zaman konuşmaya devam edeceğiz. Öte yandan birçok kaynağın belirttiğinin aksine albümün “kusursuzluğu” tartışmaya açık. Bunca duygusal yükü tek oturuşta dinlemek açıkçası biraz zor iş. Her ne kadar seçkide harikulade şarkılar olsa da “Love Song” ve “How to Disappear” gibi kimi daha standart Del Rey şarkıları, diğerlerinin ağırlığı altında eziliyor. Yine de 14 şarkıda bu kadar az fire vermek her yiğidin harcı değil, bu yüzden serseri kadınımız aldığı övgüleri kesinlikle hak ediyor. Sırrı çözülemez, zamansız ve sevgi dolu bir atmosfere ışınlanmak isteyen herkes kulak vermeli.

PUANLAMA: 8/10